13 Mart 2023 Pazartesi

ANNİE ERNAUX "SENELER"

 


#AnnieErnaux 📖 #Seneler

Orjinal adı "Les années" olan "Seneler", Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Annie Ernaux tarafından kaleme alınan 2008'de yayımlanan otobiyografik bir romandır.

Yazar, üçüncü şahıs gözüyle kendisi hakkında 1941’den 2006 yılına uzanan zamanı aktardığı kitabını hem kendisi hem de başkaları için hatırlatıcı bir kaynak, hafızanın zayıflamasına karşı kurtarıcı silah olarak sunmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın yıkımlarının etkileriyle başlayarak teknolojinin giderek yayıldığı milenyuma dek Fransız toplumuna canlı bir bakış sunmuştur.

Bir kadının hayatını, içinde yaşadığı toplumun sosyal hikayesine, dünya panoramasını da katarak sunan kitap, fotoğraflar aracılığıyla ilerleyen anlatı şeklindedir. Yazar kendi bebekliğinden başlayıp 13 görüntüyle kurgularak yaşamındaki önemli evreleri eklemleyerek, hem kişisel hem içinde bulunduğu kuşağın ortak belleğiyle siyasiler, entelektüeller; politik olaylar, toplumsal değişimler, yaşanan trajediler, hayata çabucak entegre olan ve tüketimi hızlanan nesnelerle hem bireysel hem evrensel etkilerin yansımalarını aktarmıştır.

Altmış yılın siyasal, toplumsal, kültürel ve entelektüel anlamda değişimlerin çetelesini tutan Seneler'de yazar hem anlatan hem anlatılandır. 

Yazma sürecini, tasarlama aşamasıyla birlikte okurla paylaşan yazar, kendi yaşam evrelerinden yola çıkarak; olaylar, insanlar ve nesneler üzerinden yaşamöyküsünü kişisellikten toplumsal bir düzeye taşıyarak aktarmıştır. 



#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Her şey bayramın neşeli kaderciliğini ve alaycılığını taşıyordu. Banliyöler yeniden alevlenecekti, İsrail-Filistin çatışmasıysa çözümsüz vakaydı. Küresel ısınma, buzulların erimesi ve arıların ölümüyle dünya duvara çarpmak üzere son sürat gidiyordu.

* İnsanlar bugünden yarına yorgun düşüyordu. Coşkunun ardından dermansızlık, itirazın ardından rıza geliyordu. ‘’Mücadele’’, eğlence konusu haline gelen Marksizmin kokusunun üzerine sindiği bir kelime olarak itibarsızlaşmış, ‘’hak savunuculuğu’’ndan öncelikle tüketici hakları anlaşılır olmuştu.

* Dil gitgide gerçeklikten kopuyor, uyandırdığı yabancılık duygusu entelektüel üstünlük işareti gibi görülüyordu. Rekabetçilik, esneklik, güvencesizlik, istihdam edilebilirlik gırla gidiyordu. İçi boşaltılmış, cilalı söylemlerin içinde yaşıyorduk. Güçbela kulak veriyorduk bunlara, neyse ki uzaktan kumanda sayesinde eziyet süresi kısalmıştı.

* Artık pek düşünmediğimiz SSCB, eski kafalı Stalinistlerin yaptığı beceriksiz darbeyle yaz uykusundan uyandırıyordu. Gorbaçov'un itibarı yerle bir olmuş, kaos kapıya dayanmış, mucizevi bir şekilde bir tankın tepesinde beliriveren ve özgürlük kahramanı olarak alkışlanan kısık gözlü, kaba saba adam sayesinde, birkaç saat içinde bertaraf edilmişti. Tereyağından kıl çeker gibi halediliyordu iş, SSCB ortadan kalkıyor, Rusya Federasyonu'na dönüşüyor, Boris Yeltsin başkan oluyor, Leningrad tekrar St. Petersburg adını alıyordu, böylece Dostoyevski romanlarında yer yön bulmak da kolaylaşıyordu. 

* Berlin Duvarı yıkılıyordu. Her şeyin hızla olup bittiği bir dönemden geçiyorduk, bir saatlik bir mahkemenin ardından zorba yöneticiler idam ediliyor, toprağa karışmış cesetlerin yığıldığı toplu mezarlar sergileniyordu. Yaşadıklarımızı havsalamız almıyordu —demek ki komünizmin ölümsüz olduğunu sanıyormuşuz— ve duygularımız gerçekliğe ayak uyduramıyordu. Kendimizi olayların altında kalmış hissediyor, böyle anları tattıkları için Doğu Avrupalılara gıpta ediyorduk. Derken, onların Batı Berlin'deki mağazalara üşüştüğünü görüyorduk, üzerlerindeki berbat kıyafetler, ellerindeki muz torbalarıyla acıma duygusu uyandırıyorlardı. Tüketim konusundaki tecrübesizlikleri dokunaklıydı. Sonra, herkesin gözü önünde sergilenen maddi şeylere duydukları bu dizginsiz ve ayrım gözetmeyen ortak açlığın görüntüleri canımızı sıkmaya başladı. Onlara biçtiğimiz katışıksız ve soyut özgürlüğe layık değildiler sanki. "Komünist boyunduruk altındaki" halklar için duymaya alışkın olduğumuz büyük üzüntü, yerini özgürlüklerini nasıl kullandıklarını kınayan bakışlara bırakıyordu. 

* Serbest Piyasa doğa yasasıydı, moderniteydi, zekâydı, dünyayı o kurtaracaktı. (Öyleyse neden fabrikaların çalışanlara yol verip kapandıklarını anlamıyorduk.) "İdeolojiler'den ve onların “klişeler”inden bir şey beklenemezdi. "Sınıf mücadelesi ", "angajman ", "emek ve sermaye " karşıtlığı, acımayla karışık müstehzi gülümsemelere neden oluyordu.

* Moda hafiflikten, kaygısızlıktan, "göz kırpmak"tan yanaydı. Ahlaki infiale yer yoktu.

* Hiçbir şey siyasal ya da toplumsal değildi, sadece modern ya da modern olmayan vardı. Her şey modernite meselesiydi. İnsanlar ‘’özgür’’ ile ‘’liberal’’i birbirine karıştırıyordu, liberal olan toplumun kendilerine mümkün olan en çok şeye ve hakka sahip olma imkanı sunacağını düşünüyorlardı.

* Giyim tarzımızla, ne okuduğumuz, neye öfkelendiğimiz (nükleer enerji, denizlere dökülen deterjanlar), neyi takdir ettiğimizle çağa ayak uydurduğumuzu hissediyorduk, her durumda haklı olduğumuzdan emin olmamız da bundan kaynaklanıyordu.

Ebeveynlerimiz ve elli yaşın üstündekiler, gençleri anlamaya çalışma ısrarlarında bile başka bir zamana aittiler. Onların görüşleri, tavsiyeleri bizim için sadece malumattan ibaretti. 

* Aslında insanların istediği bir arada yaşamak değil, temiz, aydınlık dört duvar, merkezî ısıtma ve bir banyoydu sadece.

* Hiçbir şey, ne zeka ne eğitim ne güzellik, hiçbir şey bir kızın cinsel itibarı, yani evlilik piyasasındaki değeri kadar önem taşımıyordu, bunun da bekçisi, bayrağı kendi annelerinden devralan annelerdi.

* Hal ve gidişin ölçüsü emek, gayret ve iradeydi.

* Anlattıkları geçmişte savaşlardan ve açlıktan başka bir şey yoktu.

* Kişisel varoluşun günlük akışında Tarih pek bir anlam taşımıyordu. Gününe göre, kâh mutlu kâh mutsuzduk işte.

* Birtakım önde gelen insanların nasıl düşünmemiz, ne yapmamız gerektiğini dikte etmesi âdet halini almıştı.

* Unutmak için çabaladığımız, zihnimizden silmeye çalıştıkça inatla daha da yerleşen berbat cümleler, geçkin orospular gibisin.

* İnsanlar şiddeti ve dünyanın ikiye bölünmesini kanıksamıştı: Doğu/Batı, mujik Kruşçev/genç lider Kennedy, Peppone/Don Camillo, JEC/UEC, Humanité/Aurore”, Franco/Tito, Katolikler/Komünistler. Dışarıdaki Soğuk Savaş sayesinde içeride kendilerini rahat hissediyorlardı. Sendika söylevlerinin âdet yerini bulsun kabilinden harareti dışında, hallerinden şikayet etmiyorlardı...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder