30 Kasım 2020 Pazartesi

İHSAN OKTAY ANAR "PUSLU KITALAR ATLASI"



#İhsanOktayAnar 📚

Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar'ın yayımlanmış ilk romanıdır ve Türk Edebiyatı'nda felsefi romana ilk adımı İhsan Oktay Anar atmıştır. Yazıldığı teknik, içerdiği konular, tarihi, felsefi ve fantastik öğeleri bir arada bulundurması açısından önemli bir eserdir.

Roman 17.yy Kostantiniye’de (İstanbul) geçmektedir. Korsan Arap İhsan Efendi, İstanbul’a hayatını kurtaran Rendekar’ın “Zagon Üzerine Öttürme”  (Descartes "Yöntem Üzerine Konuşma") isimli kitabının çevirisini yaptırmak istemektedir. Arap İhsan’ın yeğenini ziyaret etmesiyle olaylar başlamaktadır, yeğeni Uzun İhsan Efendi seyyahlar gibi dünyayı gezmek ve haritalar çizmek isteyen ancak mahallesinden çıkacak cesareti olmayan biridir. Cesaretinin olmayışından da uyumasını sağlayan bir sıvı içerek uzun uykulara dalmakta ve çeşitli rüyalar görmektedir. Gördüğü bu rüyaları ise bir atlasa yazmaktadır. Uzun İhsan Efendi dayısı Arap İhsan Efendiye getirilen çeviriyi okuduktan sonra hayatında köklü değişimler yaşanmaya başlamıştır ve gerçekliğin doğası üzerine düşünmeye başlamıştır, varlık mı gerçek düş mü sorgusuna kapılan Uzun İhsan’ın uyku şurubu içip uykuya yatması  düşler görmesi ana hikaye çerçevesinde baba Uzun İhsan ve oğlu Bünyamin’in gördüğü düşleri iç içe öyküler şeklinde anlatan bir teknikle yazılmıştır. Altı bölümden oluşan romanda ana öykü ve ana öyküye bağlı diğer öyküler vardır. Romanın kurgu ve gerçekliği sorgulayan doğası, yaşanan olayların ikinci planda kalmasına yol açar. Üstkurmaca ilkesi temelde, romanın varoluş sürecini ve varoluş amacını okuyucuya sezdirmektir. Romanın görevi, kendi varoluşunu ve bu süreci anlatmaktır.Romandaki Uzun İhsan karakteri, üstkurmacanın ortasındaki kişidir. Gerçek ve kurmacanın arasında dolaşıp durur, roman boyunca yaşanılan her şey, görülen kahramanlar Uzun İhsan Efendi’nin zihninde dönüp duran bir düşten ibarettir. Yazarın, romanı yazma eylemine okuyucuyu da dâhil etmesi postmodern romanın temel esaslarındandır. Yazarın amacı hiçbir zaman gerçeği ve gerçekliği yansıtmak olmamıştır. 


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* .. Her taraf karanlıktı. Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?

* Düşlere dokunmak mümkün olabilir mi? Sana bu yüzden hem çok yakın, hem de çok uzağım.

* Sanki kasıtlı olarak karşıma çıkarılmıştın. Bu yüzden seni yakından incelemek istedim. Böylece güçsüzlüğün ve silikliğin ne olduğunu öğrenme fırsatı buldum. Aynı zamanda gücün ve her türlü iktidar tutkusunun da ne kadar büyük bir erdemsizlik olduğunu da bu sayede gördüm. Hayatta kalmak için bizler kadar çaba göstermiyordun. Yokedilmeye belki çoktan razıydın. Senin amacın varlığını sürdürmek değil de sanki bambaşka bir şeydi. Sen bir şahittin. Evet, artık bundan eminim. Kesinlikle bir kahraman değildin. O küstahça sözlerini de sanki biri kulağına fısıldıyor ve benimle adeta alay ediyordu. Sanki benim, onların ve herkesin başına gelen bütün şeyler senin görmen, öğrenmen içindi. Güçsüz biri olan sen, her çeşit iktidarın sahibi olan benim üzerimdeydin. Çünkü olaylara müdahale etmeden hepimizi gören, seyreden sendin. Seni ezdiğimizde ağlıyordun. Güçsüzlük belirtisi olarak yorumlanabilen bu şey aslında senin yaşamındı. Oysa biz taşlar kadar güçlü, bir o kadar da cansızdık. Gücün kendisinin ölüm olduğunu senden böylece öğrendim. Çünkü seni seyrettim. Ah! Keşke dünyayı da senin gibi seyredip, senin ona baktığın gibi bakabilseydim! Oysa ben ona bir güç malzemesi olarak bakıp onda kendi karanlığımı gördüm. Hayatım boyunca gördüğüm en iyi, en güzel şey sendin..

* Sana karşı hissettiklerimi anlatmama imkan yok. Bir duygu, anlaşılamıyorsa, duygu değildir zaten.

* Ötedünyada bir tek şey hissedeceğime eminim: Utanç. Belki de yıllardır, Kıyametten değil, bu duygudan kaçıyordum.

* "Görüyor musun?" dedi, "Bilme tutkusu insanları nasıl bir sona sürüklüyor. Görmek, duymak, bilmek ve öğrenmek isteyen şu zavallı cerraha gösterilmeyen saygı, sadece karanlığı, soğuğu ve sessizliği algılayan ve hiçliği bilen bir cesede gösteriliyor. Onu katleden bu insanlar evlerine döndüklerinde belki de çocuklarına Kubelik’in acı sonunu ibretle anlatacaklar ve bilginin tehlikelerini birer birer sayacaklar."

* "Sence tabiata etki eden kuvvetler içinde en büyüğü hangisi?"

"Emin değilim. Ama sen bunun akıl olduğunu söyleyeceksin galiba."

"Doğru cevabı verdin. Evet, akıl. Ateş dediğimiz güç nasıl ki odunla beslenirse akıl da bilgiyle beslenir."

* Gördüğün her şeyi merak etmeni anlayışla karşılıyorum. Ne var ki soruların cevabını öğrenebilmen için önce buna layık olduğunu göstermen gerekir. İçimden bir ses seni sınava çekmemi söylüyor. Belki de aynı ses sana bütün soruların cevabını fısıldayabilir. Ama belki de böyle bir yola başvurmadan bizzat sen bütün cevapları öğrenebilecek kadar güçlüsündür.

* Mesele, bu kez akılla değil duyguyla ilgiliydi.

* Hata yaptığı anda servetini, hatta canını kaybedebilecek olmayan insanların fikrine güvenilmez. Çünkü malı, canı, sevdikleri tehlikede olmayan biri doğru düşünemez. Bilgi tehlike ile ölçülür dediğimde kastettiklerim bunlardı.

* Bilgi tehlike ile ölçülür...

Bilgi doğru olmak zorundadır ve bilgin, hata yapmaktan ölümden korkar gibi korkar.

* "Eğer bu dünyadaki en büyük amacın bilmekse, daha öğreneceğin çok şey var. Belki de bunları benden öğreneceksin. Çünkü bazıları bilgiyi medresede, bazıları viranelerde ararken ben onu başka bir yerde arıyorum. Peki sen nerede arıyorsun?"

"Dünyada"

* Ben bu dünyaya bilmek için geldim. Benim için kutsal bir şey varsa o da bilgidir, gerek bu dünyanın, gerekse öte dünyanın bilgisi. Bu yüzden öğrendiklerimi akıl terazisinde tartıp doğru olup olmadıklarına bakarım.

* Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyolardı...

Dünyanın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran’ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı, dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.

* Adına Dünya dediğimiz kitabı oku.

* Bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir; çünkü O'nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu, yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı senin de yapmana yolaçmak istemiyorum. Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ..

* Cevaplarını bulamadığı sürece yaşadığı bu tuhaf dünyanın, alaca renkler ile dolu devasa bir boşluktan pek farkı olmayacaktı.

* Uykunun bir uyanış ve düşlerin de gerçeğin ta kendisi olduğu fikri kafasını meşgul etmeye başlamıştı

* Amaç, şüpheye götürmeyecek ilk kesin bilgiye varmaktı. Her bilgiden şüphe eden Rendekâr, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin var olduğu sonucunu çıkarıyordu ...

Düşünüyor olmasından kendisinin varlığı açık ve seçik olarak çıkıyordu. Fakat bu yolla insan, kendisinden başka hiçbir şeyin varlığını ispatlayamazdı.

* Kostantiniye "İstanbul"

Her milletten, her tabakadan, huyları, dinleri, dilleri farklı, fakat amaçları aynı olan insanların bulunduğu yerdi burası.

* Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, çiçekleri, kuşları ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?

* Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve er-bab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-i Kâinattan 7079 yıl, İsa Mesih'ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı.

* Mutlu yazar, azdır. Belki de yoktur. Ama mutlu okur vardır.

* Sanatın ifade edemediği hiçbir şey yoktur.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder