26 Ocak 2021 Salı

EMILE ZOLA "GERMINAL"

 


#EmileZola 📚 #Germinal #Tohum 🌱

Germinal,  Natüralist akımın en önemli temsilcilerinden biri olan Emile Zola’nın 1885 yılında yayımlanan, yazarın 20 kitaptan oluşan Rougon-Macquart serisinin 13. kitabıdır. 

Germinal emekçi - sermayedar çatışmasını ele alan hem ilk hem de en gerçekçi roman olma özelliği taşır.
Germinal, Latince (germen) "tohum" kelimesinden gelir, aynı zamanda Fransız Devrimi Takvimi’nin "filizlenme" anlamına gelen 7. aynın adıdır.
Roman, Etienne Lantier’in bir maden şehri olan Montsou’ya gelmesi ile başlıyor. Maden ocağı insanları hem besleyen hem de tüketen yeryüzünün simgesidir.
Kazançları çok düşük, açlık ve sefalet içinde yaşayan  işçilerin, Etinne’nin şehre gelip madende çalışmaya başlamasıyla, sabahtan akşama kadar çalışıp ömürlerini tükettikleri maden ocağında haklarını aramak için greve kadar giden bir direnişin içine giriyorlar.
Yazar bu direnişte işçi ve işveren arkasındaki çalışmayı tarafsız olarak aktarırken okuyucuyu sosyalizm, kapitalizm ve anarşizm üçgeninde bir sorgulamanın içine sokuyor. 
Roman açlık sınırında yaşayan işçilerin yaşadıkları ağır sorunları ve ücretlerini artırmak için giriştikleri mücadeleleri, grevler ve çatışmalar yoluyla haklarını aramaları üzerine kurgulanmıştır. Romanın asıl kahramanı maden ocagindaki emeğin kendisidir.
Roman 1993'te filme de uyarlanmıştır.




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Kara bir mürekkep kadar yoğun ve karanlık gecede, düz ovada, Marchiennes'le Montsou'yu birleştiren ve pancar tarlaları arasında ip gibi uzanan yolda, bir adam tek başına yürüyordu.

* Canlarına varana dek her şeylerini verdikleri ama yüzünü göremedikleri, karnı tok sırtı pek bir Tanrı’nın çöreklendiği, insanların giremeyeceği kutsal bir tapınaktan söz ediyormuşçasına bir çeşit dinsel korku belirmişti sesinde.

* Örgütün başlıca amacının emekçilerin özgürlüğünün sağlanması olduğunu anlattı; küçük kasabalarından başlayıp bütün bir bölgeye, oradan ulusa, ulustan insanlığa uzanan o büyük kuruluşun resmini çizdi.

* İnsanın hâl ve gidişi iyi oldu mu, bazı kusurlarına göz yumulabilirdi.

* Mademki hak ve adalet cağı gelecek demişlerdi, evrensel mutluluğu ele geçirebilmek üzere her türlü acıya katlanmaya hazırdılar.

* Ektiği tohumlar yeşeriyor, bir başkaldırı çığlığı halinde filizleniyordu. O güzel günlerin bir an önce gelmesini isteyen insanların sabırsızlığı, bir mezar gibi dört bir yanlarını çeviren şu kör olası yoksulluktan sıyrılıp, kendilerine düşen yeryüzü mutluluğunu tatmak isteyen kişilerin heyecanıydı bu.

* Ne demek yani! İşçinin düşünmesine de mi engel olacaklardı? Hayır, hayır! Yakında her şey değişecekti, çünkü işçi artık düşünmeye başlamıştı. Büyükbabanın zamanında kömür işçisi bir mağara adamı gibi ömrünü madende geçiriyor, yeryüzünde olup bitenlere gözünü kulağını kapatıyordu. Onun için de zenginler aralarında anlaşıyor, işçiyi diledikleri gibi alıp satıyor, iliğini kemiğini sömürüyorlardı; işçiyse bunun farkına bile varmıyordu. Ama şimdi artık emekçi de uyanıyor, toprağın derinliklerinde kıpırdayan bir tohum gibi baş veriyordu; bir sabah bir de bakacaklardı ki tarlalardan birinin ortasında bitivermiş: Evet, evet, yerden insan fışkıracak ve bu işçi ordusu hakkı adaleti yerine getirecekti. Devrimden sonra bütün insanların eşit olduğu kabul edilmemiş miydi? Herkes oy verdiğine göre işçi neden işverenin kölesi olsundu? Büyük işletmeler makineleriyle her şeyi, herkesi eziyor, ama bu haksızlığa karşı eski loncaların yaptığı gibi birleşip hak aramak bile mümkün olmuyordu.

* Bir damla kan akıtmadan, tek bir cam kırmadan insanların öz ve biçim değiştireceği günü düşlüyordu. Yalnız bu işin nasıl yapılacağını bilmiyordu, bir kez yola çıktıktan sonra her şeyin kendiliğinden çözüleceğini düşünmekle yetiniyordu, yeni bir dünya kurmaya kalktı mı zihni karışıyordu çünkü.

* Bilgisizliğin verdiği çekingenlik yavaş yavaş gidiyor, düşünmeye başladığını hissedeli beri, azar azar gururlanmaya başlıyordu.

* O güne dek arkadaşlarının alttan alta büyüyen sessiz öfkesine katılıyor, yalnızca içgüdüsel bir başkaldırı duyuyordu. Bir sürü değişik soru dolaşıyordu zihninde; neden insanların bir bölüğü yoksul, bir bölüğü aşırı zengindi? Neden birinciler ikincilerin çizmesi altında eziliyor, bir gün onların yerine geçebilme umudu beslemeden ha bire acı çekiyordu? İlk iş olarak bilgisizliğini fark etti. Bunun üzerine gizli bir utanç, bir acı yerleşti yüreğine; köklü hiçbir şey bilmediği için, canla başla bağlandığı konulardan, insanların eşitliğinden, dünya nimetlerinin bütün insanlara hakça dağıtılması gerektiğinden söz açmaya cesaret edemiyordu. Ve tabii bilgisiz kişilerin yol yöntem tanımayan, gelişigüzel öğrenme aşkına tutuldu.

* İnsan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır.

* Yüzünde insanların ve nesnelerin etkisini kabule hazır, yazgısına boyun eğmiş kişilerin yumuşaklığı dolaşıyordu.

* insanın bir üstüne kayıtsız şartsız boyun eğmesi, her isteneni ses çıkarmadan yerine getirmesi gerektiği düşüncesiyle doldurulmuş zihni allak bullak olmuştu.

* Nisan güneşi olanca görkemiyle gökyüzündeki tahtına kurulmuş, dört bir yana ışık saçıyor, doğum sancılarıyla kıvranan toprağı ıslatıyordu. Toprak ananın verimli bağrından yaşam fışkırıyor, tomurcuklar çatlayıp yeşil yaprak halini alıyor, tarlalar, baş vermek için sabırsızlanan tohumların itişiyle ürperiyordu. Tohumlar şişiyor, çatlıyor, sıcağa ve ışığa kavuşmak üzere toprağı yarıp dışarı fırlıyordu. Özsuyu, büyük bir coşkunluk içinde, hışır hışır yükseliyor, çatlayan tomurcukların sesi yeryüzünü kaplayan bitmez tükenmez bir öpücük halinde uzayıp gidiyordu. Arkadaşları durmadan kazma sallıyor, her an yüzeye yaklaşıyorlarmış gibi, kazma sesleri gittikçe belirginleşiyordu. Cana can katan o nisan sabahında, gökteki alevli yıldızın gönderdiği ışınlarla yanıp tutuşan uçsuz bucaksız ovanın dört bir yanından derin bir uğultu yükseliyordu. İnsan bitiyordu topraktan, gelecek yüzyılda ürün vermek üzere yavaş yavaş filizlenen, pek yakında yerküreyi sarsarak baş verecek olan, öç almak için yanıp tutuşan, kapkara bir insan ordusu boy atıyordu.


  











14 Ocak 2021 Perşembe

LEV TOLSTOY " İNSAN NE İLE YAŞAR? "



 


#Tolstoy 📚

1885 yılında yayımlanmış olan "İnsan Ne İle Yaşar?" Lev Tolstoy'un manevi dünyasını anlatan ve kısa öykülerden oluşan en önemli eserlerden birisidir.  Tolstoy, yaşamının son yıllarında, Tanrı, din, ahlak, sevgi, devlet, toplum, özgürlük gibi kavramlar üzerine eserler vermiş, insan yaşamına dair  sorular sorarken, bu soruları iyilik-kötülük; yaşam-ölüm gibi karşıtlıkları temel alarak ahlaki bir çerçevede değerlendirip yanıtlar bulmaya çalışmıştır.

Eser farklı konu ve zamanlarda geçen öykülerle Tolstoy kitaplarında görülen inşa aşamasını ustalıkla örer. Her bir öyküde olay akışı birbirinden bağımsızdır ancak öykülerin hepsi ortak bir amaca hizmet etmektedir  ve her kahraman farklı bir felsefi sorunun peşindedir.

Tanrı'ya inancın, sevginin, iyiliğin getirdiği mutlulugu ; kötülüğün yol açtığı karmaşayı, aşırı hırsın zararlarını ve intikamın yıkıcılığını  gözler önüne sererken bizlere de içinde bulunduğumuz durumu sorgulayıp düşünme payı bırakır. 

Yaşamın amacını, ölümle yüzleşmeyi, sevginin önemini, yoksulluk neticesinde  zorluk çeken insanların hallerini analiz ederek hayatın anlamını kavramaya çalışarak sürekli sorgulama çabası içindedir.

Tolstoy merkezine insan temasını oturtuğu eserini sınırlamaz  günlük olayların hayatımızdaki önemini, üzerimizde bıraktığı etkileri doğal bir uslupla aktarır.


Kitaptaki ilk hikayede fakir bir ayakkabıcı olan Simon’un yolda gördüğü yardıma muhtaç bir kişiye evinin kapılarını açması ve bu kişinin aslında insan kılığına girmiş bir melek olması anlatılmaktadır. Cezalandırılarak dünyaya gönderilen melek insanın neyle yaşayacağı sorunun yanıtını aramaktadır.

“İnsana Çok mu Toprak Gereklidir? ” isimli öyküde ise köylü Pahom’un para biriktirip toprak satın aldıktan sonra kendini bu yolda çok fazla hırpalayıp sürekli toprak almak isterken hayatını nasıl harcadığı konusu işlenmektedir.

 “Ateşi Kivilcimken Söndürmeli ” isimli öyküde Ivan isimli karakterin komşusuyla yaşadığı bir problem sonucu sürekli bir çatışma ve intikam duygusuyla hayatlarının nasıl değiştiği anlatılmaktadır.

"Mum" isimli öyküde gaddarlık ve kötülüğün eninde sonunda kendini mahvettigi tüm çıplaklığıyla aktarmaktadır.

"İlyas" adlı öykü mutluluğun zenginlikle elde edildiği düşüncesinin insanı nasıl yanılttığı işlenmektedir.

"Küçük Kızlar Büyüklerden Akıllıymış" isimli öykü büyüklerin biribirlerine kin tutmalarına neden olan olaylarların sudan sebepleri aktarılmıştır.



ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝


* Ve fark ettim ki; insanlara sadece yaşamaları için hayat bahşedilmiyor. Birbirinin neye ihtiyaçları olduğu bilgisinden uzak yaşıyorlar. Bir arada   yaşayabilmeleri adına birbirleri için gerekli olan şeyleri Tanrı onlara gösteriyor.

* Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.

* Öğrendim ki insan kendi hayatından endişe ettiği için değil, içinde sevgi olduğu için yaşar.


📌 Kronolojik Sıralayla Tolstoy Okuma Rehberi 📖
* Çocukluk, Gençlik, İlkgençlik (İletişim Yayınları) (1852 - 1857)
* Öyküler (İletişim Yayınları) (1856 - 1906)
* Sivastopol (İş Bankası Kültür Yayınları) (1855 - 1856)
* Aile Mutluluğu (İletişim Yayınları) (1859)
* Kazaklar (İş Bankası Kültür Yayınları) (1863)
* Savaş ve Barış (İş Bankası Kültür Yayınları) (1869)
* Kafkas Tutsağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1872)
* Anna Karenina (İş Bankası Kültür Yayınları) (1877)
* İtiraflarım (Antik Yayınları) (1880)
* İnsan Neyle Yaşar? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1885)
* İvan İlyiç'in Ölümü (Can Yayınları) (1886)
* Kreutzer Sonat (İş Bankası Kültür Yayınları) (1889)
* Efendi ile Uşağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1895)
* Sanat Nedir? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1897)
* Diriliş (İş Bankası Kültür Yayınları) (1899)
* Hacı Murat (Can Yayınları) (1912 - 1917)

* Henri Troyat "Tolstoy Biyografisi" (İletişim Yayınları)





12 Ocak 2021 Salı

GEORGE ELIOT "MIDDLEMARCH"

 


Middlemarch 📚

Gerçek ismi Mary Anne Evans olan George Eliot mahlaslı İngiliz yazar Victoria dönemi İngiltere’sinde yaşamıştır. "Middlemarch" adlı romanına 1869 yılında başlamış, 1871-1872 yıllarında tefrika olarak yayımlamıştır. Romanın tek cilt halindeki ilk baskısı ise 1874 yılında  gerçekleşmiştir. İngiliz Edebiyatı'nın en önemli kitaplardan biri olarak kabul edilen eser kurgusal bir kasabada 1829-1832 yılları arasında geçiyor ve birbirinden farklı karakterin kesişen hayatlarını içeren romanda olay örgüsü dört ayrı hikaye üzerinden aşk, evlilik, din, egitim, bilim, sanat, soy, statü, idealizm, siyasi reform gibi temalarla oluşmaktadır. Tarihi olaylara da değinilen eserde özellikle 1832 Reform Yasası'na, demiryollarının döşenmesi sırasında buna destek veren ve karşı çıkanlar ile tıptaki gelişmelere açık olan ve değişimi istemeyenler arasındaki mucadelelere yer veriyor. Yazar romanında 19. yüzyıl İngiltere'sinin kültürel ve toplumsal yapısını başarıyla yansıtmış, toplumsal konuları ele alırken kadın ve erkek gözünden ustaca analiz etmeyi başarmış, insan ruhunu derinlemesine incelenmiştir. 

Bireylerin toplumsal konumları, hayalleri, evliliğin doğası, eşlerin birbirine uygunluğu ve birbirlerinden beklentileri, ihanet, sadakat, kişisel çıkarlar, bencillik, riyakârlık, ikiyüzlülük, rekabet, hayal kırıklıkları, dedikodunun yol açtığı sorunlarla birlikte kasabanın toplumsal , dinsel ve siyasal ahlâkına da eleştiriler gertiyor.


George Eliot, İngiliz edebiyatının başyapıtlarından biri olan Middlemarch’ta yanlış seçimlerin doğurduğu bireysel trajedileri aktarırken sıkıntılı evlilikleri, bilimsel çalışma ortamının oluşmasını saglarken yaşanan sorunları, aile geçmişinin soy ağacının önemi, maddi sıkıntının kısıtladıkları ve parasal refahın yol açtığı duyarsızlıkları, iş ortamının yarattığı rekabetler, toplumsal ahlâk kurallarıyla kişisel ahlaki görüşler, reform ve seçim propagandası gibi meselelerle aslında sadece bir kasabanın sakinlerine değil, tüm insanlığa ayna tutabilmiştir.




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝
* Bir konuda ne karar vereceğini kestirmek, hava tahminleri yapmak kadar güçtü. Bir tek, kararlarını iyi niyetle verdiğinden ve onları en az parayla harcayarak uyguladığından emin olabilirdiniz o kadar.

* En değişken, en kararsız zihinlerde bile kemikleşmiş birtakım alışkanlıklar vardır.

* Duyarlı ince ruhu, çoğu kimsenin fark etmediği birtakım önemli toplumsal sorunlara hala ilgi duymaktaydı. Kral Cyrus'un su kanalları açarak Gyndes Nehri'nin gücünü kırması gibi o da tüm çabasını, yeryüzünde önemli adlar taşımayan derelere akıtarak harcadı. Ancak, onun çevresindeki insanlar üzerindeki etkileri hesaba kitaba gelmeyecek kadar geniş oldu: Çünkü dünyada iyiliklerin artması biraz da tarihin yazmadığı küçük eylemlere dayanır; ayrıca, eğer hayat şu anda sizler ve benim için daha kötü olabilecekken o kadar da kötü değilse, bu yarı yarıya, ideallerine bağlı kalarak bir köşede gösterişsiz hayatlar yaşamış, şimdi de kimsenin ziyaret etmediği mezarlarda yatan insanlara borçluyuz.

* Her sınır bir son olduğu gibi bir başlangıçtır da. İnsan uzun süre birlikte vakit geçirdiği genç hayatları, başlarına sonraki yıllarda neler geldiğini öğrenmek istemeden bir kenara nasıl bırakabilir? Çünkü hayatın bir parçası tümünün özelliklerini taşısa da, her yanı aynı şekilde örülmüş bir ağ gibi değildir: Verilen sözler tutulmayabilir; heyecanla başlanmış bir iş gitgide kötüleşebilir; o güne kadar kendilerini göstermeden kalmış birtakım güçlü yetenekler, uzun zamandır bekledikleri fırsatı bulabilirler; geçmişte yapılmış bir yanlışı düzeltme arzusu, muhteşem bir eyleme yol açabilir.

*Rubicon, Roma ile Galya arasındaki sınırları belirleyen gösterişsiz, çok küçük bir ırmaktı; önemi, karşı kıyısına geçildiğinde bir imparatorluk kazanılan tarihsel bir olaydan ileri gelmekteydi. Will de şimdi kendi sınırları olan ufak hendeği geçmeye zorlandığını hissediyordu; ama onun hendeğinin ötesinde gördüğü şey bir imparatorluk değil, içine sindiremeyeceği bir tutsaklıktı.

* Gençlik neşesini yitirdi diye, hayatının bundan böyle daha hareketsiz geçmeyeceğini göstermek niyetindeydi. Yeni giysilerin genelde yeni başlangıçlar anlamına geldiğini aklından hiç çıkarmadığından, sakin kafayla karar vermesine yardımcı olabilir düşüncesiyle böylesine cılız bir dış desteğe bile dört elle sarılıyordu.

* Güçlü etkiler uyandırabilen bir olay, gazyağına bulanmış paçavraları tutuşturan ateşten farksızdır.

* Kısa cümlelerle konuşmayı sever, tıpkı bir sürü kökü olan ama su yüzünde yalnız başını gösteren bitkiler gibi, bunların altlarına pek çok anlam yüklediğini düşünürdü.

* Hiçbir şeyimin olmamasını şimdiye kadar asla talihsizlik diye görmedim ben” dedi. “Ancak, yoksulluk bizi en çok sevdiğimiz kimselerden ayırıyorsa, işte o zaman cüzzam kadar kötü olabiliyor.

* Bir şeye karşı çıkmak için ileri sürülebilecek nedenler sınırsızdır; çünkü itirazcılar isterlerse bilginin bittiği yerde durma gereği hissetmeden, cehaletin muazzam olanaklarından sonuna kadar yararlanmaya devam edebilirler.

* Doğru yerde kullanılan bir sözcük her zaman bir güç kaynağıdır ve kendi kesinlik niteliğini eylemlerimize de iletir.

* Şair olmak, algılama gücü her şeyi en ufak niteliklerine kadar hızla görüp anlayabilen; duygu tellerinde gezinerek güzel düzenlenmiş çeşitlemeler çalan bir el gibi, her şeyi anında hissedebilen bir ruha - içine bilginin bir anda duyguya dönüştüğü, duygununsa şimşek çakarcasına yeni bir bilgi aracı durumuna geldiği bir ruha - sahip olmaktır. İnsan böyle bir durumu sürekli değil, ara sıra yaşayabilmekte ancak.

* Uzun bir sebat döneminin ardından başarısızlığa uğramak, başarısızlık demeye değmeyecek bir çabada bile bulunmamaktan çok daha yüce bir şeydir.

* Sözcüklere verdiğimiz anlamlar bizim o sıradaki düşüncelerimize bağlıdır.

* Roma'ya geldiğimden beri sık sık şunu hissediyorum: Çoğumuzun hayatı birer tablo gibi duvara asılabilse, bunlar o resimlerden daha çirkin, daha kaba saba gelirdi bize.

* Ufacık bir ateşle tutuşup yanabilen bir kıskançlık türü vardır; buna tutku bile diyemeyiz; sırf huzursuz bir bencilliğin soğuk ve karanlık mutsuzluğunun doğurup beslediği bir illettir o.

* İnsan kolayca kıskançlığa kapılıp komşularının büyük zaferlerini yerle bir edebilir ve bu tür bir kıyımın cinayet olduğunu düşünmezler.

* Genç ve duygulu bir insanı, bilgiyle dolu geçen yıllardan sonra ilgi ya da anlayıştan yoksun bir duruma gelmiş gibi gördüğü bir zihinle temas kadar kedere boğan hiçbir şey yoktur.

* Herakles için, zevk yerine erdemli olmayı seçmiş, denir ya, aslında hoş bir masal bu; ama, sanki bir kez karar verilince geriye bir şey kalmazmış gibi, masalın yazarı Prodikos kahramanımızın işini iyice kolaylaştırıyor. Başka bir masalsa, Herakles'in kirmeni eline alıp yün eğirdiğini, sonunda da Nessos'un zehirli gömleğini giydiğini anlatır. İyi bir karar, insanı doğru yoldan ayırmayabilir sanırım - ama kendi dışındaki herkesin kararı da ona destek olursa ancak.

* Voltaer'in dediği gibi, sihirli sözcüklerle bir koyun sürüsünü yok edebilirsiniz, ama belli bir miktar arsenikle birlikte olursa ancak. Ben o arseniği bana verecek adamı arıyorum, sihirli sözlerine aldırdığım yok.

* Zihninde her an kendisini izleyen seyirciler vardı

*Düşünce terazileri her şeyi yalnızca toptan tartabilen kaba ve duyarsız pek çok kimse vardı

* Bir evin değişik yerleri nasıl her bir belli özelliklere sahip tahta, demir, taş, tuğla ve çinko gibi malzemelerden yapılıyorsa, canlıların beyin, yürek, akciğer gibi değişik organları da, yapımlarında kullanılan birtakım temel dokulardan oluşuyordu.

* Para gibi, zamanın ölçüsü de ona duyulan ihtiyaçtır

* Bir konuşma bizim için yanlış bir yöne sapmışsa, çaresizlik bataklığına gitgide daha çok gömüleceğiz demektir.

* Öğretmenliğe uygun biri değilim ben; zihnim önümdeki konuyu bırakıp dilediği gibi dolaşmaya fazlaca düşkün. İnsan ücret karşılığı çalıştığı bir işi yapar gibi davranıp da aslında yapmamasındansa, her türlü güçlüğe katlanması daha iyi bence.

* Bir iftirayı ben çıkarmadım demeyi reddetmek, o iftirayı çıkarmakla neredeyse aynı şeydir.

* İnsan yeni bir kimseyle pek çok şeye - daha iyi bir insan olmaya bile - başlayabilir!

* onun ruhunu okuduğunu sanıyordu ama aslında okuduğunu sandığı şeylerin yarısı kendi eğilimlerini yansıtan şeylerdi. Bir başkasının ruhunu bilmek, gençlerin yapamayacakları güç bir iştir, çünkü onların bilinçlerine şekil veren etken, büyük ülçüde kendi istekleridir.

* Doğuştan yetenekli bir oyuncuydu o ve rol yapmak iliklerine kadar işlemişti. Kendi kişiliğini bile oynar ve bunu öylesine iyi yapardı ki oynadığı kişinin tıpatıp kendisi olduğunu fark etmezdi bile.

* İnsan tarihinin hiçbir döneminde ahlak konusunda herhangi bir zihin karışıklığı kabul etmemiştir.

* Dünyaya bakışı hiç kadınca değildi. Böyle bir kadınla yaşamak, insanı eğlendirip rahatlatmak bakımından, kuş ötüşleri diye tatlı gülüşlerin, gökyüzü diye mavi gözlerin bulunduğu bir cennette yan gelip yatmak varken, işten çıkınca gidip bir de ilkokul ikinci sınıf öğrencilerine ders vermekten farksız olurdu.

* Dehada ne kendini beğenmişlik ne de alçakgönüllülük vardır; deha, bir şey yapmak ya da yaratmaktır ama genel değil, değişik, özel bir şey.

* Yeryüzü, adına olasılıklar denen ümit verici benzerlikler ve içinden ne çıkacağı belli olmayan güzel yumurtalarla doludur.

* Hepimiz gelişmenin ne değişik kılıklara bürünerek ilerlediğini; küçük tohumların içlerinde ne güçlü biçimlere bürünecek şeyler sakladığını biliriz.

* Ona göre deha, doğası gereği, zincire vurulmaya gelmezdi; çünkü deha sahibi kimse ancak özgür durumdayken bir yandan içinden gelenleri dilediği gibi ifade edebilir; bir yandan da tüm yüce fırsatları yakalamaya açık bir zihinle, kendisini belli bir çalışmaya çağıran evrenden gelecek işaretleri güven içinde bekleyebilirdi.

* Kendisine hep Aristoteles'in o son derece veciz sözünü hatırlatmışımdır: İnsanı arzuladığı bir gayeye ulaştıracak her iş, önceden sabırla büyük gayret harcamayı ya da ikinci derecede önemli beceriler kazanmayı gerektirir.

* Ne var ki, itibar merakı bizim cömertlik etmemizi sağlar, ama bizi asla cömert bir insan yapmaz — tıpkı gösteriş merakının insanı nüktedan yapmadığı gibi.

* İnsan doğru olanı yapar ama gene de parşömen kağıdına basılı kitap gibi bir şey olmaktan öteye gidemeyebilir.

* Bir şeyin nedenlerini açıklamak genellikle güç gelirdi ona: İnsanların söylemeden de bunları anlamamalarını garip bulurdu; çünkü kendisinin dile getirdiği duygular, hep akla yakın, anlaşılır duygulardı.


* Kadın olalım erkek olalım, biz ölümlüler, sabah kahvaltısıyla akşam yemeği arasında pek çok düş kırıklığını sineye çeker, gözyaşlarımızı bastırırız; dudaklarımızın çevresi bir parça solgun görünür; ama nedeni sorulunca, "Bir şey yok!" deriz. O sırada gururumuz yardımımıza koşmuştur; bizleri sırf başkalarını yaralamamak için kendi yaramızı gizlemeye zorladığı zamanlar, gurur hiç de kötü bir şey değildir.

* Bir su damlasına mikroskopla bile baksak, buna dayanarak yaptığımız yorumların fazlaca kaba çıktığını görürüz
çünkü mikroskopun merceği zayıfsa, hareket halindeki bir yaratığın, birden canlanmış bozuk paralar gibi kendisine doğru koşan daha küçük yaratıkları iştahla yuttuğunu sanırız; oysa aynı damlaya daha güçlü bir mercek altında bakarsak, o yaratığın, toplayacağı yıllık vergileri bekleyen bir dere beyi gibi hiç kıpırdamadan durduğu ve kurbanlarını ona birtakım incecik kılların girdaplara yaratarak sundukları ortaya çıkar.

* Kadınların sonu gelmeyecek bir inceleme konusu olduklarını düşündü.

* Söylediği her söz, maden ocağından yeni çıkmış değerli bir taştı sanki; ya da geçmiş çağların hazinelerini barındıran bir müzenin kapısına yazılmış bir kitabeydi.

* Sebepler kelimelere dökülünce, güçlerini kaybedebilirler; onların narin kokuları, daha kaba olan havaya karışır gider çünkü. Çimlenme safhasındaki tohum, ışıktan uzak tutulmalıdır.

* fikirler ve vicdani kaygılar, ortalığa saçılmış iğnelere benzerdi; insanları yere basmaya ya da oturmaya, hatta yemek yemeye bile korkuturlardı.

* Düşünceye önem vermeliyiz, yoksa eski çağların karanlığına yeniden gömülürüz.

* İnsan zihni, o zihne saat kadranı ya da aile arması gibi bir dış yüzey sağlayan dokulardan çok daha karmaşıktır.