6 Nisan 2021 Salı

ALBERT CAMUS "VEBA"

#Veba 😷 #Covid19 😷

#AlbertCamus 📚

Veba, (La Peste), Albert Camus'nün 1947 yılında yayınlanan romanıdır. 

Romanın anlattığı görünürde salgın bir hastalık olan vebadır ama Albert Camus, Fransa’nın Alman Nazi askerleri tarafından işgalini, insanların maruz kaldığı kötülükleri ve yalnızlaşmasını ayrıca Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların Cezayirlilere yaptığı zulümleri ve işkenceleri veba çağrışımı olarak simgeler.

Yapıtta, veba öncesi, veba yaşanırken ve veba sonrası toplumun içinde bulunduğu durum aktarılır. 

Veba sırasında insanlığın değişik şekillerde yüz yüze gelmeleri konu edilir. Aslında yazara göre her insan bilinmez, görünmez bir hastalık gibi sessizce her an başkasını yok edecek, başka bir hayatı mahvedecek şekilde bir tür vebayı yaşamaktadır. 

Romandaki kentte veba öncesi insanlar taşlaşmış kalplerle, statü takıntılarıyla hayatlarını sanki ölümsüz gibi sürdürürler. 

Veba sürecinde bazı insanlar iyice korkak hale gelip sinerken, bazısı krizi fırsata çevirmeye çalışır. Veba insanların yüreğinde adaletsizlik duygusunu daha da keskin hale getirir, güçlünün zayıfı ezmesiyle veya kendine bağımlı kılmasıyla sonuçlanır. Artan yiyecek sıkıntısı karşısında, zengin ailelerin eksiği yokken, yoksul aileler çok zor durumda kalırlar. Dışarıyla tüm bağlantısı kesilen birey girerek yalnızlık içine düşer ve bencilleşmeye başlar.

Vebaya karşı insanlar, önce bireysel olarak isyan ederler bu da işlerin iyice zorlaşmasına yol açar. Daha sonra toplu olarak dayanışma içine girerek mücadele verirler; gönüllü ekipler oluşturulur, tedbir ve tecrit işlemleri için ekipler kurulur, vebaya karşı toplum tüm birimleriyle örgütlenir ve böylece salgın hastalık yavaş yavaş ortadan kaybolur.


İnsanları hazırlıksız yakalayan veba, kenti amansız bir düşman gibi kuşatıp, insanlara kabus gibi bir süreç yaşatır ve hayatlarını değiştirir. Bireysel menfaatleri toplumun çıkarlarının gerisine atıp, birlik içinde olunca mücadelelerini kazanmaya başlarlar. Sonuç olarak hiç kimse ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz, düşünceler, hisler dahil birçok şey artık bambaşkadır ve kazanılan zaferin yanında herkesin maddi ya da manevi kaybettiği bir şey muhakkak olur.



#Veba 😷

ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

*  Bir kenti tanımanın en bilindik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.

* Kuşkusuz, bugün, insanların sabahtan akşama çalışıp sonra da yaşamak için geri kalan zamanlarını kağıt oynayarak, kafelerde ve çene çalarak harcamayı yeğlemeleri kadar doğal hiçbir şey yoktur.

* İnsan, alışkanlıklarını edindikten sonra günlerini kolay geçirir.

* Soru: Zamanını yitirmemek için ne yapmalı?

Yanıt: Onu alabildiğine duyumsamak.

Yöntem: Bir dişçinin bekleme odasında rahatsız bir koltukta gün geçirmek, pazar öğleden sonrasını balkonda yaşamak, anlamadığımız bir dilde konferanslar dinlemek, ayakta yolculuk etmek için en uygun olmayan ve en uzun demir yolu güzergahı seçmek, tiyatro gişesi önünde kuyruğa girmek ve bilet almamak, vb.

* ‘Beni ilgilendiren tek şey,’ dedim, ‘iç huzuru bulmak.’

* Felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.

* Bir savaş patladığında insanlar, " Uzun sürmez bu, çok aptalca!" derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendini düşünmese bunun farkına varabilirdi.

* Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçek dışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman da gece bir gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider; önlemlerini almadığından da başta hümanistler ( felakete inanmayanlar) gider.

* Yurttaşlarımız da başkalarından daha az ya da daha çok suçlu değildi; alçakgönüllü olmayı unutuyorlardı, hepsi bu ve kendileri için hala her şeyin olanaklı olduğuna inanıyorlardı; bu durumda felaketlerin olanaksızlığını varsayıyordu. İşlerini yapmayı sürdürüyorlardı, yolculuklar ayarlıyorlardı ve düşünceleri vardı. Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasil düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.

* Savaşta insan ölüyü diriyi bilmez. Nasıl ölü bir adam ancak ölü halde görüldüğünde önem taşırsa, tarih sahnesine saçılmış yüz milyon ceset de hayalimizde silik bir görüntünden başka bir şey değildir.

* Akıl, yürek ve tenle birbirine bağlanan varlıklar, on sözcüklük bir telgrafın büyük harflerinde o eski birlikteliğin işaretini arayacak hale geldiler. Ve bir telgrafta kullanılabilecek kalıplar çabuk tüketildiğinden uzun, ortak yaşamlar ya da acılı tutkular çok geçmeden, "iyiyim. Seni düşünüyorum. Sevgiler" türünden belli aralıklarla yinelenen hazır kalıplarla özetlenir oldu.

* Tüm tutsakların ve tüm sürgünlerin hiçbir işine yaramayacak bir bellekle yaşaması demek olan o derin acıyı duyuyorlardı. Durmadan düşündükleri o geçmişin de üzüntülü bir özlemden başka tadı yoktu. Aslında, bir zamanlar bekledikleri kadın ya da erkekle yapabilecekleri şeyleri zamanında yapmamış olmaktan duydukları pişmanlığı da buna eklemek isterlerdi — ve benzer biçimde, göreceli olarak kısa bile olsa, bu hapis yaşantısının her durumuna uzaktaki kişiyi katıyorlar ve bir zamanlar yaşadıkları onları tatmin etmiyordu. Yaşadıkları şimdiki zamana karşı sabırsız, geçmişlerine düşman ve geleceği elinden alınmış olarak insan kaynaklı adaletin ya da nefretin parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ettiği kişilere benziyorduk biz de. Son olarak, bu dayanılmaz tatilden kaçabilmenin tek yolu düş gücüyle trenleri yeniden harekete geçirmek ve saatleri yine de kararlı bir biçimde sessiz kalan çanların sesiyle doldurmaktı.

* Kimse hastalığı gerçekten kabullenmemişti henüz. Çoğu, alışkanlıklarını engelleyen şeylere karşı özellikle duyarlıydı. Bu durumdan dolayı sıkılmış ve sinirliydiler ve bunlar vebaya karşılık verebilecek duygular değildi. Öte yandan birçoğu, salgının duracağını ve aileleriyle bundan kurtulacaklarını umut ediyordu. Sonuçta henüz hiçbir konuda zorunluluk duymuyorlardı. Onların gözünde veba, nasıl geldiyse bir gün öyle gidecek istenmeyen bir konuk gibiydi. Korkmuşlardı, ancak umutsuz değillerdi; vebaya kadar sürdürdükleri varoluşu unutacakları, vebanın onların yaşam biçimi olarak karşılarına çıkacağı o an daha gelmemişti.

* İnsanlar önce dış dünyadan kopuk yaşamayı kabul etmişlerdi, tıpkı yalnızca bazı alışkanlıklarından vazgeçmek zorunda kalacakları geçici herhangi bir sıkıntıyı kabullenir gibi. Ancak, bir tür işkencenin ansızın bilincine vararak, kızışmayı başlayan yaz göğünün altında, bu hapis duygusunun tüm yaşamlarını tehdit ettiğini hayal meyal hissediyorlardı ve akşam olduğunda, serinlikle gelen enerji onları bazen umutsuz edimlere itiyordu.

* Bu dünyadaki tüm hastalıklar için doğru olan, veba için de doğru. Bazılarının olgunlaşmasına yardımcı olabilir. Bununla birlikte, getirdiği sefalet ve acıyı düşünürsek, vebaya boyun eğmek için deli, kör ya da korkak olmak gerekir.

* Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir. İnsanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve insan her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz.

* Bir öğretmen iki kere ikinin dört ettiğini öğretiyor diye tebrik edilmez. Belki bu mesleği seçti diye tebrik edilir.

* Tarihte öyle bir an olmuştur ki, iki kere ikinin dört ettiğini söylemeye cüret edenler ölümle cezalandırılmıştır. Öğretmen bunu iyi bilir. Ve böyle bir mantık yürütmenin ödülle mi yoksa cezayla mı sonuçlanacağını bilmek değildir sorun. Sorun iki kere ikinin dört edip etmediğini bilmektir.

* "Malzememiz yok," dedi. "Dünyadaki tüm ordularda genellikle malzeme eksiğini insanla kapatırlar. Ama bizim elimizde insan da yok."

* Veba her şeyin üstüne çökmüştü. Böylece bireysel yazgı diye bir şey artık yoktu; veba ve herkesin paylaştığı duygulardan oluşmuş toplumsal bir tarih vardı. En önemli duygu ayrılık ve sürgündü, bir de bu duyguların içerdiği korku ve başkaldırı.

* Umutsuzluğa alışmanın umutsuzluktan beter olduğunu düşünüyordu.

* Hepimiz aynı sürgün ekmeğiyle besleniyor, farkına varmadan, aynı sarsıcı birlik ve barışı bekliyorduk. Kuşkusuz aşkımız yerinde duruyordu; ama artık kullanılamaz durumdaydı; taşınması güç, içimizde taş gibi kımıltısız, cinayet ya da mahkumiyet gibi kısırdı.

* Tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır.

* İnsanların uykusu vebalıların yaşamından daha kutsaldır. İyi insanların uyumasına engel olmamak gerekir. Kötü bir tat bırakırdı böyle bir şey ve tadın yerinde olması için ısrara yer yoktur, herkes bilir bunu.

* İnsan her zaman çelik gibi iradeli olamaz, her zaman dimdik duramaz ve sonunda mücadele için örülmüş o güç yumağını coşku içinde çözmek de bir mutluluktur.

* Tıpkı oğlundan koparılmış bir anne, ya da arkadaşını gömen bir insan için nasıl ateşkes diye bir şey yoksa, kendisi için de artık olanaklı bir huzur bulunmadığını biliyordu.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder