31 Ekim 2023 Salı

Pulitzer Ödüllü ABD’li yazar Upton Sinclair, 1906 yılında yazdığı ve dilimize 'Şikago Mezbahaları' adıyla çevrilen 'The Jungle' adlı eseri büyük yankı yapmış ve kamouyunun dikkatinin mezbahalardaki sağlıksız çalışma koşullarına çekmiştir. Eserin yayınlanmasından hemen sonra ABD'deki et sektöründe iyileştirme çalışmaları başlamış ve konuyla ilgili yasal düzenleme yapılmıştır.

Upton Sinclair 'Şikago Mezbahaları' kitabı kapitalist sisteme ağır bir eleştiri getirmektedir. Amerikan toplumunun sanayi devrimiyle birlikte makinalaşması topluma gelişme ve refahlık yerine işçilerin yaşam şartlarını sıkıntıya sokmuş topluma buhran getirmiştir; bencillik, rekabet ve ahlaksızlık kolkola girmiştir, ayakta kalmak için güçlü olmak, güçlü olmak için de sömürme yolu seçilmiştir. Kitapta da kapitalizmin aç gözlü rekabetçiliği yerilir; ayakta kalanların en güçlüler değil en ahlaksızlar olduğunu ve iş verenlerin bu şartlarda işçilerin nasıl kanını emdiğini göstermiştir. Yazarın amacı özellikle gıda sanayisini eleştirmek değil kapitalist sistemin kâr üzerine dönen çarklarına dikkat çekmek olsa da okuyuculara gıda sanayisinin iç yüzünü göstermekten de geri kalmamıştır. 

Upton Sinclair, sendikal hakların henüz olmadığı, kapitalist sömürünün içinde yılmadan yaşam mücadelesi veren, yavaş yavaş bilinçlenen ve karşı mücadeleye geçen başkarakter Jurgis’in öyküsünü kasvetli bir kurguyla fakat gerçeğin en sert hâlini yüzümüze vurarak aktarır.

Sanayi toplumu içindeki çaresiz yoksulluğu anlatan roman toplumsal bunalım, kitlesel yoksullaşma dönemlerine ayna tutmuştur.



#Altınıçizdiğimsatırlar 📝

* O günlerde uygarlığın nasıl bir şey olduğunu her zamankinden daha net gördü; kaba güç dışında hiçbir şeyin geçerli olmadığı bir dünya, güce sahip olanların olmayanlara boyun eğdirdiği bir düzen.

*Yapabilecekleri hiçbir şey yoktu, elleri kolları bağlanmıştı, kanunlar onlara karşıydı, toplumun işleyiş biçimi tamamen başlarındaki zalime hizmet ediyordu.

* Fakat durum içler acısıydı çünkü hiç de adil olmayan bir savaştı; bazıları öyle avantajlıydı ki!

* Ticari rekabetin hüküm sürdüğü toplumlarda para zorunlu olarak bir üstünlük gösterge­si, müsriflik temel güç kriteridir.

*Devlet mi? Devletin amacı mülkiyet haklarına muhafızlık etmek, statüko­ nun ve modem sahteciliğin sürekliliğini sağlamaktı. Evlilik mi? Evlilik ve fuhuş bir madalyonun iki yüzü, yırtıcı insanın cinsel hazzı sömürme biçimiydi. Aralarında sadece sınıf farkı vardı. Parası olan bir kadın kendi şartlarını kabul ettirebilirdi: Eşitlik, evlilik sözleşmesi, çocuklarının meşruiyeti, yani mülkiyet hak­ları. Parası yoksa, proleter sınıftansa, var olabilmek için kendini satardı. Bir de Şeytan'ın ölümcül silahı olan Din konusu vardı. Devlet maaşlı kölenin bedenine zulmederken, Din zihnini ele geçirir ve gelişim ırmağını kaynağından zehirlerdi. İşçi sınıfı ge­lecek umudunu korumaya çalışırken, bir yandan cepleri boşal­tılırdı; tutumlu olmayı, tevazuyu, itaati -kısacası kapitalizmin bütün sözde erdemlerini- öğrenerek büyümelerini sağlardı. 

*Devrimciler melek değildi; onlar da erkekti ve üstelik sosyal uçurumun en dibinden üzerlerine bula­şan balçıklarla birlikte çıkmış adamlardı. Kimileri içiyor, kimile­ri küfrediyor, kimileri turtayı bıçağıyla yiyordu; öteki insanlarla aralarında tek bir fark vardı: Onların umudu ve uğruna savaşa­cak , acı çekecek bir davaları vardı.

*Filozoflar üzerinde akıl yürütmüş, peygamberler lanetlemiş, şairler ağlayıp yakarmışken, bu korkunç Canavar hala serbestçe ortalıkta dolaşıyor! Okullarımız ve üniversitele­rimiz, gazetelerimiz ve kitaplarımız var; hem gökyüzünü hem de dünyayı inceledik, ölçüp biçtik, irdeledik, aklımızla anladık; ve hepsi insanları birbirlerini yok etmeye yarayacak silahlarla donatmaya yaradı! Adına Savaş diyor, geçiyoruz... bari sizler basmakalıp sözlerle ve geleneklerle beni geri çevirmeyin... be­nimle gelin, bana katılın.. . farkına varın! Mermilerle delik deşik, patlayan bombalarla paramparça olmuş cesetleri görün! İnsan etini delen süngünün sesini duyun; acılı inleyişlerle çığlıkları duyun, öfke ve nefretle birer iblise dönüşmüş adamların acıyla buruşmuş yüzlerini görün!

* İşçiler, işçiler; yoldaşlar! Göz­lerinizi açın ve çevrenize bakın! O kadar uzun zamandır cehen­nem ateşinde yaşıyorsunuz ki duygularınız körelmiş, ruhunuz uyuşmuş durumda; ama hayatınızda bir kez olsun yaşadığınız bu dünyayı fark edin...

* Kimi hapishanelerde siz parmaklıkların ardındasınızdır, istediği­niz her şey dışarıda; kimilerindeyse siz dışarıdasınızdır, istenen şeyler parmaklıkların ardında.

* Seçim günlerinde bütün bu yoz­laşmış suçlular tek bir güç haline geliyordu; bölgedeki oy oranı­nı yüzde birlik yanılma payıyla söyleyebiliyor ve bir saat içinde değiştirebiliyorlardı.

* Bu adamlar kendi rızaları olmadan bu can pazarının içine doğmuş, ellerinden başka bir şey gelmediği için bunun bir parçası olmuştu; hapiste olmak onları utandırmı­ yordu çünkü oyun başından beri adil değildi, zarlar hileliydi. Milyonlarca dolarla üçkağıtçılık yapanların tuzağa düşürüp bir kenara attığı, ufak paralarla üçkağıtçılık yapan hırsızlardı onlar. 

* Adaletmiş; yalandı, yalan, korkunç, vahşice bir yalan; karanlık, mide bulandırıcı, ancak kabuslara yaraşır bir şeydi. Sahte ve iğrenç bir oyundu. Adalet diye, hak diye bir şey yoktu; yalnızca güç, zorbalık, kayıtsız ve kontrol­ süz bir keyfilik ve güç vardı!

* İnsanın kendi başının çaresine bakması gerektiğini, sırtınız yere gelirse çığlıklarınızı kimsenin duymayacağını bilecek kadar da görmüş geçirmiş biriydi.

* O günlerde uygarlığın nasıl bir şey olduğunu her zamankinden daha net gördü; kaba güç dışında hiçbir şeyin geçerli olmadığı bir dünya, güce sahip olanların olmayanlara boyun eğdirdiği bir düzen.