26 Ocak 2021 Salı

EMILE ZOLA "GERMINAL"

 


#EmileZola 📚 #Germinal #Tohum 🌱

Germinal,  Natüralist akımın en önemli temsilcilerinden biri olan Emile Zola’nın 1885 yılında yayımlanan, yazarın 20 kitaptan oluşan Rougon-Macquart serisinin 13. kitabıdır. 

Germinal emekçi - sermayedar çatışmasını ele alan hem ilk hem de en gerçekçi roman olma özelliği taşır.
Germinal, Latince (germen) "tohum" kelimesinden gelir, aynı zamanda Fransız Devrimi Takvimi’nin "filizlenme" anlamına gelen 7. aynın adıdır.
Roman, Etienne Lantier’in bir maden şehri olan Montsou’ya gelmesi ile başlıyor. Maden ocağı insanları hem besleyen hem de tüketen yeryüzünün simgesidir.
Kazançları çok düşük, açlık ve sefalet içinde yaşayan  işçilerin, Etinne’nin şehre gelip madende çalışmaya başlamasıyla, sabahtan akşama kadar çalışıp ömürlerini tükettikleri maden ocağında haklarını aramak için greve kadar giden bir direnişin içine giriyorlar.
Yazar bu direnişte işçi ve işveren arkasındaki çalışmayı tarafsız olarak aktarırken okuyucuyu sosyalizm, kapitalizm ve anarşizm üçgeninde bir sorgulamanın içine sokuyor. 
Roman açlık sınırında yaşayan işçilerin yaşadıkları ağır sorunları ve ücretlerini artırmak için giriştikleri mücadeleleri, grevler ve çatışmalar yoluyla haklarını aramaları üzerine kurgulanmıştır. Romanın asıl kahramanı maden ocagindaki emeğin kendisidir.
Roman 1993'te filme de uyarlanmıştır.




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Kara bir mürekkep kadar yoğun ve karanlık gecede, düz ovada, Marchiennes'le Montsou'yu birleştiren ve pancar tarlaları arasında ip gibi uzanan yolda, bir adam tek başına yürüyordu.

* Canlarına varana dek her şeylerini verdikleri ama yüzünü göremedikleri, karnı tok sırtı pek bir Tanrı’nın çöreklendiği, insanların giremeyeceği kutsal bir tapınaktan söz ediyormuşçasına bir çeşit dinsel korku belirmişti sesinde.

* Örgütün başlıca amacının emekçilerin özgürlüğünün sağlanması olduğunu anlattı; küçük kasabalarından başlayıp bütün bir bölgeye, oradan ulusa, ulustan insanlığa uzanan o büyük kuruluşun resmini çizdi.

* İnsanın hâl ve gidişi iyi oldu mu, bazı kusurlarına göz yumulabilirdi.

* Mademki hak ve adalet cağı gelecek demişlerdi, evrensel mutluluğu ele geçirebilmek üzere her türlü acıya katlanmaya hazırdılar.

* Ektiği tohumlar yeşeriyor, bir başkaldırı çığlığı halinde filizleniyordu. O güzel günlerin bir an önce gelmesini isteyen insanların sabırsızlığı, bir mezar gibi dört bir yanlarını çeviren şu kör olası yoksulluktan sıyrılıp, kendilerine düşen yeryüzü mutluluğunu tatmak isteyen kişilerin heyecanıydı bu.

* Ne demek yani! İşçinin düşünmesine de mi engel olacaklardı? Hayır, hayır! Yakında her şey değişecekti, çünkü işçi artık düşünmeye başlamıştı. Büyükbabanın zamanında kömür işçisi bir mağara adamı gibi ömrünü madende geçiriyor, yeryüzünde olup bitenlere gözünü kulağını kapatıyordu. Onun için de zenginler aralarında anlaşıyor, işçiyi diledikleri gibi alıp satıyor, iliğini kemiğini sömürüyorlardı; işçiyse bunun farkına bile varmıyordu. Ama şimdi artık emekçi de uyanıyor, toprağın derinliklerinde kıpırdayan bir tohum gibi baş veriyordu; bir sabah bir de bakacaklardı ki tarlalardan birinin ortasında bitivermiş: Evet, evet, yerden insan fışkıracak ve bu işçi ordusu hakkı adaleti yerine getirecekti. Devrimden sonra bütün insanların eşit olduğu kabul edilmemiş miydi? Herkes oy verdiğine göre işçi neden işverenin kölesi olsundu? Büyük işletmeler makineleriyle her şeyi, herkesi eziyor, ama bu haksızlığa karşı eski loncaların yaptığı gibi birleşip hak aramak bile mümkün olmuyordu.

* Bir damla kan akıtmadan, tek bir cam kırmadan insanların öz ve biçim değiştireceği günü düşlüyordu. Yalnız bu işin nasıl yapılacağını bilmiyordu, bir kez yola çıktıktan sonra her şeyin kendiliğinden çözüleceğini düşünmekle yetiniyordu, yeni bir dünya kurmaya kalktı mı zihni karışıyordu çünkü.

* Bilgisizliğin verdiği çekingenlik yavaş yavaş gidiyor, düşünmeye başladığını hissedeli beri, azar azar gururlanmaya başlıyordu.

* O güne dek arkadaşlarının alttan alta büyüyen sessiz öfkesine katılıyor, yalnızca içgüdüsel bir başkaldırı duyuyordu. Bir sürü değişik soru dolaşıyordu zihninde; neden insanların bir bölüğü yoksul, bir bölüğü aşırı zengindi? Neden birinciler ikincilerin çizmesi altında eziliyor, bir gün onların yerine geçebilme umudu beslemeden ha bire acı çekiyordu? İlk iş olarak bilgisizliğini fark etti. Bunun üzerine gizli bir utanç, bir acı yerleşti yüreğine; köklü hiçbir şey bilmediği için, canla başla bağlandığı konulardan, insanların eşitliğinden, dünya nimetlerinin bütün insanlara hakça dağıtılması gerektiğinden söz açmaya cesaret edemiyordu. Ve tabii bilgisiz kişilerin yol yöntem tanımayan, gelişigüzel öğrenme aşkına tutuldu.

* İnsan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır.

* Yüzünde insanların ve nesnelerin etkisini kabule hazır, yazgısına boyun eğmiş kişilerin yumuşaklığı dolaşıyordu.

* insanın bir üstüne kayıtsız şartsız boyun eğmesi, her isteneni ses çıkarmadan yerine getirmesi gerektiği düşüncesiyle doldurulmuş zihni allak bullak olmuştu.

* Nisan güneşi olanca görkemiyle gökyüzündeki tahtına kurulmuş, dört bir yana ışık saçıyor, doğum sancılarıyla kıvranan toprağı ıslatıyordu. Toprak ananın verimli bağrından yaşam fışkırıyor, tomurcuklar çatlayıp yeşil yaprak halini alıyor, tarlalar, baş vermek için sabırsızlanan tohumların itişiyle ürperiyordu. Tohumlar şişiyor, çatlıyor, sıcağa ve ışığa kavuşmak üzere toprağı yarıp dışarı fırlıyordu. Özsuyu, büyük bir coşkunluk içinde, hışır hışır yükseliyor, çatlayan tomurcukların sesi yeryüzünü kaplayan bitmez tükenmez bir öpücük halinde uzayıp gidiyordu. Arkadaşları durmadan kazma sallıyor, her an yüzeye yaklaşıyorlarmış gibi, kazma sesleri gittikçe belirginleşiyordu. Cana can katan o nisan sabahında, gökteki alevli yıldızın gönderdiği ışınlarla yanıp tutuşan uçsuz bucaksız ovanın dört bir yanından derin bir uğultu yükseliyordu. İnsan bitiyordu topraktan, gelecek yüzyılda ürün vermek üzere yavaş yavaş filizlenen, pek yakında yerküreyi sarsarak baş verecek olan, öç almak için yanıp tutuşan, kapkara bir insan ordusu boy atıyordu.


  











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder