1 Nisan 2021 Perşembe

ALBERT CAMUS "BAŞKALDIRAN İNSAN"



#AlbertCamus 📖 #Başkaldıranİnsan 📚

"Başkaldıran İnsan" ( l'homme revolte ) 1951 yılında yayımlanan Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Albert Camus'un deneme türünde kaleme aldığı eseridir. "Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri" diye başlayan yapıtta Albert Camus, saçma felsefesi olan absürde yenilmeden yaşama olanağı olarak sunduğu başkaldırı kavramı üzerinde durur ve bu kavramı metafizik ve siyasal boyutuyla tartışmaya açar. 

Albert Camus Aydınlanma Çağı ve Soğuk Savaş dönemlerinde yaşanan başkaldırıları ve devrimleri, bu devrimlerin etkilerini irdeleyerek başkaldırının bir çok yönünü ele almıştır. Bireyin anlamsız bir dünyadaki direnişini, isyan ve devrim tarihinin önemli temalarını irdelediği denemesinde, insanın tarihsel yoksayıcılık karşısındaki varolma çabasını ele almaktadır. Tanrısız, anlamsız ve amaçsız bir varoluşun içinde yaşayan insan, hayatın yaşamaya değer olup olmadığına dair seçenekler arar. Yazar, insanın varoluş sebebini ararken içinde bulunduğu koşula karşı çıkıp başkaldırmasını salık verir, çünkü verileni geri çevirebilmek "hayır" diyebilmek insana özgü bir durumdur ve insana özgü  başarıların da "hayır" diyebilmenin ürünü olduğu savunur. İnsanın başkaldırma nedeni haklılığına duyduğu inançtır ve bu açıdan her başkaldırı bir haksızlığa karşı mücadeledir. Yazar, hayata karşı her başkaldırının insana varoluşunun anlamını ve değerini kavramasına bir neden olduğunu vurgulayarak tarihten örneklerle aynı zamanda Dostoyevski ( Ivan Karamazov), Turgenyev (Bazarov) gibi yazarların isyankâr kurgusal karakterleri aracılığıyla okuyucuya aktarır.

#AlbertCamus📚

#Başkaldıranİnsan 📖

ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri. Ama yadsırsa da vazgeçmez; evet diyen bir insandır da, hem de daha ilk deviniminde.

* Herhangi bir biçimde, herhangi bir yerde bizim de haklı olduğumuz duygusu uyanmadıkça başkaldırı olmaz.

* Her başkaldırıda, haksıza karşı bir tiksintiyle birlikte, insanın kendi benliğinin herhangi bir yanına tam ve birdenbire bir katılışı vardır. Böylece, kendiliğinden bir değer yargısı sokar araya, ne denli nedensiz olursa olsun, tehlikeler içinde sürdürür onu. Bu noktaya kadar, umutsuzluk içindeydi, koşulunu haksız da bulsa kabulleniyor, hiç değilse susuyordu. Susmak, hiçbir şeyi yargılamıyor, hiçbir şey istemiyor sanılmasına yol açmak, kimi durumlarda da gerçekten hiçbir şey istememektir. Umutsuzluksa, tıpkı saçmalık gibi, genel olarak her şeyi yargılar ve ister, özel olarak hiçbir şeyi. Sessizlik iyi belirtir bunu. Ama konuştuğu dakikadan sonra, hayır derken bile ister ve yargılar.

* Her değer başkaldırıyı getirmez, ama her başkaldırı yönelimi bir değeri çağırır sessizce.

* Ne denli bulanık bir biçimde olursa olsun, bir bilinçlenme doğar başkaldırı eyleminden; insanda insanın, kısa bir zaman için bile olsa, özdeşleşebileceği bir şey bulunduğu konusunda bir sezgi, birdenbire göz kamaştırıcı oluveren bir sezgi.

* Başkaldıran kişi her şey olmak, birdenbire bilincine vardığı ve kendi varlığında kabul edilmesini, saygı gösterilmesini istediği bu değerle tümden özdeşleşmek ister ya da hiç olmayı, yani benliğine egemen olan gücün kendisini kesinlikle yere sermesini. Örneğin "özgürlüğüm" diye adlandıracağı bu vazgeçilmez kutsamadan yoksun kalacaksa ölümden başka bir şey olmayan son düşüşe boyun eğer. Diz çökmüş durumda yaşamaktansa, ayakta ölmeyi yeğ tutar.

* Düşman bildiğimiz insanlara yapılan haksızlığı da başkaldırtıcı bulabiliriz. Yazgıların özleştirilmesi ve karar verme vardır yalnız. Öyleyse birey, tek başına, savunmak istediği değerin kendisi değildir. Bu değeri oluşturmak için, en azından bütün insanlar gerekir. Başkaldırıda, insan başkasında kendi kendini aşar.

* Her başkaldırının varsaydığı değerin olumlu yanı Scheler'in tanımladığı hınç kavramı gibi tümüyle olumsuz bir kavramla karşılaştırılırsa, daha kesin bir biçimde belirlenebilir. Gerçekten de, başkaldırı edimi, sözcüğün en güçlü anlamında bir hak isteme eyleminden daha fazla bir şeydir... Scheler; hıncı çok güzel bir biçimde; sürüp giden bir güçsüzlüğün bir kendi kendini zehirlemesi, onun kapalı kapta kötü bir salgısı olarak tanımlamıştır. Başkaldırı, tam tersine, varlığın kabuğunu kırar, taşmasına yardım eder.

* Scheler, hıncın çekememezlikle renklendiğini söylemekte haklıdır. Ama elinde olmayanı çekemez insan, başkaldıran insansa olduğu şeyi savunur. Elinde bulunmayan ya da yoksun bırakıldığı bir şeyi istemez. Kendisinde bulunan ve hemen her durumda, göz dikebileceği şeylerin en önemlisi diye bildiği bir şeyi tanıtma ereğini güder.

* Çağlar ve uygarlıklarla birlikte, uğrunda başkaldırılan nedenler de değişir.

* İnsan var olmak için başkaldırmak zorundadır, ama başkaldırının kendi kendinde bulunduğu, insanların üzerinde birleştikçe var olmaya başladıkları sınıra saygı göstermesi gerekir.

* Uyumsuz deneyimde, acı çekme bireyseldir. Başkaldırı deviniminden sonra, ortak olduğunun bilincine varır, herkesin serüvenidir artık. Aykırılığı ele alan bir düşüncenin ilk ilerlemesi bu aykırılığı tüm insanlarla paylaştığını ve insan gerçeğinin, tüm olarak, kendi kendisine ve evrene uzaklığı dolayısıyla acı çektiğini anlamaktır. Bir tek insanın çektiği dert ortak salgın olur. Gündelik acımızda başkaldırı, düşünce düzeyinde, cogito'nun gördüğü işi görür, ilk kesinliktir. Ama bu kesinlik bireyi yalnızlığından çekip alır. İlk değeri bütün insanlar üzerine kuran bir ortak noktadır. Başkaldırıyorum, öyleyse varız.

* Doğaötesi başkaldırı insanın kendi koşulunun ve bütün erenin karşısına dikilmesidir. İnsanın ve evrenin ereklerini yadsıdığı için doğaötesidir. Köle durumu içinde kendisine verilen koşula karşı çıkar; doğaötesi başkaldıransa, insan olarak kendisine verilen koşula.

* Ayaklanmış köle benliğinde efendisinin kendisine davranışını yadsıyan bir şey bulunduğunu kesinler; doğaötesi başkaldıransa, evrence yoksun bırakıldığını bildirir.

* İnsanlar herkeste herkesçe benimsenen, ortak bir değere dayanamıyorlarsa, insan için insan anlaşılmaz kalıyor demektir.

* Aykırı gibi görünecek ama en basit ayaklanma bile bir düzen eğiliminin belirtisidir.

* Köle adalet istemekle başlar, krallık istemekle bitirir işi.

* "Yaşamımızı bekleyişten bekleyişe tüketiyor ve hepimiz acı içinde ölüyoruz”, der Epikuros.

* Uzun bir kapalı kalma, uşaklar ya da katiller doğurur. Ruh, zindanda, boyun eğiş aktöresi olmayacak bir aktöre kuracak ölçüde güçlüyse, bir buyuruculuk aktöresi kurar çoğu zaman.

* Bir roman kahramanı kendisini yaratmış olan romancı değildir hiçbir zaman. Bununla birlikte, romancının aynı zamanda bütün kahramanları olması olasılığı da vardır.

* Hiçbir şey benim değil, hiçbir şey benden değil!" diye haykıran, sonra da, "Hayır, hayır, ister erdem olsun, ister günah, mezarda hepsi birbirine karışır," diye kesip atan kişi ne sakin ne de mutludur.

* Romantikler yalnızlıktan böylesine güzel söz etmişlerse, yalnızlık gerçek acıları olduğu, katlanılamayacak acı olduğu için söz etmişlerdir.

* İnanç ölümsüz yaşama götürür. Ama gizlemin ve kötülüğün benimsenmesini, haksızlığa boyun eğilmesini de gerektirir.

* İnsanlardan yana çıktığı için, payına yalnızlık düşer.

* Ölümsüz yasa özgürlük değilse, yasa yokluğu hiç değildir. Bunu söylemekten başka bir şey değildi buluşunun özü. Hiçbir şey gerçek değilse, dünya kuralsızsa, hiçbir şey yasak değildir; öyle ya, bir eylemi yasaklamak için bir değer ve bir erek gerekir. Ama hiçbir şeye de izin yoktur aynı zamanda; bir başka eylem seçmek için de değer ve erek gereklidir. Yasanın saltık egemenliği özgürlük değildir ama her şeyi yapabilmek de özgürlük değildir. Bütün olabilirlerin toplamı özgürlüğü vermez ama olanaksızlık köleliktir. Kargaşa da bir köleliktir. Özgürlük hem “olası”nın, hem “olanaksız”ın tanımladığı bir dünyada bulunabilir ancak. Yasa yoksa, özgürlük de yoktur. Üstün bir değerle yazgıya yön verilmiyorsa, rastlantı kralsa, karanlıklar içinde yürüyüştür söz konusu olan, körün korkunç özgürlüğüdür.

* Hiç kimsenin neyin ak, neyin kara olduğunu söyleyemediği yerde, ışık söner, özgürlük gönüllü bir tutsaklık olur.

* Özgürlük, “sağanakların savaş arabası üzerine yazılmış olan bu korkunç ad”, bütün devrimlerin özündedir. O olmadı mı adalet düşünülmesi olanaksız bir şey gibi gelir ayaklanmışlara. Yine de, bir zaman gelir, adalet özgürlüğün bir süre yasaklanmasını ister. O zaman büyük ya da küçük bir yıldırı gelip devrimi taçlandırır. Her başkaldırı bir suçsuzluk özlemidir, varlığa yönelen bir sesleniştir.

* "Özgürlüğün ölümü, şiddetin egemenliği ve usun köleliği" dir.

* Yenen her zaman yargıç, yenilen de sanık olacaktır.

* İnsan her şeyi yapabilirmiş gibi eyleme girişmeli, hiçbir şey yapamazmış gibi boyun eğmelidir.

* Sanatçı kendi hesabına yeniden kurar dünyayı. Doğanın senfonileri durmak bilmez. Dünya hiçbir zaman sessiz değildir; susuşu bile, bizim kavrayamadığımız titreşimlere göre, hep aynı notaları yineler.* Bizim algıladıklarımıza gelince; sesler verir bunlar bize, ender olarak da bir uyum verir, hiçbir zaman bir ezgi vermez. Yine de müzik vardır, senfoniler onda tamamlanır, ezgi kendi başlarına bir biçimi olmayan seslere biçimini verir, sonra notaların ayrıcalıklı bir düzeni, doğa kargaşalığından kafa ve yürek için terli bir birlik çıkarır.

* Sanat gerçeğe karşı çıkabilir ama gerçekten kaçamaz.

* Roman yazmak da, roman okumak da tutarsız eylemlerdir. Gerçek olayları yeniden düzenleyerek bir öykü kurmak kaçınılmaz bir şey olmadığı gibi, zorunlu bir şey de değildir. Yaratıcı ile okurun hazzını öne süren sıradan açıklama, doğru olsa bile, çoğu insanların uydurma öykülere hangi zorunluluk dolayısıyla ilgi duyduklarını, hangi zorunlulukla bunlardan tat aldıklarını sormak gerekir.

* Herkes yaşamını bir sanat yapıtı yapmak ister. Aşkın sürmesini arzularız, ama sürmediğini biliriz; bir mucize olsa da bütün bir ömür boyunca sürse bile tamamlanmış olmazdı. Bu doymak bilmez sürme gereksinimi içinde, yeryüzü acısının ölümsüz olduğunu bilseydik, belki daha iyi anlardık bu acıyı.

* Bir sabah, bunca umutsuzluktan sonra, bastırılmaz bir yaşama arzusu bize her şeyin bittiğini, mutluluk gibi acının da bir anlamı kalmadığını bildirecektir.

* Her başkaldırmışta dünyaya kendi yasasını koyma ereğini güder, kimi dehalarda da başarıya ulaşır. “Ozanlar dünyanın benimsenmemiş yasa koyucularıdır,” der Shelley.

* "Sanatta aşırılığa kaçmaktan korkmamalı," der Flaubert. Ama büyütmenin "sürekli ve kendi kendisiyle oranlı" olması gerektigini de ekler.

* Sessiz bir dünyada adalet, yani köleleştirilmiş, dilsiz adalet, yardımlaşmayı yok eder, sonunda adalet olmaktan çıkar.

* İnsanlar ancak özgürlük için güzel ölmüşlerdir: Bütün bütün öldüklerine inanamıyorlardı o zaman.

* Tarih önünde “varız”, tarih de, kendi içinde sürmesi gereken bu “varız”a saygı göstermelidir. Başkalarına gereksinimim var, onların da bana ve herkese. Her ortak eylem, her toplum bir disiplini varsayar, bu yasa olmadı mı birey düşman bir topluluk önünde eğilen bir yabancıdan başka bir şey değildir. Ama toplum ve disiplin “varız”ı yoksadı mı yönünü şaşırmış demektir. Bir anlamda, ortak onuru tek başına üzerimde taşıyorum, ister kendimde olsun, ister başkasında, onun alçaltılmasına izin veremem. Eğri değildir bu bireycilik, her zaman çarpışma, bazı bazı da, mağrur acımanın doruğunda, eşsiz bir sevinçtir.

* Hepimiz zindanlarımızı, cinayetlerimizi, yıkımlarımızı kendi içimizde taşırız. Ama görevimiz bunları yeryüzüne salıvermek değildir; ister kendi içimizde olsunlar, ister başkalarında, onlarla savaşmaktır.

* Herkes kurtulmamışsa, bir tek kişinin kurtulması neye yarar!

* Geleceğe karşı gerçek cömertlik her şeyi şimdiki zamana vermektir.

* Yeryüzünün kısacık aşkını fethetmek için yayını germek zorunda olduğu, en sonunda bir insanın doğduğu bu saatte, çağı ve onun delikanlı kızgınlıklarını bırakmak gerek. Yay bükülüyor, ağaç haykırıyor. En yüksek gerilimin en son noktasında dosdoğru bir ok fırlayacak, okların en bükülmezi, en özgürü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder