6 Ağustos 2022 Cumartesi

CHARLES DİCKENS "MİSTER PICKWICK'İN SERÜVENLERİ"

 Mister Pıckwıck'in Serüvenleri 📚 #CharlesDickens

İlk olarak tefrika halinde yayımlanan Mister Pickwick’in Serüvenleri, Charles Dickens'ın 1836 yılında henüz 24 yaşındayken yazmaya başladığı ilk romanıdır. 

Pikareks olarak nitelendirilen romanda toplumdan kopuk ve standeter yaşam tarzına sahip Mr. Samuel Pickwick, kurucusu olduğu ve başkanlığını yaptığı kulüpteki arkadaşı olan birkaç üyeyi ve uşağı Sam'i de alarak, insanın doğasını anlamak maksadıyla çeşitli gezilere çıkarlar. Pıckwıck kulübü o dönemin İngiltere’sinde yaşamakta olan muhtelif insan manzaralarıyla okuyucuyu tanıştırır. Pickwick Kulübü üyeleri gözlem yapmak amacıyla Londra’dan yola çıkarak İngiltere’nin pek çok yerini dolaşmaları esnasında tanıştıkları kişilerle yaşadıkları maceraları, başlarından geçen olayları ve dinledikleri hikayeleri not ederler. Mister Pıckwıck yaşadığı serüvenlerde kazandığı tecrübeyle bu süreç nihayetinde düzenli aklı başında bir kişiye dönüşmeye başlar. Kimi zaman mizah duygusuyla, hicivlerle, alegorilerle aktarılan romanda trajedileri de yansıtılarak 19. yüzyıl başındaki İngiltere’nin toplumsal bir tablosu çizilmiştir. Don Kişot'tan esinlenerek kaleme alınan eser daha gerçekçi olayların farkındalığı ile ondan ayrılır. 

#altınıçizdiğimsatırlar 📚

* İnsan zihninin, geçmiş olayların yarım yamalak anıları arasında aklın denetimi olmaksızın oradan oraya huzursuzca koşturduğu ama aynı zamanda dile gelmez bir eza duygusu ile bir türlü sıyrılamayacağı o yeri bilinçsizlik haline düştü.

* Beden gözünüzün önünde güçsüz ve çaresiz, öyle serilmiş yatarken, zihnin her zamanki sağlıklı uğraşlar ve amaçlara geri dönüşüne tanık olmak insana çok dokunuyor. Ama bu uğraşlar ciddiyet ve vakarla bağdaşır olmaktan uzak bir karakter sergilediği zaman üzerimizdeki etkileri son derece daha feci oluyor.

* İnsanlar güneşi bütün ihtişamıyla görebilmek için erken kalkmalılar, zira parlaklığının bütün gün sürdüğü çok enderdir. Bir günün sabahı ile hayatın sabahı birbirinin o kadar aynısıdır ki!

* Bana hatırlattıklarından ayrı düşünemediğim için Londra'nın bu semtinden nefret ederim. Cadde geniş dükkânlar ferahtır; gelip geçen araçların gürültüsü, insan kalabalığının ardı arkası kesilmeyen ayak sesleri... Bütün o telaşlı trafik patırtısı sabahtan akşama kadar yankılanır durur orada ama yan sokaklar suratsız ve karanlıktır; tıkış tıkış ara yıllarda yoksulluk ve sefahat cıvışır; mahrumiyet, kademesizlik tıkılmıştır daracık hapishanenin içine. Zulmet ve kasvet -benim gözümde hiç değilse - o havâlinin üzerine çökmüş, havasını murdar ve hastalıklı bir renge büründürmüştür.

* Zira umutsuzluk, felaketin ilk zalim saldırısına nadiren eşlik eder. Sınanmamış arkadaşlıklara hala güvenir insan; mutlu günlerinde dostların ihtiyaç duyulmazken bol keseden sundukları hizmetleri hatırlar; mutlu tecrübesizliğinden ötürü henüz umudunu yitirmemiştir ve ilk şokun altında ne kadar eğilse de hayal kırıklığı ve ihmallerin samyeli altında boynu bükülene kadar o umut, yüreğinde kısa bir süre yeniden canlanır.

* Dıştan bakınca çocuktu ama onda çocukluğun sevinç yüklü yüreğinden, şen gülüşünden, pırıltılar saçan gözlerinden eser yoktu.

* Noel, olanca keyifli evecenliğiyle yaklaşıyordu. Konukseverlik, neşe ve içtenlik mevsimiydi; yaşlanan yıl, bir geçmiş zaman feylesofu gibi, dostlarına davet çıkarıp, ziyafetler, şenlikler ortasında sükûnetle, huzur içinde geçip gitmeye hazırlanıyordu. Sevincin kabına sığamadığı günlerdi

* Yeryüzünde bütün saray adamlarının âdetidir: Kralın tekmelediğini sen de tekmeleyeceksin, kucakladığını kucaklayacaksın!

* Çok çalışıp bir dilim ekmeğini emeğiyle kazanan insanların her zaman neşeli ve mutlu olduklarını gördü; tabiatın sevimli çehresinin en cahil kimse için bile bitmez tükenmez neşe ve sevinç kaynağı olduğunu gördü; özene bedene bakılıp sevgiyle yetiştirilmiş insanların mahrumiyetler ortasında mutlu olduklarını, onlardan daha kavi yetişmiş nicelerini mahvedecek acılara katlandıklarını, çünkü gönüllerinin mutlulukla, hoşnutluk ve huzurla donanmış olduğunu gördü. Tanrı'nın en nazik, en kırılgan yaratıkları olan kadınların; kederi, zoru ve sıkıntıyı yenmekte çoğu zaman herkesten üstün olduklarını ve bunun yüreklerindeki bitmez tükenmez şefkat ve vefadan kaynaklandığını gördü. Ve hepsinin üstünde, başkalarının sevincine, nesnesine kendisi gibi yan bakıp laf atanların bu yüzden yeryüzünün en çürümüş ayrık otları olduklarını gördü ve dünyanın her iyiliği, her bir kötülüğü ile yan yana konulup tartıldığında, her şeye rağmen fevkalade dürüst ve makul bir dünya olduğu sonucuna vardı.

* Ama o artık aynı insan değildi. Eski hallerinden duyduğu pişmanlığın alay konusu olacağı ve artık değiştiğine kimsenin inanmayacağı bir yere dönmeye nasıl katlanabilecekti? Birkaç saniye tereddüt ettikten sonra döndü, nerede olursa olsun ekmeğini kazanacağı rastgele bir yere doğru yürüdü.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder