26 Kasım 2022 Cumartesi

NİKOS KAZANCAKİS "ZORBA"

 


#NikosKazancakis #Zorba 📚

Çağdaş Yunan Edebiyatı'nın en önemli yazarlarından biri olan Nikos Kazancakis, Zorba adlı eserini 1946 yılında kaleme almıştır. Kazancakis, uzun yıllar İsa, Buda, Bergson, Homeros ve Nietzsche'nin etkisi altında kalmış Zorba ile kendi görüşlerini sunmayı amaçlamıştır. Döneminde düşüncelerinden dolayı kilise tarafından aforoz edilen Kazancakis'in bir zaman kitapları yasaklanmıştır. 

1930’lu yıllarda geçen roman, adı kitapta hiç belirtilmeyen Yunan asıllı İngiliz bir yazarın ağzından anlatılır. Yeni yerleri gezip görmeyi seven ve eserini tamamlamaya çalışan yazar, bir süreliğine kendisini dinlemek ve babasından kalan maden ocağını işletmek için Yunanistan’ın Girit adasına doğru yola çıkmak üzereyken, hayata şehvetle bağlı yaşlı bir Yunan olan Alexis Zorba ile tanışır ve onu ustabaşı olarak işe alır. Adada birlikte geçirdikleri birkaç aylık zamanda, bu görmüş geçirmiş yaşlı Yunan'ın ilginç hayat felsefesi, Tanrı, ölüm, vatan, savaş, kadın, aşk, müzik, dans, gençlik, yaşlılık özgürlük üzerine düşünceleri ve anlattığı başından geçmiş birçok olay, genç yazarı derinden etkileyecektir. Zorba ile geçirdiği dönem genç yazarın yaşam şeklini değiştirmese de hayata bakış açısını büyük bir değişime uğratacaktır.

Roman, 1964’te yönetmen Michael Cacoyannis tarafından Alexis Zorbas adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Başrollerinde Anthony Quinn ve Alan Bates'ın oynadığı filmin müziklerini Yunan müzisyen Mikis Theodorakis bestelenmiştir.


#Altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Her insanın bir Cennet'i vardır; senin Cennetin kitaplar ve büyük mürekkep damacanalarıyla dolu olacak; bir başkasınınki konyak, uzo ve şarap varilleriyle dolu olsa gerek; birininki de yığınla İngiliz lirası. Benim Cennetim ise şu: alacalı entarileri, kokulu sabunları, iki kişilik sustalı karyolası olan, kokulu, küçük bir oda ve yanımda dişilik...

* Uyuyamıyordum. Sanki bu gece hareketlerimin hesabını verecekmişim gibi, bütün hayatım düşe benzer bir hızla ikircikli ve bağlantısız bir halde yükselmişti de, ben ona umutsuzca bakıyordum.

* Günler gelip geçiyordu; çaba göstermek için savaşıyor, bağırıyor, oynuyordum ama kalbimdeki kulakçıkların en son kıvrımına kadar kederliydim.

* Hayatım yanlış yola sapmıştı, insanlarla olan ilişkilerimi bir iç konuşma haline sokmuştum. O kadar düşmüştüm ki, bir kadına âşık olma ile kitap okuma arasında seçim yapmam gerekse, kitabı seçerdim.

* Bazen içimden, küçük bir ânı alıp karşılığında bütün hayatımı veresim gelir.

* İnsanın ruhu iklimle, sessizlik, ıssızlık ya da kalabalıkla nasıl da değişir!

* İnsanın ölüm yokmuş gibi hareket etmesiyle, aklında her an ölüm olduğu halde hareket etmesi, belki aynı şeydi, ama, o zaman bunu bilmiyordum daha.

* Hayat, gözümün önünden masal gibi, Shakespeare'in bir komedisi diyelim "Fırtına"sı gibi şimşek hızıyla geçti.

* Sonunda ne zaman yalnız başıma, arkadaşsız ve sırf her şeyin düş olduğu gerçeğiyle birlikte ıssızlığa çekileceğim? Vücudumun hastalıktan, cinayetten, ihtiyarlık ve ölümden başka bir şey olmadığını görerek özgür, korkusuz, baştan başa sevinç içinde ormana ne zaman çekileceğim? Ne zaman?

* Büyük sır! Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani? Çünkü, oturup sana işlediğimiz cinayetlerde yaptığımız alçaklıkları saysam tüylerin ürperir. Fakat sonuç ne oldu? Özgürlük! Tanrı yıldırımını atıp bizi yakacağına özgürlüğü veriyor? Hiç bir şey anlamıyorum!..

* Tam ve namuslu düşünceler, sessizlik, ihtiyarlık ve dişsizlik ister. Dişsiz olduğun zaman: 'Ayıp çocuklar, ısırmayın!' demek kolaydır. Ama, otuz dişin olunca... İnsan gençliğinde canavardır, evcilleşmek bilmez canavardır ve insan yer.

* Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.

* Hayatım boyunca sormuş olduğum bütün sorular, yanıtsız kalmakla bitmiyor, durmadan birbirine dolanıp vahşileşiyorlardı. En büyük umutlarım bile eşelenip uslandı.

* "Ne makine şu insan be! İçine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun; iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor. İmalathane! Sanırım beynimizde konuşan bir sinema var."

* Belki yanılıyorum ama sanırım ki, insanlar üç türlüdür: kendi deyişleriyle hayatlarını yaşamayı amaç sayanlar, yani yemeyi, öpmeyi, zengin olmayı, onur kazanmayı... Sonra, kendi hayatlarını değil, bütün insanların bir olduğunu anlarlar ve insanları ellerinden geldiği kadar aydınlatmak, sevmek ve onlara iyilik etmek için savaşırlar. Bir de, bütün evrenin hayatını yaşamayı amaç edinenler var; her şey, insanlar, hayvanlar, bitkiler, yıldızlar; hepimiz bir bütünüz; biz hepimiz aynı korkunç savaşın içindekileriz. Hangi savaş mı? Maddeyi ruha dönüştürme savaşı!..

* Ölüm, bazen hayatımızın içine, baş döndüren bir koku gibi akar; hele ıssız bir yerde olup, ay ışığı ve derin bir sessizlik varken, insanın vücudu yine yıkanmış, hafifçecikken ve ruhun karşısına aşırı engeller çıkmazken, yani uykuda. O vakit, bir an için hayatla ölüm arasındaki yarım duvar saydamlaşır, insan onun arkasında, toprakların altında neler olduğunu görür.

* Ölümün tadı günlerce dudaklarımda kaldı; yüreğim hafifledi. Ölüm bizi almaya gelip de, işimizi bitirelim diye bekleyen ve acelesi olmayan bir dost gibi, tanıyıp sevdiğim bir dost yüzünün aracılığıyla hayatıma girmişti. Beynim, ölümün böyle dostça olan işaretini anlayarak yatıştı.

* Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi, su anda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder