22 Ocak 2020 Çarşamba

VİCTOR HUGO (TOPLUM, DİN, TABİAT VE ÖLÜM) SEFİLLER, NOTRE DAME'IN KAMBURU, DENİZ İŞÇİLERİ, BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ


VİCTOR  HUGO

26 Şubat 1802’de Fransa’da doğan Victor Hugo, Napolyon’un generallerinden olan babasının askerliği nedeniyle çocukluğu göçle geçti. İspanya’da başlayan okul hayatı, güney İtalya ve Paris’te sürdü. 





SEFİLLER, NOTRE DAME'IN KAMBURU, DENİZ İŞÇİLERİ, BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ''




İnsanı düzeltmenin toplumu düzeltmekle olabileceğini savunan Romantizm akımının öncülerinden olan Victor Hugo sınırsız ilham kaynağıyla başıboş  duyguları ve hayalleri dizginlenemez bir coşkunlukla; sanatı merkeze oturtarak, dramın hüznünde,  betimlenmelerin yoğunluğuyla, halkın konuşma dilini esas alarak yazdığı üçlemesi insanın esas mücadelesi olan  toplum,din ve doga ve ölüm meselelerini psikolojik analizlerle kaleme almıştır. Sefiller kitabında toplumu, Nötre Dame’ın Kamburu kitabında dini, Deniz İşçileri kitabında doğayı,  Bir İdam Mahkumunun Son Günü'nde ölümü işlemiştir. Konularını kök salan ağacın dallarının kimi zaman meyvelerle dolması, zamanla yapraklarını dökmesi,  4 mevsim misali zamandan mekandan etkilenip değişmesi gibi detaylıca tasvir etmiştir. Bazen dehizlere bazen de apakuruya yönelmiştir.





SEFİLLER 📖
Victor Hugo’nun, özgün adı "Les Misérables" olan romantizm akımının tesirinde yazdığı 1862 basımlı Sefiller kitabı Fransız İhtilali sonrasındaki Fransa’nın karanlık günlerini anlatan bir dönem romanıdır.
Hugo’un yaşadığı çağın ve günlerin zamanında geçen roman 1930’lu yıllardaki Fransa’nın toplumsal sorunlarını, özgürlük, adalet, eşitlik gibi kavramları, siyasi ve sosyolojik içerikle ele alırken, Paris halkının hayatını, Paris’in arka sokaklarında çırpınan, batağa sürüklenen insanları ve bu çamurun içinden çıkmak için verilen soluksuz zorlu mücadeleyi anlatır.
Yazar, bir kürek mahkumunun yaşama tutunma çabasını, kötülüğü ruhundan atıp erdemli bir adam olabilme savaşını; hayatına yön vermesini sağlayan insanlarla ilişkilerini ve onların aşk, sevgi, nefret, kin, menfaat, intikam gibi insani duygularıyla biçimlenmesini sefilliğin en dip köşesine değinerek kaleme almıştır.





NOTRE DAME’IN KAMBURU 📖
19. yy başlarında Notre Dame Katedrali'nin bakımsızlığından dolayı yıktırmak isteyen şehir planlamacılarına karşı halkın ilgisini buraya çekmek ve katedralin yenilenmesini sağlamak için Notre Dame'ın Kamburu, Victor Hugo tarafından yazılan, Fransız İhtilali sonrası Fransa’nın karanlık günlerini anlatan 1831 yılında yayımlanan eseridir.
Roman, insanların gözünde bir yaratık olarak tanımlanan, çirkin, kambur, engelli bir kilise zangocu ile Fransa’nın dini lideri kilise papazının güzeller güzeli bir çingene kızına aşklarını, bu aşkın neticesinde Zangoç ile Papaz’ın ruhlarında oluşan ikilemeleri anlatır. İnsanların hayatında kaderin önemini, dinin, iç ve dış güzelliğin, çirkinliğin, yoksulluğun, bilginin ve cehaletin, batıl inançların etkilerini kaleme alınmıştır. Kitapdaki diğer bir önemli detay; eğitimin, okumanın yoksullukla engellenemeyeceği, kimsesiz, fakir birisi olunması halinde dahi eğer içinde varsa bir şekilde öğrenmenin yolunu bulabileceği, açlık ve sefalet buna engel olamayacağı vurgulanır.











DENİZ İŞÇİLERİ 📖
Özgün adı "Les Travailleurs de la mer" olan Deniz İşçileri, Fransız yazar Victor Hugo'nun 1866 yılında yayımlanan romanıdır.
Yazarın, insanı hayatı boyunca hem iyi hem kötü sonuçlara götüren sürekli bir savaş halinde olduğu "din, toplum ve doğa"  kavramlarını, insanın kalbiyle de şekillendiren serüvenini konu ettiği üçlemesinin doğa basamağı olan Deniz İşçileri yazarın sürgün zamanı ve sonrasında devam ettirdiği gönüllü sürgünde yazdığı başyapıtıdır.
Kötülerin cezasını bulduğu dünyada iyilerin de kaybettiğini gösteren hem umudun hem vazgeçişin hikayesi olan Deniz İşçileri'nde görüntüsü kaba saba, toplumdan dışlandığı için yabani olan ama iyi niyetini kaybetmeyen, temiz bir kişiliğe sahip olan, aynı zamanda güçlü kuvvetli kararlı, iradeli bir adamın karşılıksız aşkı ve büyük cesaretiyle verdiği mücadeleleri ve fedakârlığı işlenmiştir.
Yazar, doğa şartlarını tüm teferruatıyla tasvir ederken, insanların gücünü, zaafını, fiziksel ve ruhsal yapılarını, iyi ve kötü taraflarını, ikiyüzlülük  ve doğruluk aşamalarını ustalıkla yansıtmıştır. 




BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ 📖
Victor Hugo’nun Paris’teki ünlü Greve Meydanı’nda gerçekleştirilen bir idama tanıklık etmesi sonrasında 1829 yılında kaleme aldığı ‘"Bir İdam Mahkumunun Son Günü" 19. yüzyıl Fransa'sını gerçekçi bir biçimde ele almasıyla hem tarihi hem siyasi hem sosyolojik bir kaynak olarak değerlendirilir.
İdamı bekleyen bir mahkûmun dilinden yazılmış günce niteliğindeki kitap; ölüm korkusu ve merhamet duygularını, hayatının sonuna yaklaşan bir insanın ruh halindeki değişimleri, gelgitleri başarılı bir şekilde ortaya koymasıyla psikolojik bir roman olma özelliği de taşımaktadır.
Hapsedilmeden önceki yaşamına yabancılaşan, hayatını bağladığı insanların da ona yabancılaştığını fark eden mahkumun duygu ve düşünceleri, pişmanlıkları kendi dilinden aktarılmıştır. Mahkumun son kertede insanlar hakkındaki düşünceleri çarpıcı bir şekilde aktarılırken, içinde 
 son ana kadar devam eden bir umut ve bu umudun içine hapsolup sık aralıklarla da ayyuka çıkan şiddettli bir korku mevcuttur. 
Yazar, insan hayatının son aşaması olan ölüm öncesi yaşanan ikilemleri, pişmanlıkları, huzursuzlukları, geride kalan boşlukları ve eksiklikleri tüm çıplaklığıyla kaleme almıştır.






Victor Hugo üçlemesinde insanı, doğayı tasvir ederken kişiliği oluşturan nedenleri de derinlemesine ele almış düşünceleri toplumun içinde bulunduğu şartlarla değerlendirip, bilimin ve dinin ortak noktalarının ve farklı taraflarının süzgecinden geçirerek günümüze kadar geçerliliğini koruyan özelliklerle sunmuştur. Bir İdam Mahkumunun Son Günü ile de bu hayatın son aşaması olan başka bir hayatın başlangıcı olan ölümü mahkûmun bakış açısıyla ele almıştır 






1 Ocak 2020 Çarşamba

ALEKSANDR SOLJENİTSİN ''İVAN DENİSOVİÇ'İN BİR GÜNÜ''


#AleksandrSoljenitsin 📚




#IvanDenisoviçinBirGünü 📖

Ivan Denisoviç’in Bir Günü’nde Aleksandr Soljenitsin kendisinin de yaşadığı, roman kahramanı Ivan Denisoviç’in diğer adıyla Şuhov’un, Stalin dönemi kurulan çalışma kamplarının birinde geçen gününü anlatıyor. Ivan Denisoviç 1941 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanların eline esir düşmüş, düşmanın elinden kaçmayı başarmış, ormanda bulunduğunda Alman ajanı olma ihtimali karşısında gözaltına alınıp sürgüne gönderilen bir askerdir. Romanın anlattığı 1951 yılında savaş bitmiş, Almanya savaşı kaybetmiş ama Ivan Denisoviç sürgünde kaldığı 10 yıl boyunca hâlâ aklanmamış ve cezasını çekmeye devam etmektedir. Soljenitsin, Ivan Denisoviç’in Bir Günü’nde, acımasız yaşam ve çalışma koşullarını anlatır. Öncelikli amaç; mahkûmların kişiliklerini yitirmelerini sağlamak, bunun için de isim yerine rakam kullanılmaktadır; giysilerinin ve şapkalarının üzerine yazılan rakamlar onları nitelendiren tek şeydir, Ivan Denisoviç'in oradaki herkes tarafından Ş-854 olarak bilinmesi gibi sadece rakamlardan ibaret bırakılırlar; duygulardan, düşüncelerden arındırılıp kendine bile yabancılaştırılan mahkum formu oluşturulur; güven ve dostluk bağı kurulmaması için herhangi bir olayı gammazlayana ödül verilir.
Kamptan kaçmalarını engelleyen sadece duvarlar, gözcüler, gammazcılar değil; aynı zamanda dondurucu hava şartlarıdır; bu bir bakıma doğa tarafından da hapsedilmişlik halini alır.
Mahkûmlara çok az yiyecek vererek arta kalanları stoklamalarına engel olunur, fazla giysilerine el koyarak; Sibirya soğuğuna dayanamayacaklarını bilen mahkûmların kaçmaya yeltenmemeleri sağlanır. Aşırı soğuk, kaçmalarını engellediği gibi, hepsini çalışmak zorunda bırakır. Mahkumların soğukta ısınmak için yapabilecekleri tek şey sadece çalışmaktır.

Bu korkunç şartlar altında bile insanlığın korunması vurgulanıyor. Bazı mahkumlar insanlıklarını yitirdikler gibi kimileriyse kaybetmemek için büyük çaba harcıyorlar. Ivan Denisoviç’in soğuğa ya da açlığa yenik düşmeden, her defasında yemek yerken şapkasını çıkarması, insanlık dışı davranışa karşı bir iç direniş amaçlı, çorabının içinde sakladığı metali bükerek yaptığı kaşık, yasaklanmış bir maddeyi bedeninde taşımanın verdiği başkaldırı, isyan hissi ve kendi yaptığı bir şeye sahip olmanın verdiği sahip olma güdüsü ile bu onun sahip olduğu en değerli şey haline gelir. Çalışma kampındaki diğer suçlular da neden buraya atıldıklarını hatırlamayacak kadar uzun zamandır cezalarını çekmektedirler, arka planda zor şartların yer aldığı, soğuk, baskıcı rejim, değer yargılar, içsel ve dışsal mücadeleler, çalışma kampı düzeni; basit ve realist biçimde anlatılarak, yan karakterlerin de hikayelerine değiniliyor; sinema yönetmeni Sezar, tamamlamadığı ilk filmi nedeniyle; Kolbaşı Tiyurin, babası toprak ağası olduğu için; Ukraynalı Alyoşka, Baptist kilise üyeleri gibi dua etmesi yüzünden, Gopçik adlı genç, yönetime başkaldıran çetelerden birine süt götürdüğü için hapis cezasına çarptırılmışlardır.
Suçu olmayan mahkumlar için de diğerleri için de cezalarının süreleri bitse dahi bir başka bahaneyle yeniden bir on yıl daha burada kalmaları ve ömürlerini burada tüketme durumları da söz konusudur. Ne zaman sona ereceği bilinmeyen bir mahkumiyet hali hepsi için devam etmektedir...

ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Herkese yararlı olmak isteyen, fakat kimseye yaramayan biriydi

* Şu mide denen şey hayinin tekiydi, bir gün önceki tokluğunu hiç anımsamazdı ama gelecek günler için durmadan, durmadan isterdi.

* Yapılacak bir sürü işleri fakat az zamanları vardı.

* Bu adamla da hiçbir şey konuşulmazdı ki! Hoş konuşmanın ne gereği var, her şeyi gözlerinden anlardı insanın.

* Onun yaptığı dalkavukluktan, köpekçe yaltanmaktan başka bir şey değildir. Çünkü dahi olan zorbaların hoşuna gitsin diye yorum yapamaz!

* Sanatta önemli olan "ne" değil, "nasıl" dır.

* Fazla sanat, sanat demek değildir. Bu, ekmek yerine, durmadan şeker yemeye benzer.

* Çalışırken ne kadar da çabuk geçiyordu zaman? Kampta günlerin böylesine çabuk geçmesi hep şaşırtırdı onu. Buna karşılık cezası bir türlü bitmiyor, sanki uzadıkça uzuyordu.

* Yapılınca işin en iyisi yapılmalıydı, hele insanın kendi işi olursa...

* Sopa yemiş köpeğe kırbacı bir kere gösterin yeter!
Aleksandr Soljenitsin

* Sesini yükseltirsen başından bela eksik olmazdı.

* Derler ki, uluslar arasında ayrım yoktur; her ulustan iyisi de çıkar, kötüsü de...

* İnsan yemek yerken her lokmayı tadını çıkara çıkara çiğnemeliydi.

* Geleceğin dertleriyle uğraşmaz olmuştu.

* Çalışma kampında mektup göndermek dipsiz bir kuyuya taş atmak gibiydi.

* Yürüyüş kolu kendi yaptıkları kereste fabrikasını, işçi lojmanlarını ( bunları da onlar yapmıştı ama içinde özgür insanlar oturuyordu), yeni kulüp binasını geçtiler. ( Burasını da temelen duvar süslerine varana kadar hükümlüler yapmışlardı, içinde sinema seyredenler ise gene özgür insanlardı.)

* Bir hükümlünün düşünceleri de kendisi gibi kısıtlıydı, dönüp dolaşıp hep aynı şeylere geliyordu.

* Soğuk bir kere gömleğin altına girdi mi, bir daha çıkmak bilmezdi.

* Güneş doğarken ayaz çıkar, dedi. Çünkü gece ısının en düşük olduğu andır.
Bu gibi olayları açıklamaya bayılırdı eski kaptan. Yılın hangi gününde bulunursanız bulunun size ayın yeni mi, eski mi olduğunu hesaplar söylerdi.

* Parmakları iyi işliyordu; ama kafası daha iyi çalışıyor, yapacağı işleri tasarlıyordu.

* Onun özgürken yazamadıklarını hapisteyken yazmasını istiyordu.

* Hastalığın en iyi ilacı çalışmakmış

* İş sopaya benzer, sopanın da iki ucu vardır. Adamına göre yaparsan özenirsin, ama anlamayanlar için göz boyamak çok kolaydır.

* İşbaşı yapılana kadar geçecek zaman devletin olmadığı için herkes istediği gibi kullanırdı.