11 Kasım 2020 Çarşamba

OSCAR WİLDE " DORİAN GRAY'İN PORTRESİ "

 Ruhu Şeytana Sattıran Portre




#OscarWilde 📚

Oscar Wilde’ın yaşadığı 19. yüzyıl, sanayinin geliştiği, toplumun küçük bir kesiminin giderek zenginleşirken, çoğunluğun yoksul işsizlerden oluştuğu, suç işleme oranının giderek arttığı

İngiltere’de Viktorya Çağı olarak anılır.

Sanayi devriminin kitlelerde yarattığı tahribatın egemen olduğu Viktorya Dönemi'nde, İngiltere’de katı bir ahlakçılık egemendi.

Yönetimdeki soylu ve zengin sınıf, toplumun diğer kesimlerine dünyadan ellerini eteğini çekmelerinin, dine sarılmalarının, çektikleri çileye sabırla katlanmalarını vaaz ediyordu.

Orta sınıf, küçük esnaf, memurlar ve işçiler yoksulluklarına rağmen, içinde bulundukları durumu sorgulamak yerine, buna boyun eğip, kilise öğretilerine şükranla sıkı sıkıya sarılıyorlardı. Viktorya Dönemi'nde ahlaklı olmayı en çok savunan tutucular, gizliden gizliye kaçınılması gerektiği belirtilen günahların peşindeydiler. Bu çağın ahlakı; soyluların, zenginlerin çıkarlarını koruyan iki yüzlü bir ahlaki anlayışıydı ve

Oscar Wilde "Dorian Gray'in Portresi"nde bu iki yüzlülüğü, toplumunun değer yargılarındaki çıkarcılığı kaleme almış ve dönemi tersyüz etmiştir.

Gotik Edebiyatı'n önemli eserlerinden biri olan "Dorian Gray'in Portresi" ; Oscar Wilde'ın tek romanıdır. Eser; farklı görüşler elde edip, geliştirebilmek ve sorgulama amacıyla, dönemin panoramasını yansıtır ve eleştirir.


Dorian Gray gençliği ve güzelliğiyle insanları büyüleyen bir genç adamdır. Ressam Basil’in gözünde tapılacak kadar güzel ve bağımsız sanatını biçimlendirecek kadar etkilidir.

Herşey ressam Basil Hallward’ın ona tutulup bir portresini yapmasıyla başlar. Dorian bu sayede Basil’in insanları etkisi altına almayı başarabilen bir kişiliğe sahip arkadaşı Lord Henry ile tanışır. Lord Henry de Dorian’in güzelliği karşısında büyülenmiştir. Karşısındakileri etkileme becerisine sahip Lord Henry, hazcı felsefesiyle Dorian’ı da kısa zamanda etkisi altına alacak ve onun sefahat alemlerine sürüklenmesine vesile olur.

Olay örgüsünün oluşmasının başlangıç noktası olan ressam Basil Hallvard, sanata dair müthiş bir yeteneği olsa da hayatında çılgınlık olarak tanımlanabilecek tek şey Dorian Gray’e karşı hissettiği tutku olan sıradan bir kişiliktir. Kurguya yön veren kilit karakterlerden biri olmasına rağmen kitabın büyük çoğunluğunda varlığı değil, gölgesini hissedilir.

Basil'in tutku ateşiyle ortaya çıkardığı büyüleyici taplosu karşısında Dorian Gray'in, tıpkı "Narcissus" gibi kendi görüntüsüne aşık olmasına neden olur.

Basil onun portresini çizdiğinde aklına gelen ilk şey zamanla portredeki gibi genç görünemeyeceği için, tuvale yansıyan güzelliğini bile kıskanır. Lord Henry' nin güzelliğin dünyada en değerli şey olduğunu açıklaması üzerine yaşlandıkça bu güzelliğini kaybedeceğini düşünen Dorian

dehşete kapılır ve simgesel olarak ruhunu şeytana satacak bir dilekte; kendisi yerine bu portrenin yaşlanması, kendisinin ise güzelliğiyle, gençliğiyle bütün zevkleri yaşayabilme arzusunda bulunur.

Dorian Gray’in dileği gerçekleşecektir.

Dorian Gray, çok genç ve tecrübesiz olduğu zamanlarda bile çocuksu bir kibre sahiptir. Kıskançlığı ve güzel olduğunun farkında olmasının getirdiği kibir aslında içinde hep yer ediyor ve Lord Henry yalnızca daha önceden Dorian Gray’in tabiatına sirayet etmiş kötücüllüğü sözleriyle beslemiştir.

Yıllar ilerledikçe Dorian, her türlü hazza yelken açmış, kötülük ve günahlarla bezenmiş bir hayat sürdürmüş ama fiziksel açıdan hiç değişmemiştir, gençliği ve güzelliğini hep korumuştur. Buna karşılık portresi işlediği her günahla biraz daha çirkinleşir, her geçen yıl biraz daha yaşlanır. Öyle bir an gelir ki tablo iğrenç bir iblisin portresine dönüşür. Lanetten kurtulmasının yegane yolu tabloyu yok etmek olduğunu düşünen Dorian Gray aslında kendini öldürür.


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

*Vicdan ve korkaklık aslında aynı şeylerdir. Vicdan dediğimiz şey şirketin ticari adıdır. Hepsi bu.

*Bir insanı etkilemek demek, ona kendi ruhunu vermek demektir. Etki altında kalan kişi artık kendi doğal düşünceleriyle düşünemez ve kendi doğal tutkularıyla yanıp tutuşamaz. Erdemleri bile ona gerçekmiş gibi gelmez. Günahları ise , şayet günah denen bir şey varsa, ödünç alınmıştır. Bu kişi, başkasına ait olan bir bestenin sadece yankısı olabilir ya da kendisi için yazılmamış bir rolün oyuncusudur sadece.

*Hayatın amacı insanın kendisini geliştirmesidir. Her birimiz bu dünyaya doğamızın gerektirdiklerini eksiksiz olarak gerçekleştirmek için geldik ama günümüzde insanlar kendilerinden korkar oldular. Görevlerin en yücesini, yani insanın kendisine karşı olan, kendisine güvenmekle ilgili görevini unutmuş durumdalar. Hayır işleri yaptıkları bir gerçek. Açları doyuruyorlar, çıplakları giydiriyorlar ama kendi ruhlarını aç ve çıplak bırakıyorlar.

*Var olan her muhteşem şeyin arkasında, trajik bir olay saklıydı. En küçük bir çiçeğin bile infilak eder gibi açılabilmesi için, dünyada büyük acılar yaşanmalıydı.

*Günümüzde insanlar her şeyi fiyatını çok iyi biliyorlar ama hiçbir şeyin değerinden haberleri yok.

*Benim tanıdığım tüm ressamlar içinde kişisel anlamda hoş olanların tümü kötü sanatçılar. İyi sanatçılar yarattıkları eserlerle vardırlar, o yüzden de kişilik olarak hiç ilginç değillerdir. Büyük bir şair, ama gerçekten de büyük bir şair yaratıkların içinde en şiirsel olmayandır ama alt düzeyde olanlar fevkalade büyüleyicidirler. Kafiyeleri ne kadar berbat olursa, göze o kadar pitoreks görünürler. İkinci sınıf sonelerden oluşan bir kitap bastırmış olmak bu adamları oldukça dayanılmaz kılar. Onlar yazamadıkları şiirleri yaşarlar. Diğerleri ise yaşamaya asla cesaret edemedikleri şiirleri yazarlar.

*Gelişmesi engellenmiş olanın dışında, hiçbir hayat berbat değildir. Bir insan doğasını mahvetmek istiyorsan, yapacağın tek bir şey vardır: Onu kalafata çekmek.

*İnsan başkalarıyla uyumlu olmaya zorlandığında, kendisiyle uyumsuzluğa düşer.

*İnsanların bilge olamayacak kadar çok okudukları ve güzelliklerini kaybedecek kadar düşündükleri bir çağda yaşıyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder