28 Ekim 2021 Perşembe

FYODOR DOSTOYEVSKİ "ÖLÜLER EVİNDEN ANILAR"


#FyodorDostoyevski 📚 #ÖlülerEvindenAnılar

Ölüler Evinden Anılar (Rusça: Записки из Мёртвого дома, Zapiski iz Mertvogo doma), Fyodor Dostoyevski'nin 1862 yılında yayımlanan romanıdır.

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar’da Sibirya'da geçirdiği sürgün yıllarının izlenimlerini, onunla aynı kaderi paylaşan birbirinden farklı insanları, diri diri mezara gömülmüş hayatları, ayaklarındaki zincirler gibi ruhlarına da prangalar vurulan mahkumların mücadelelerini ve onları ayakta tutan umutlarını kaleme almıştır. Sibirya’nın ücra köşelerinde bozkırın ortasında, yalnızlığın, her yerden bayağılık akan, kötülüklerin ve işkencelerin maruz kalındığı ölü bir eve benzettiği hapishane hayatını gözleme dayalı ruhsal çözümlemelerle aktaran yazar, insanların ne kadar alçalabileceğini ve bu alçalmanın kimileri için ne kadar önemsiz olabileceğini betimler. Sözcüklerle insan portresi çizen Dostoyevski, insanların acımasızlıklarını, düşünmeden sadece nefes almak için bomboş yaşamlarını, acizliklerini tüm canlılığıyla yansıtır.

Cezaevi koşullarını tüm çıplaklığıyla aktaran yazar, mahkumların sefaletini, o döneme ait hapishane sistemindeki aksaklıkları eleştirip, mahkumların ruh hallerini psikolojik tahlillerle işlemiştir.

Eserde ayrıca mahkumların diliyle suça düşme sebebleri de irdelenmektedir. Dostoyevski'nin dönemin mahkum portresini çizdiği eserın anı-hatırat yönüyle de dönemin tarihine şahitlik etmemizi sağlamaktadır.



ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* İnsanın ait olmadığı bir çevrede yaşamasından feci bir şey olamaz.

* Mahpuslar burada evlerindeki gibi değil de, sanki yolculukları sırasında bir hava uğramış ya da büyük bir evde konaklıyormuş gibi yaşardı.

* Saf, temiz yürekli olanlar, bizde en aşağılık enayi yerine konulup küçümsenirdi.

* Bir sınıf insan vardır ki, çoğu zaman gayet zeki oldukları halde, arada bir alabildiğine soyut düşüncelere körü körüne bağlanırlar.

Bu yüzden hayatta o kadar acı çekmiş, bu düşünceler kendilerine o kadar pahalıya mal olmuştur ki, şimdi birdenbire vazgeçivermek onlar için pek güç hatta imkansızdır.

* Yüzlerce arkadaş arasında bulunduğum halde, kendimi ne kadar derin bir yalnızlık içinde hissettiğimi hatırlıyorum. Sonunda bu yalnızlığı da sevmeye başlamıştım ya... Bu ruh yalnızlığı içinde bütün geçmişimi gözden geçiriyor, her şeyi en ufak ayrıntısına kadar hatırlıyordum. Geçmişim üzerinde düşünürken kendimi amansız titizlikle suçluyor, hatta bu yüzden bazen bana bu yalnızlığı bağışlayan alınyazıma şükran duyuyordum. Çünkü bu olmasaydı, ne böyle kendimi yargılayabilir, ne de geçmişimi bunca titizlikle inceleyebilirdim. O vakitler kalbim ne umutlarla çarpmaya başlamıştı! Artık ileriki hayatımda geçmişte düştüğüm hataları, yanlışlıkları tekrarlamayacağımı kuruyor, kendi kendime söz veriyordum. Kendime bir gelecek programı hazırlamış, harfiyen uymaya kesin karar vermiştim. İçimde bütün bunları yerine getireceğime dair körü körüne bir inanç vardı...

* Bu duvarların arasında kaç gençlik boşu boşuna çürüdü gitti, nice yetenekler boş yere mahvoldu! Olduğu gibi söylemeliyim: Buradaki adamlar olağanüstü insanlardı. Belki de milletimizin en yetenekli, en güçlü adamlarıydı. Bunca yetenekli adam boş yere, doğal olmayan bir şekilde, büsbütün mahvolmuşlardı. Peki. Ama kabahat kimin?

* Bence hapishanede ya da herhangi bir yerde, kendi iradeleri dışında bir araya toplanmış insanların birbiriyle kavga etmesi, hatta nefret duyması, aynı şeyleri hürken yapmaktan daha kolaydır. Çünkü birçok şart buna yardım etmektedir.

* Bir işle uğraşmaları cinayetten koruyordu onları, işsiz kalan mahpuslar, şişeye kapatılmış örümcekler gibi birbirlerini yerlerdi yoksa.

* Küfür, mahpuslar arasında bir sanat haline gelmişti; hasımlarını ağır sözlerden ziyade sözlere yükledikleri anlamlarla aşağılamaya çalışırlardı ki, böylelikle küfürler daha ince, daha zehirli olurdu. Bitmek tükenmez kavgalar, bu sanatın daha da gelişmesine yardım ederdi.

* Bir keresinde aklıma şöyle bir fikir geldi: Bir insanı ezip mahvetmek, ona en korkunç katilin bile duyunca titreyeceği kadar ağır bir ceza vermek isteyenlerin, insana yaptığı işin tamamen anlamsız, faydasız olduğu duygusunu vermesi yeterlidir.

* Sonunda pek ağır geldi bana askerlik. Komutan sevmiyor, ne yapsam cezalandırıyordu; niye öyle yapıyordu ki? Her şeye boyun eğiyor, dürüstçe yaşayıp gidiyordum; içkim yok, kimseden bir şey istemem, çünkü başkalarından bir şey istemek fena şeydir. Etrafın taşyürekli heriflerle doludur, ağlayacak tenha bir köşe bile bulamazsın.

* Sürgün hayatında hürriyet yokluğundan ve zorla çalıştırmadan başka,  belki diğerlerinden daha korkunç bir azabın olduğunu zamanla öğrendim:  Zorunlu ortak hayat.

* Öyle konular vardır ki, bunlar hakkında ancak denedikten, baştan geçtikten sonra yargıya varılabilir.

* İlk okuduğum kitap üzerimde kuvvetli, garip ve bambaşka bir etki bırakmıştır.

* Bence manevi yoksunluklar, bütün maddi azaplardan çok daha ağırdır.

* Hürriyet, yeni hayat, yeniden doğuş... Ah ne tatlı bir an bu!


📌 Kronolojik Sırayla Dostoyevski Okuma Rehberi 📖 * İnsancıklar (1846) (İletişim Yayınlayları) * Öteki (1846) (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) * Ev Sahibesi (1847) ( İş Kültür yayınları) * Beyaz Geceler (1848) (Can Yayınları) * Stepançikovo Köyü (1859) (İş Kültür Yayınları) * Ezilenler (1861) (İş Kültür Yayınları) * Ölüler Evinden Anılar (1862) ( İş Kültür Yayınları) * Yeraltından Notlar (1864) (İş Kültür Yayınları) * Suç ve Ceza (1866) (Can Yayınları) * Kumarbaz (1867) (İş Kültür Yayınları) * Budala (1869) (İş Kültür Yayınları) * Ecinniler (1872) (İş Kültür Yayınları) * Bir Yazarın Günlüğü (1873) (YKY) * Delikanlı (1875) (İletişim Yayınları) * Karamazov Kardeşler (1881) (İş Bankası Kültür Yayınları) 📌 Henri Troyat "Dostoyevski Biyografisi" (İletişim Yayınlayları)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder