15 Haziran 2021 Salı

ERNEST HEMİNGWAY "ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR"

 #ErnestHemingway 📚

Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Amerikalı yazar ve gazeteci Ernest Hemingway tarafından 1940 yılında yazılmış savaş karşıtı bir romandır. 

Kitabın adı, şair John Donne'ın vaazlarından birinden alıntıdır. 

Otobiyografik bir özellikte olan roman, Ernest Hemingway’in kendi yaşamından izler taşır. İspanya İç Savaşı sırasında muhabirlik yaparak romanda geçen pek çok olaya tanıklık etmiştir. Ernest Hemingway bir gazeteci ve yazar olarak katıldığı İspanya İç Savaşı'nda gözlemlediği Franco'ya karşı savaşan bir gerilla grubunu da yakından tanıma fırsatı bulmuş, eserinde bu gerilla gruplarının yaptıkları mücadeleleri dile getirmiştir.

Macera türünde bir savaş romanı kurgusu özelliği taşıyan eserde, İspanyol İç Savaşı sırasında dağlarda savaşan gerilla güçleri arasında yer alan bir profesörün gözünden savaşın anlamsızlığı anlatılmaktadır. Savaşta verilen mücadelelerin zorluğu, ödenen bedellerin derinliği sorgulanmaktadır. İdealleri uğruna ölümü göze alan insanların duygularını ve kahramanlıklarını bu atmosferde yaşanan aşkların gerçekliğini ele almış, dağda kol kola gezen yaşamla ölüm , cesaretle korku, umutla çaresizlik temaları başarıyla yansıtılmıştır.

Eser, aynı adla 1943 yılında sinemaya uyarlanmış, yönetmenliğini ve yapımcılığını Sam Wood'un üstlendiği filmin başrollerini Gary Cooper ve Ingrid Bergman, paylaşmışlardır. 


İnsan ada değildir, 

Bütün de değildir tek başına,

Ana karanın bir parçası,

Okyanusun bir damlasıdır;

Bir kum tanesini bile alıp götürse deniz,

Küçülür Avrupa.

Sanki kaybolan bir burunmuş,

dostlarının ya da senin bir yurdunmuş gibi;

Bir insanın ölümüyle eksilirim ben,

çünkü bir parçasıyım insanlığın;

İşte bu yüzden sorma “çanlar kimin için çalıyor?” diye, 

çanlar senin için çalıyor.


John Donne




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Üzüntü güneş doğunca silinir gider. Sis gibidir o.

* "Onları öldürmekle hiçbir şeyi öğretemezsin" dedi.

"Onları yok edemezsin, çünkü tohumların çoğu, daha büyük bir düşmanlıkla çoğalırlar.

* Burnum yassıdır,

Yüzüm karadır,

Ama yine de bir insanım.

* "Seninle sanki, uzun yıllardır seni tanıyormuşum gibi konuşuyorum."

“Öyledir... İnsanlar birbirlerini anladıkları zaman.”

* İnsan üzerinde düşününce iyi insanların hepsinin de neşeli olduklarını görüyordu. Neşeli olmak daha iyidi ve bir şeyinde de işaretiydi. Bu yaşarken ölümsüzlüğe ulaşmak gibi bir şeydi.

* Yararsız yolculuklarda daha çabuk ölürsün

* Öğrendiklerin değildir önemli olan, tanıştığın insanlardır.

* Hüzünlü de olsam seni gördüğüm zaman neşeleniyorum.

* Şimdiden başka hiçbir şey yoktur. Ne dün vardır, ne de bir yarın vardır. Bunu bilinceye kadar kaç yaşına varman gerekiyor?

* Denemedikten sonra olanaksız olduklarını nasıl bilebilirsin?

* Ama bu kötülük değildi. Yalnızca onun hayata tutunmak isteğiydi.

* Bütün o çırpınmalarının nedeni şuydu: çünkü kendi yitirdiğini başkalarının da yitirmesini istemiyordu ve sonra o zamanın yitik olduğunu kabul etme düşüncesi doğrusu yutulacak lokma değildi.

* Zaman yok, mutluluk yok, eğlenmek yok, çocuklar yok, bir ev yok, bir banyo yok, bir temiz pijama yok, sabah gazetesi yok, birlikte uyanmak yok, uyanıp onun orada olduğunu bilmek ve kendisinin de yalnız olmadığını bilmek yok. Hayır. Bunların hiçbiri. Ama niçin, hayatta sahip olmak istediğin tek şey bu iken, ve sen onu bulmuşken, niçin çarşaflı bir yatakta bir gececik geçirememek?

* İnsan ölümden korksa da korkmasa da, ölümü kabul etmek zordur.

* Dizlerinin üzerinde yaşamaktansa, ayaklarının üzerinde öl.

* Kara cahillerle, kendini beğenmiş dalgacılar arasında sıkışıp kaldık. Ama bunların ilkini eğiteceğiz, ikincileri de ortadan kaldıracağız.

* Yalnızca biraz geç rastladın ona, hepsi bu

* Öfkelenmek korkmak kadar kötüdür.

* Özgürlükten daha ciddi bir şey yoktur.

* Kağıdın kanı akmaz.

* Uğruna savaştığımız her şeyi nasıl seviyorsam, öyle seviyorum seni de. Özgürlüğü, insan onurunu sevdiğim gibi seviyorum seni, tüm insanların çalışma hakkını, aç kalmama hakkını sevdiğim gibi seviyorum seni. Seni, savunduğumuz Madrid'i sevdiğim gibi, ölen tüm yoldaşlarımı sevdiğim gibi seviyorum.

* Birini seviyorum diye kendini aldatayım deme. İnsanların çoğu buna sahip olamayacak kadar talihsizdir. Daha önce sen de sahip değildin buna, şimdiyse sahipsin. Onunla ilişkin, ister yalnızca bugün, biraz da yarın sürsün, isterse uzun bir yaşam boyunca sürsün, insanoğlunun başına gelebilecek en önemli şeydir. Bunun var olmadığını söyleyen insanlar olacaktır her zaman, çünkü onlar buna sahip olamazlar. Ama ben sana bunun doğru olduğunu, senin buna sahip olduğunu ve yarın ölecek bile olsan şanslı olduğunu söylüyorum.

* Bir tek şimdi var ve bu şimdi yalnızca iki gün ise, demek ömrün iki günmüş ve bu iki günün içindeki her şey iyi olmalı. İki gün içinde belki de bir ömrü yaşarsın. Yakınmayı bir yana bırakır da asla elde edemeyeceğin şeyi istemekten vazgeçersen, ömrün güzel geçecek demektir. 

* Bence yetmiş saatte, yetmiş yılda yaşanacak kadar dolu dolu yaşanabilir; yeter ki yaşamın bu yetmiş saatin başladığı zamana değin dolu dolu geçmiş olsun, sen de belirli bir yaşa gelmiş ol.

* Oysa hayat, tepenin yamacında, rüzgâr altında başakları dalgalanan bir ekin tarlasıydı. Hayat, gökteki atmacaydı. Hayat, tahılın savrulduğu, samanların uçuştuğu harman yerinde, tozlar arasında duran bir testi suydu.

* Biz çok zor bir zamanda dünyaya gelmişiz, diye düşündü. Başka zamanda dünyaya gelseydik, herhalde şimdikinden daha kolay olurdu yaşamak. Hepimiz ıstırap çekmeye idmanlı olduğumuz için fazla ıstırap çekmiyoruz. Istırap çekenler, bu iklime uygun olmayanlardır. Güç kararlar verilmesinin gerektiği bir zamanda yaşıyoruz. Faşistler saldırdılar ve bize kararımızı verdirdiler. Biz yaşamak için savaşıyoruz.

* Öldüğün zaman ne hangi ulustan olduğun, ne de hangi siyasete bağlı olduğun anlaşılır.






9 Haziran 2021 Çarşamba

VERGİLİUS "AENEAS DESTANI"

#Vergilius 📚



#AeneasDestanı 📖

Romalı şair Vergilius’un yazdığı, en büyük epik şiirlerinden biri olan "Aeneas Destanı" on iki kitaptan oluşmaktadır.

Vergilius, eserinde Yunanlı şair Homeros’un İlyada ve Odysseia Destanlarını örnek almıştır ve kitap, İlyada Destanı'nda geçen Troya Savaşı'nın devamı niteliğindedir.

Eserin ilk yarısında Troya’lı kahraman Aineias’ın Troya alındıktan sonra yabancı ülkelerde dolaşma serüvenini anlatır, diğer yarısında ise Aineias’ın İtalya'da yaptığı savaşlara yer verilir.

Eserde Roma'nın kuruluş hikayesi yarım kalır, eseri tamamlamak için pek çok şair niyetlenmiş ama Augustus tarafından bu kesinlikle yasaklanmış eser Vergilius'un bıraktığı şekilde kalmıştır.

Troya’nın düşmesinden sonra Aineias, İtalya’ya giderken, Tanrılar Kraliçesi İuno’nun gönderdiği bir fırtına gemisini batırır; Aineias Afrika’ya çıkar. Orada Kartaca Kraliçesi Dido'dan yardım ister ve isteği kabul edilir. Aphrodite’nin tesiriyle Dido delikanlıya aşık olur, onunla evlenmek ister. Tanrıların habercisi Mercurius gönderilerek Aineias’a yoluna devam etmesi bildirlir. Aineias gemileriyle italya’ya hareket edince Dido, üzüntüden kendini öldürür.

Aineias İtalya’ya döndüğü vakit falcı Sibyl onu yeraltına götürerek babasıyla görüştürür, babası ona kudretli bir ırkın kurucusu olacağını söyler. Bunun üzerine Aineias, Latium’a giderek, komşu bir devlet kıralının kızı Lavinia ile evlenmek üzere savaşlara katılır, yaptığı savaşlarda başarı kazanır ve Lavinia ile evlenir, bu evlilikten gelen soyu Roma'yı kurar. 



Publius Vergilius Maro 📕

(İ.Ö. 70 Andres/Kuzey İtalya-19 Brundisium, bugünkü Brindisi), 

Lâtin şairi.

Roma İmparatorluğu'nun destanı olarak kabul edilen Aeneas'ın yazarıdır.

Dante İlahi Komedya eserinde insan aklının simgesi olarak belirtir. Vergilius bu eserde Cehennem'de Dante'yi gezdirmeye yardımcı olmuştur.

Vergilius, Roma tarihinin en karışık çağlarından birinde yetişti.

 "Çoban Şiirleri" adlı yapıtını yayımladıktan sonra İmparator Augustus'un ve sarayın, çağının edebî çevrelerinin ve Romalıların saygısını kazandı. Koruyucularının cömertliği sayesinde zengin bir insan oldu. Eski Roma'nın en büyük şairi olarak kabul edilir. On şiirden oluşan "Bucolica"da (Çoban Şiirleri, İ.Ö. 42-39) gerçek bir doğa tutkusunu ve derin bir insanlık sevgisini dile getirir. Vergilius'un ikinci yapıtı olan "Georgica" (Kır Yaşamı, İ.Ö. 39-29) dört kitaptan oluşur. Yazar her bir kitapta biçimsel olarak çiftçilik, bağcılık, hayvancılık ve arıcılık konularını işler. Yaşamın esrarı, barış, savaş, üreme ve ölüm gibi insanoğlunun temel sorunları, onu en fazla ilgilendiren konulardır. Vergilius'un başyapıtı sayılan "Aeneis" (Aeneas Destanı), Lâtin şiir sanatının en önemli ve en ünlü yapıtıdır. Roma'yı kuranların soyunu Troya'ya, krallık ailesinden gelen Aeneas'a dayandıran çeşitli destanları kaynak alan şair, yapıtını öncelikle Homeros'un destanlarına benzetmeye çalışmıştır.




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Ne yana

Baksan acı, üzüntü, yıkım, ölüm görüntüleri.

* Herkes öldürür sevdiğini

Biz, Argoslulara yenilmiş, mutsuz Troyalılardan kalanlar,

Yersiz, denizlerde, karalarda dolaşan, sen barındırdın

İlinde, konutlarında, yardım ettin, ödenmez iyiliğin

Ey Dido. Aşar bizim de, Dardanosların da gücünü.

Dilerim, evrende, tanrılar arasında doğruluk varsa

İyilik geçerliyse, tanrılar da, seni mutlu kılarlar.

* Gelemedi güzel günler güneşli günler halen

Bitecek savaşlar, başlayacak mutlu çağlar.

Egemen olacak yeryüzünde güzel tüze, güven, barış

* ..Nice yıllar geçecek aradan

Egemen olacak Assaracus soyu Phtia'ya,

Ünlü Mycenaia'ya vuracak Argosluları boyunduruğa.

Caesar gelecek görkemli Troya soyundan,

Varacak ünü yıldızlara, egemenliği Okyanuslara

* "..Dayanın, direnin

Daha güzel bir gelecek için, çabalayın."

Böyle dedi Aeneas, kaygılı yüzünde umut

ışığı, gönlünde daraltan, bunaltan derin acı.

* Bir yiğidin savaşlarıdır anlattığım, Troya'dan

İlkin İtalya'ya, Lavinum kıyılarına, yazının

Gönderdiği.

* Belki mutsuzları da bekleyen iyi günler vardır.

* Zaman, kötü günlerin kaypak gidişini mutluluğa,

Döndürüverir çok defa. Kader adımlarını

Almaşalı atarak oyun eder insanlara,

Oturtur yeni baştan sağlam bir yere onları.

* "Herkesin günü belirlidir, her insanın ömrü kısadır, değişmez bu. Ama başarılarıyla yaymak ününü, ancak erdeme düşen bir iştir.”

* Boş umutlarla oyalar alçak adam bağrı yanık sevdalıyı.

* "Ekinle toprak sevişmedikçe, sarmaş dolaş olmadıkça tahılın yetişmesi umuda kalır, umudun sonu gelmez.."

*  Ruhumuz kaygılardan bin bir parçaya bölünür.

* Eski cesaretine kavuşsun yüreğiniz, atın kederi, korkuyu! Gün olur anarsınız seve seve bunları bile... Dayanın benim can kardeşlerim. Koruyun kendinizi iyi, mutlu günler için!

* Bunları düşündükçe alev alev yanar yüreği,

Uzaklaştırır Latium’dan tüm denizlere savrulmuş Troiaları;

Greklerin, taş kalpli Achilles’in elinden kurtulanları.

Kaderler katar önüne bu insanları, yıllar yılı dolaştırır durur bütün denizlerde:

Öyle güçtü bu iş; Roma soyunu yaratmak, öyle zor!

* Güçlüdür zaman çehresini değiştirmek için dünyanın.

* Ah, neden anlar ki rahipler, biliciler! Adaklar, tapınaklar ne işine yarar çılgın bir ruhun?

* Ölelim haydi, dalalım silahların içine!

Hem kurtuluştan umut kesmek, yenilmişler için tek kurtuluş umududur!

* Yedi tepesini çevirecek çok hisarla.

(Yedi tepeli şehirler: Roma ve İstanbul)




CHARLES DİCKENS "İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ"

#CharlesDickens 📚 #İkiŞehrinHikayesi 📖

Orijinal ismi  "A Tale of Two Cities" olan eser Charles Dickens'in 1859 yılında önce tefrika halinde yayımlanan daha sonra roman halinde basılan başyapıtlarından biridir.

Olay örgüsü Fransız Devrimi sırasında ve daha öncesinde Fransa'nın Paris ve İngiltere'nin Londra şehirlerinde geçen olayları kapsamaktadır. Tarihî ve dönem romanı özelliği taşıyan "İki Şehrin Hikayesi"nde yazar, Fransız İhtilali'nin kötü olan diğer yüzünü göstermeye, İhtilal öncesi ve sonrasında burjuva ve aristokrasi arasındaki kanlı çatışmaları ve olayların görünmeyen arka yüzünü gerçekçi bir kurguyla aktarmıştır. 

Yapıtın giriş cümlesi "Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana -sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi" edebiyat literatüründe geniş bir üne sahiptir.

Dr. Manetta Paris’te bir hapishanede aristokratlar yüzünden suçsuz yere 18 yıl yatar. Bu yüzden akli dengesi bozulur. Londra’da yaşamakta olan kızı Lucia, eski bir aile dostuyla Paris’e gider ve orada babasının hayatta olduğunu öğrenir. Birlikte Londra’ya dönerler. Bir süre sonra Fransa’da yaşayan aristokrat bir ailenin oğlu olan Charles Darney ile tanışırlar. Aristokratlardan nefret eden Darney, Lucia’ya aşık olur ve onunla evlenir.

Kızları altı yaşına geldiğinde Fransa’da ihtilal başlar. İhtilalciler Darney’in ailesini cezalandırırlar. Aileden sadece Darney hayatta kalır. Darney ailesinin zarar verdiği kişilere ailesi adına tazminat vermek üzere Paris’e gider. Ancak aristokrat olduğu gerekçesiyle tutuklanır. Haber İngiltere’ye ulaşır ulaşmaz Dr. Manetta ve Lucia Darney’i kurtarmak için Paris’e gelirler. İhtilalcilerin Darney’in ailesine karşı duydukları nefret o kadar derindir ki Darney mahkemeye çıkarılmadan bir buçuk yıl hapis kalır. Bu arada karısıyla bile görüştürülmez. Sonunda yargılanır ve halkın saygı duyduğu Dr.Manetta’nın damadı lehine tanıklığı sayesinde serbest kalır. Fakat Paris’ten çıkmasına izin verilmez. Bir süre sonra yeniden tutuklanır. Dr.Manetta’nın en yakın dostları Defargeler, Darney’i halk düşmanı ilan etmiştir. Darney idama mahkûm edilir. Lucia’yı derin bir aşkla seven Avukat Carton, Lucia’yı mutlu etmek için Darney’i hücresinde ziyaret eder. Darney’le birbirlerine çok benzemektedirler. Kıyafetlerini değiştirirler ve Carton Darney’in yerine giyotine gider. Darney, Lucia ve kızını alarak Paris’ten kaçar.

🎬

Eserin aynı adla ve kitapta uyarlanmış " A Tale of Two Cities " adıyla, yönetmenliğini,  Jack Conway,  Robert Z. Leonard ‘ın üstlendiği 1935 – ABD yapımı bir filmi de çekilmiştir. 


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana -sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.

* Onca kalabalığa rağmen bu nasıl bir yalnızlık!

* Kimsenin kimseye güvendiği yoktu.

* Beklentisi olmamalı insanın, yoksa hep hayal kırıklığına uğrarsınız.

* İyi bir şeye sahip olup onu yitirmek mi yoksa ona hiç sahip olmamak mı daha iyi ?

* Tekrar buluşacağız, bu dünyadan yorgun ayrılanların huzura kavuştuğu o yerde!

* Henüz kendimi bu dünyaya ait

hissetmiyorum...

* Şu bir gerçek ki her insan diğerleri için derin bir sır ve gizemdir.

* Onun için üzül ama ona engel olma.

* Bu şehrin, içinden geçtiğim herhangi bir mezarlığında yatan onca kişi arasında, biz yaşayanların birbirimiz için olduğumuzdan daha büyük bir muamma var mıdır?

* Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.

* Şu bir gerçek ki her insan diğerleri için derin bir sır ve gizemdir. Gece vakti büyük bir şehre girdiğimizde, birbirinin üzerine kümelenmiş evlerdeki her bir insan kendi sırrıyla kapatır evinin kapısını. Ve her bir odadaki insan sırlarını da hapseder odasına. Oradaki yüzlerce, binlerce göğüste atan yüreklerden her biri en yakınındaki kalp için bile bir sırdır.

* Sanki bir ölü gibi terk edildim işte

* Bir gün yorgun bedenlerin dinlendiği yerde yeniden buluşacağız.

* Güneş hüzünlü hüzünlü yükseldi; güneşin üzerine vurduğu hiçbir şey, sahip olduğu yetenekleri ve güzel duyguları kullanma becerisinden yoksun, kendi yararı ve

mutluluğu için bir şeyler yapmayı beceremeyen, dahası bu feci halinin farkında olan ve bu feci halin onu tüketmesi pahasına kendinden vazgeçen bu adamdan daha hüzünlü değildi.

* Kendinle ilgili neyi değiştirdin şu  hayatta? Kaybettiğin ve olabileceğin şeyleri sana göstermesi onu sevmek için iyi bir neden olabilir!


#CharlesDickens 📚

(7 Şubat 1812, Landport, Portsmouth, Birleşik Krallık -  9 Haziran 1870, Gads Hill Place, Birleşik Krallık )


İngiliz edebiyatının realist yazarlarından biri olan Charles Dickens, eserlerinde kahramanlarını hayatın içinden seçip, toplumsal sorunları irdelemiş, sosyal konular üzerinde durmuş ve yoksulluk kavramını vurgulamıştır.


Eserleri


·         Bay Pikvik'in Maceraları (1837)

·         Oliver Twist (1839)

·         Nicholas Nickelby (1839)

·         Antikacı Dükkanı (1841)

·         Bir Noel Şarkısı (1843)

·         Martin Chuzzlewit (1844)

·         David Copperfield (1850)

·         Kasvetli Ev (1853)

·         Zor Yıllar (1854)

·         İki Şehrin Hikayesi (1859)

·         Büyük Umutlar (1861)

·         Müşterek Dostumuz (1865)

·         Dombey ve Oğlu (1846-1848)






5 Haziran 2021 Cumartesi

TOLSTOY " ÇOCUKLUK & İLK GENÇLİK & GENÇLİK"

#Tolstoy 📚

 KRONOLOJİK SIRAYLA TOLSTOY ESERLERİ 📚

Çocukluk, Gençlik, İlkgençlik (İletişim Yayınları) (1852 - 1857)

Öyküler (İletişim Yayınları) (1856 - 1906)

Sivastopol (İş Bankası Kültür Yayınları) (1855 - 1856)

Aile Mutluluğu (İletişim Yayınları) (1859)

Dekabristler (Helikopter Yayınları) (1860 - 1884)

Kazaklar (İş Bankası Kültür Yayınları) (1863)

Savaş ve Barış (İş Bankası Kültür Yayınları) (1869)

Kafkas Tutsağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1872)

Anna Karenina (İş Bankası Kültür Yayınları) (1877)

İtiraflarım (Antik Yayınları) (1880)

İncil’in Kısa Bir Özeti (Everest Yayınları) (1883)

İnsan Neyle Yaşar? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1885)

İvan İlyiç'in Ölümü (Can Yayınları) (1886)

Şeytan - Peder Sergi (İş Bankası Kültür Yayınları) (1889)

Kreutzer Sonat (İş Bankası Kültür Yayınları) (1889)

Efendi ile Uşağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1895)

Sanat Nedir? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1897)

Diriliş (İş Bankası Kültür Yayınları) (1899)

Sahte Para Kuponu (İletişim Yayınları) (1900-1910)

Din Nedir? (Kaknüs Yayınları) (1902)

Balodan Sonra (Helikopter Yayınları) (1903)

Bilgelik Kitabı (Az Kitap) (1906)

Hacı Murat (Can Yayınları) (1912 - 1917)



#LevTolstoy 📚 #Çocukluk #İlkGençlik #Gençlik 📚



Tolstoy, edebiyatçı kimliğinin yanı sıra  filozof, ilahiyatçı, eğitimci kimliklerini de kitaplarına yansıtır ve her bir kimliğiyle ürettiği düşüncelerini eserlerindeki karakterler üzerinden aktarır.


Edebiyata bir mesaj gözüyle bakan Tolstoy, romanlarında, toplumun statü farkına, eğitim sorunlarına, felsefi bakış açılarına, ahlaki yapılarına kadar pek çok konu hakkında görüşler ileri sürerek hayatımızı anlamamız ve onu iyi şekilde yönlendirmemizi sağlamayı amaçlar.


Tolstoy’un yazdığı otobiyografik özellikler taşıyan "Çocukluk", "İlk gençlik", "Gençlik" üçlemesi yazarın yayımlanan ilk eserleridir. Tolstoy Çocukluk, İlk gençlik, Gençlik’te kendi hayatından izlerle ana karakter Nikolenka’nın iç dünyasını keşfe çıkartır. Küçük yaştan itibaren büyüyüp gelişmesi, kahramanın annesi, babası, kardeşleri, evlerinde çalışanlar ve öğretmenleriyle ilişkisini sunarken, arka planda kişiliğinin nasıl şekillendiği adım adım aktarılır.

Tolstoy, kendi sosyal gerçeğinden yola çıkarak dünyaya açılan penceresi sunduğu eserlerinin başlangıcı olan "Çocukluk" geriye dönüşlerle başlayan otobiyografik bir kitaptır, yazıldığı dönemin trajik toplum hayatı, anne-baba sevgisi, eğitim sistemi ve sevgiye dair birçok konuyu ele almaktadır. Çocukluktan gençliğe uzanan bu yolculuk yalın ve yapmacıksız bir dille sunulmaktadır.


İlkgençlik, büyük Rus yazar Lev Tolstoy'un otobiyografik nitelikteki üçlemesinin ikinci kitabıdır. Yayımlanmış ilk eseri Çocukluk'tan sonra İlkgençlik adlı yapıtında Tolstoy, ana karakter Nikolay İrtenyev'in kalabalık aile yaşantısını, annesinin ölümünü, aldığı eğitimi, ilk gençlik bocamalarını, varlık ile yokluğun idrakine varışını, ilk felsefi görüşlerini, aşkı ve acıyı samimi bir dil ve yalın bir üslupla anlatmaktadır.


Tolstoy’un otobiyografik nitelikteki üçlemesinin son kitabı olan Gençlik, ilk iki kitap olan Çocukluk ve İlkgençlik’ten sonra ana karakter Nikolay İrtenyev’in üniversiteye hazırlanışını ve girişini, kurduğu yeni arkadaşlıkları ve bu çerçevede şekillenen kişiliğini, sevgiye dair ve insanları sınıflandırmaya dair ilk düşüncelerini ustaca bir dille anlatmaktaktadır.



ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

ÇOCUKLUK 📖

* Ancak çok güçlü sevebilen insanlar, çok güçlü üzüntüler de yaşayabilirler; fakat bu sevme ihtiyacı üzüntüye karşı koymalarını sağlar ve onları iyileştirir. Bu yüzden insanın ruhsal yapısı, fiziksel yapısından daha canlıdır. Üzüntü hiçbir zaman insanı öldürmez.

* Kibir, gerçek üzüntüyle en bağdaşmayan duygudur. Bununla birlikte bu duygu insanın yapısına öyle işlemiştir ki, insan en büyük üzüntüyü çekerken bile onu çok ender olarak uzaklaştırabilir. Kederde kibirlilik, üzgün veya talihsiz ya da katı yürekli görünme isteğiyle ortaya konur ve itiraf edemediğimiz, ama hemen hemen hiçbir zaman, hatta en büyük bir üzüntüde bile bizi bırakmayan bu bayağı istekler, üzüntümüzü güçten, erdemden ve içtenlikten yoksun bırakır.

* Gerçeğin yerini yeniden hayaller alıyordu, sonra gerçek bilinci yine hayalleri yıkıyordu.

* Dostluğa, sevgiye, saygıya, yani her şeye giden yol bana kapalı...

* Utangaç insanların ızdırabı, haklarında oluşan düşünceyi bilmemekten kaynaklanır; bu düşünce -ne olursa olsun- açıkça ifade edilir edilmez ızdırap sona erer.

* Duyguların ifade edilmesi çocukluğun kanıtıydı ve duygusal davranmaktan kendini alamayan kişi de hala çocuk demekti. Büyükleri ilişkilerinde dikkatli ve soğuk davranmaya götüren acı deneylerden henüz geçmeyen bizler, büyüklere öykünmek gibi tuhaf bir istek yüzünden tatlı çocukluk sevgilerinin tertemiz hazlarından yoksun bırakırdık kendimizi.

* Çocukken büyüklere benzemeye çalışırken, çocukluktan çıktıktan sonra çocuklara benzemek istemem ne kadar garip bir şey.

* Her türden özgünlüğün büyük bir düşmanıydı, özgünlüğün kötü insanların kurnazlığı olduğunu söylerdi.

* Maman yüzümde güzel bir şey bulma çabasıyla zeki gözlerim , hoş bir gülümsemem olduğunu söylüyordu , sonunda babamın ileri sürdüğü kanıtlar ve gözle görünen gerçek karşısında teslim olarak çirkinliğimi kabul etmek zorunda kalmıştı; daha sonra yemek için ona teşekkür ettiğimde yanağımı okşamış ve şöyle demişti:

- Şunu bil ki, hiç kimse seni yüzünden dolayı sevmeyecek; bu nedenle akıllı ve iyi bir çocuk olmaya çalışmalısın.

Bu sözler, beni sadece yakışıklı olmadığıma inandırmakla kalmamış, aynı zamanda mutlaka iyi ve akıllı bir çocuk olmam gerektiğine de inandırmıştı.

Yine de sık sık umutsuzluğa kapılırdım: Benim gibi bu kadar yayvan burunlu, bu kadar kalın dudaklı ve bu kadar küçük gri gözlü bir insan için dünyada mutluluk diye bir şeyin olmayacağını düşünürdüm; Tanrı'dan bir mucize göstermesini, beni yakışıklı biri haline dönüştürmesini isterdim, şu anda sahip olduğum ve gelecekte sahip olabileceğim her şeyi güzel bir yüz uğruna verebilirdim.

* Utangaçlık duygusunu yaşayanlar bu duygunun zamanla doğru orantılı olduğunu, kararlılıktaysa tam tersinin yaşandığını bilirler; yani bu durum uzadıkça utangaçlık duygusu aşılmaz hale gelir, kararlılıksa gittikçe azalır.

* Yoksa yaşam, gözyaşlarını ve heyecanları benden sonsuza dek uzaklaştıracak kadar ağır izler mi bıraktı yüreğimde? Yoksa yalnız anılar mı kaldı?

* Tanrı'nın herkese mutluluk vermesi, herkesin hoşnut olması ve ertesi gün gezebilecek kadar iyi olması için biraz daha dua ederim ve öbür tarafa dönerim, düşünceler ve hayaller birbirine karışır, yüzüm gözyaşlarımdan hala ıslak, sakin, rahat uyurum. Çocuklukta sahip olduğum bu tazelik, bu kaygısızlık, bu sevilme isteği ve inanma gücü başka bir zaman geri gelir mi?

* Bir daha geri gelmeyecek mutlu çocukluk dönemi! Çocukluk anılarını nasıl sevmez, nasıl üstüne titremez insan? Bu anılar ruhumu canlandırır, yüceltir ve benim için en güzel zevklerin kaynağıdır.

* İyi bir iş yapmak için kendisini izleyen birilerine ihtiyaç duyanlardandı.Ve ancak izleyenlerin iyi dediklerini iyi kabul ederdi

* Yaşamın herkesçe bilinen, küçük sıkıntılarla ve üzüntülerle dolu karanlık yanını başkalarından saklamayı ve kendinden uzaklaştırmayı o kadar iyi bilirdi ki, onu kıskanmamak olanaksızdı.

* Gerçeklere göre düşünürsek o zaman oyun diye bir şey olmaz. Peki oyunlar olmazsa geriye ne kalır?

* Bence yüz güzelliği denilen şey yalnızca gülümsemedir: Gülümseme yüze güzellik katıyorsa o yüz çok güzeldir; gülümseme yüzü değiştiriyorsa o yüz sıradan bir yüzdür; gülümseme yüzü bozuyorsa o zaman bu çirkin bir yüzdür.

* Sevdiğin bir varlığın hatlarını hayalinde canlandırmaya çalıştığında geçmişten o kadar çok anı belirir ki, bu anıları, gözyaşları arasındaymış gibi bulanık görürsün. Bunlar hayalgücünün gözyaşlarıdır.

İLKGENÇLİK 📖

* Tüm insanlığı düzeltmek, bütün çirkinlikleri ve insanların mutsuzluklarını ortadan kaldırmak gerçekleştirilebilecek şeyler gibi geliyordu, kendi kendini düzeltmek, bütün erdemleri içselleştirmek ve mutlu olmak çok kolay ve basit görünüyordu.

Bununla birlikte, bu soylu gençlik hayalleri gülünç birer hayal midir ve bu hayallerin gerçekleşmemesinde suçlu kimdir bir tek Tanrı bilir...

* Gençlikte henüz akla değer verir, ona inanırsın. Gençlikte ruhunun bütün güçleri geleceğe yöneliktir, gelecek de geçmişin deneyimlerine değil, hayali bir mutluluk olasılığına dayanan umudun etkisi altında öyle çeşitli, canlı ve büyüleyici şekiller alır ki, gelecekteki mutluluk üzerine kurulan, sadece anlaşılabilir ve paylaşılabilir hayaller bu yaşın gerçek mutluluğunu oluşturur.

* Ömrüm boyunca bana daha pek çok zarar verecek olan en önemli kusurum dışında, yani gereksiz yere her şeye kafa yorma hevesim dışında ilkgençlik kusurlarımdan yavaş yavaş kurtulmaya başlıyordum.

* Eskisi gibi çirkinim ve eskisi gibi buna üzülüyorum. Özgün biri gibi görünmeye çalışıyorum. Beni avutan tek şey, babamın benim için akıllı bir suratım olduğunu söylemesi ve benim buna inanmam.

* Yaptığım felsefi keşifler gururumu aşırı derecede okşuyordu: Kendimi tüm insanlığın yararı için yeni gercekler keşfeden yüce bir insan olarak hayal ediyor, sahip olduğum üstünlüğün farkında olduğumdan diğer ölümlülere gururla bakıyordum. Ama tuhaf bir şey vardı: Bu ölümlülerle tartışmaya girdiğimde onlardan çekiniyordum ve kafamda kendimi ne kadar yükseğe çıkartırsam, başkalarının yanında üstünlüğümün farkında olduğumu o derece az gösterebiliyor, bu da bir yana, söylediğim en basit sözden ve yaptığım en basit davranıştan utanmama alışkanlığını bile kazanamıyordum.

* Soyut düşünceler, insanın belli bir anda ruhunun durumunu kavrama ve onu belleğine aktarma yeteneği sayesinde oluşur.

* Tinsel etkinliğimizin acınası, önemsiz zembereği insan aklı!

Benim zayıf aklım, nüfuz edemediği şeyleri anlayamıyor, gücünün üstünde çalışarak inançları, yaşamımın mutluluğu için hiç dokunmamam gereken inançları birbiri arkasına yitiriyordu.

* Tüm felsefi akımlar içinde bir teki bile bir zamanlar beni delirmeye yakın bir duruma getiren kuşkuculuk kadar ilgimi çekmemişti bütün dünyada benden başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin var olmadığını nesnelerin nesne değil ancak dikkatimi onlara çevirdiğimde ortaya çıkan hayaller olduğunu düşünmeden vazgeçtiğimde o hayallerin hemen yok olduklarını sanıyordum.

* Bir gün birdenbire ölümün her saat, her dakika beni beklediğini anımsayıp, insanların bu neden hala anlamadıklarını bir anlam veremeyerek insanın mutlu olabilmek için geleceği düşünmeden, sadece yaşadığı anın tadını çıkartmak dışında bir yolu olmadığına karar verdim.

* Bir keresinde mutluluğun dış nedenlere değil, bu dış nedenlere karşı takındığımız tavra bağlı olduğu düşüncesi geldi aklıma; acı çekmeye alışan bir insan mutsuz olamazdı.

* İnsan aklı, her bir insanın kendi gelişimi sırasında aklın kuşaklar boyunca yürüdüğü yoldan geçer, çeşitli felsefi kuramların temeli olan düşünceler aklın ayrılmaz parçalarını oluşturur; ama her insan bu felsefi kuramların varlığını bilmeden önce de az çok bilincindedir bunların.

* Bence insanın konumuyla tinsel etkinliği arasındaki aykırılık gerçeğin en doğru göstergesidir.

* Zihnimizden ve hayalimizden hiç iz bırakmadan geçen sayısız düşünce ve hayal arasında derin duygusal izler bırakanlar da vardır… Öyle ki artık düşüncenin özünü değil, aklından güzel bir şey olduğunu anımsarsın, düşüncenin izlerini hissedersin ve bu düşünceyi yeniden canlandırmaya çalışırsın.

* Kendimi Her geçen gün daha yalnız hissediyordum, en büyük zevkim bir kenara çekilip düşünmek, gözlem yapmaktı.

* Evet gerçekten bir nefret duygusuydu bu, sadece romanlarda yazılan ve benim inanmadığım bir nefret değil, kötülük yapmaktan zevk alan bir nefret değil, saygınızı kazanmış bir insana karşı önüne geçilmez bir tiksinti telkin eden, onun saçını, boynunu, yürüyüşünü, sesinin tınısını, kollarını, bacaklarını, bütün hareketlerini sizin açınızdan iğrenç kılan, ama yine de anlaşılmaz bir güçle sizi ona doğru çeken ve rahatsız edici bir dikkatle onun en ufak hareketlerini izlemek zorunda bırakan bir nefret duygusu.

* Ağlamıyordum, ama yüreğimin üstünde taş gibi ağır bir şey vardı. Altüst olmuş zihnimden artan bir hızla düşünceler, varsayımlar geçiyordu; ama başıma gelen felaketi anımsatan her anı bu düşünce ve varsayımların dolaşık zincirini kopartıyordu ve beni bekleyen yazgı konusunda çıkışı olmayan bir bilinmezlik, umutsuzluk ve korku labirentine giriyordum tekrar.

* Öyle anlar olur, gelecek insana o kadar karanlık görünür ki, insan akıl gözlerini bu karanlığın üstünde durdurmaya korkar, aklının faaliyetini tamamen keser ve kendini bir geleceğin olmayacağına, geçmişin de olmadığına inandırmaya çalışır.

* Cebindekinden daha fazla para kaybetmiş, hesabını yapmaktan korkan ve artık kaybettiğini geri alma umudu olmaksızın, sırf kendine aklını başına toplayabileceği zamanı tanımamak için kâğıtları umutsuzca atmaya devam eden bir adamın sinirli ruh hali içindeydim.

* Onun için kalemin bir hareketiydi, ama benim için en büyük mutsuzluktu.

* İnsan niyet eder, ama hüküm Tanrı'nındır...

* Durumuma alışamayacak kadar onurluydum, üzümün henüz koruk olduğuna kendisini inandıran tilki misali kendimi avuturdum; yani benim gözümde Volodya'nın yararlandığı, benimse için için kıskandığım hoş bir dış görünüşün sağladığı tüm zevkleri küçümsemeye çalışır, gururlu bir yalnızlıktan haz almak için aklımın ve hayalimin bütün gücünü zorlardım.

* Bir insanın yönünü çizmesinde hiçbir şeyin dış görünüş kadar dramatik bir etkisi olmadığına inanıyorum, aslında dış görünüşünü çekici olup olmadığına duyduğu inanç, dış görünüşten çok daha etkilidir.

* İki kardeş, iki arkadaş, karı koca, efendi ile uşak gibi sürekli bir arada yaşayan insanlar arasında belli belirsiz bir gülümseme, bir hareket ya da bir bakışta ortaya çıkan sözsüz, gizli ilişkileri kim fark etmezdi ki, özellikle de bu insanlar birbirlerine karşı her konuda içten davranmadıklarında? Gözlerinizin ürkek ve kararsız bir şekilde karşılaştığı rastlantısal bir bakışta ne kadar çok söylenmemiş istek, düşünce ve bunların anlaşılması korkusu ifade edilir!

* Düşünce inanç haline ancak bilinen tek yolla, genellikle diğer akılların aynı inanca varmak için geçtikleri yollardan çok farklı, hiç beklenmedik bir yolla geçer.

* Yalnız olmadığımızı, yani ailemizin bir toplum içinde yaşadığını, bütün olayların yalnızca bizim çevremizde dönüp durmadığını, bizimle hiçbir ortak yönleri olmayan, bizim için kaygı duymayan ve hatta bizim varlığımızdan haberleri bile olmayan insanların da başka bir yaşamı olduğunu ilk kez açıkça düşünüyordum. Kuşkusuz bunların hepsini eskiden de biliyordum; ama şimdiki kadar bilmiyor, bilincine varmıyor, hissetmiyordum.

* Yaşamımızın belli bir döneminde olaylarla ilgili bakış açınızın tümden değiştiği o ana dek gördüğünüz her şeyin henüz bilmediğiniz öbür yüzünü size döndürdüğünü ansızın fark ettiğiniz oldu mu hiç sevgili okurum?

* İnsan hep aynı kalamaz ki; bir gün gelir değişmek gerekir.

* O ana dek belleğimi doldurmuş kötü anıları çağrıştıran şeylerden uzaklaştıkça anılar gücünü yitiriyor ve yerlerini hızla yaşamın güç, tazelik ve umut dolu duygularına bırakıyor.

* Akıl gözüm geride bıraktıklarıma değil, beni bekleyenlere dönük.

GENÇLİK 📖

GENÇLİK 📖


* İlkgençliğimizde yalnızca tutkuyla severiz bu yüzden yalnızca kusursuz insanları severiz. Ama tutku sisi kısa sürede yavaş yavaş azalmaya ya da aklın parlak ışıkları sis perdesini delip geçmeye başlar ve biz tutkuyla sevdiğimiz kişiyi üstünlükleri ve kusurlarıyla gerçek görüntüsü içinde görürüz; bazı kusurlar beklenmedik bir şey olarak açık abartılı bir şekilde gözümüze batar, yeni bir şeye karşı merak duyguları ve başka bir insanda da kusursuzluğun olabileceği umutları bizi tutkumuzun önceki hedefine karşı sadece soğuk davranmaya değil, aynı zamanda nefret etmeye de iter ve biz hiç pişman olmaksızın onu bırakır, yeni bir kusursuzluk aramak için ilerleriz.

* Hiçbir gruba ait değildim, kendimi yalnız ve yakınlık kurma konusunda yeteneksiz hissederek kızdım.

* İnsan soyunu zengin-fakir, iyi-kötü, asker-sivil, akıllı-aptal gibi pek çok bölüme ayırmak mümkündür, ama her insanın tanıdığı her yeni insanı farkında olmadan yerleştirdiği ve kesinlikle sevdiği bir ana bölüm vardır.

* Tıpkı kuruntulu bir insanın tıp kitabı okurken olası bütün hastalıkların belirtilerini kendisinde gormesi gibi, ben de romanlarda anlatılan tüm tutkuları ve bütün karakterlerle, romanın her kahramanıyla, kötü adamlarıyla bir benzerlik görüyordum kendimde.

* İnsanlardaki ortak, daha çok ya da daha az gelişmiş zihin yeteneğinden, duygulu olma halinden ve sanat duygusundan ayrı olarak, toplumun farklı gruplarında, özellikle de ailelerde, benim kavrayış diye adlandırdığım özel, daha çok ya da daha az gelişmiş bir yetenek vardır. Bu yeteneğin özünü, koşullanmış bir ölçü duygusu ve yine belli koşullar içinde olaylara tek yanlı bir bakış oluşturur.

* Çocukluktaki tüm korkular, yine köşelerin ve kapıların karanlığında saklanıyordu.

* Sanatı doğayla karıştırmaya o kadar alışmışız ki, resim sanatında hiç karşılaşmadığımız doğa olayları, hatta doğa da doğal değilmiş gibi gelir bize, ya da tersine, resim sanatında çok sık yinelenen doğa olayları bize fazlalık gibi, gerçek hayatta karşımıza çıkan, tek bir düşünce duyguyla dolu bazı manzaralar ise son derece süslü görünür.

* Yalanımın çok kolay yakalanabileceği konularda yalan söylüyordum. Sanırım bu tuhaf eğilimin asıl nedeni, suçüstü yakalanmadan hayatta ortaya çıkmayacak bir yalan söylemiş olma umuduyla birleşen, kendimi olduğumdsn bambaşka bir insan olarak gösterme isteğiydi.

* İnsanın kafasını kapının üst kirişine küt diye vurması, eski ve çok sızlayan bir yaraya belli belirsiz, usulca dokunmak kadar acı vermez genellikle. İşte böyle eski, acı veren bir yara neredeyse her ailede vardır.

* Her insanın yüreğinde olan, çok soylu görünen ama herkesten saklanması gereken pek çok şeyi düşünmenin zararlı, söylemenin ise daha da zararlı bir şey olduğuna ve soylu sözlerin soylu işlerle ender olarak bağdaştığına yaşam deneyimimle çok daha sonra inandım. Artık bir tek şeyden, iyi niyetle söylenmiş bir sözün yerine getirilmesinin zor, hatta çoğunlukla olanaksız olduğundan eminim. Fakat gençliğe özgü kendini beğenmiş ve soylu taşkınlıkları dile getirmekten insan kendini nasıl alıkoyabilir? Ancak bunları çok sonra anımsarsın ve dayanamayıp daha açmadan koparttığın, sonra da yerde solmuş ve ezilmiş olarak gördüğün çiçeğe acıdığın gibi acırsın.

* Gençliğimde kendilerini benden daha üstün gören insanlarla görüşmeyi sevmek bir yana, bu tür ilişkiler, sürekli hissettiğim aşağılanma korkusu yüzünden ve tüm zihinsel gücümü başıma buyruk biri olduğumu insanlara kanıtlamak için harcadığımdan dayanılmaz ölçüde sıkıntılı gelirdi bana.

* Kendi istediğin gibi yaşa ve kimsenin çaldığı havayı oynama, en iyisi budur.

* Dostlarını her zaman kendisine karşı saygılı davrandıkları için değil, yanlışlıkla bile olsa birini bir kez sevince onu sevmekten vazgeçmenin onursuz bir davranış olacağını düşündüğü için dostlarını hayat boyu sevmeye devam eden insanlardı.

* Üç tür insanın gözüne bakmaktan rahatsız olduğumu fark ettim sonra: Benden çok daha kötü olanlar, benden çok daha iyi olanlar ve her ikimizin de bildiği bir şeyi karşılıklı olarak birbirimize söylemeye cesaret edemediğimiz kişiler.

* Ne yönden bakarsam bakayım onu mükemmel biri olarak görmemem mümkün değildi. Onun içinde her ikisi de bana çok güzel gelen iki farklı insan vardı. Biri çok sevdiğim, iyi, sevecen, uysal, neşeli ve bu güzel özelliklerin bilincinde olan insandı. Bu ruh hali içinde olduğu zamanlar dış görünüşü, sesi, hareketleri sanki "Ben uysal ve iyi bir insanım, uysal ve iyi olduğum için keyifliyim ve sizler de bütün bunları görebiliyorsunuz," diyordu. Daha yeni tanımaya başladığım ve büyüklüğü önünde saygıyla eğildiğim diğeri ise soğuk, kendisine ve başkalarına karşı sert, gururlu, bağnazlık derecesinde dindar ve ukalalık derecesinde ahlak kurallarına düşkün bir insandı.

* Neden ruhumda her şey bu kadar güzel, bu kadar açıkken kâğıt üzerinde ve düşündüğüm bazı şeyleri hayata geçirmek istediğimde bu kadar çirkin oluyordu?

*Hayallerin olanaksızlığı ve büyüleyiciliğinin ortak çizgisi dışında her insanın ve her yaşın hayalleri kendine özgü bir karaktere sahiptir.