29 Şubat 2020 Cumartesi

JACK LONDON '' MARTİN EDEN''


#MartinEden 📖 #JackLondon 📚
Martin Eden; Jack London'ın yarı otobiyografik eseridir. Geçmişini ve çevresini yetersiz bulan bir gencin hayatı anlamlaştırmak için girdiği yolda aydınlanma evresinde dönemin sosyolojik ve politik ilişkilerine farklı bakış açısı sunar.
 Martin Eden, hayvani bir güce sahip, kaba saba, eğitimsiz ama şen şakrak, hayata umutla ve sevgiyle bakan bir denizcidir. Tesadüf eseri tanıştığı küçük bir burjuva ailesinin kültürlü ve güzel kızına aşık olur ve onun sevgisine layık olmak için hummalı bir şekilde kendini eğitmeye, okumaya ve geliştikçe öyküler, şiirler yazmaya başlar.
Kendini geliştirmeye ve eğitmeye yönelik tutkusuyla elit kesim arasına girip, işçi sınıfının sıkıntılı ve kaba yaşam şartlarından kurtulmaya çalışmaktadır. Bu arzusu güzelliğe olan hayranlığı ile başlar ve hedefi güzelliğin en özel yer olduğunu düşündüğü aşkına kavuşmak olur.
Yazarlığı bir meslek olarak seçmek ister ama bütün yazdıkları reddedilir. Kapitalizm düzende sınıf atlaması kolay değildir, para kazanamadıkça yoksulluğun çıkmazına girer, hem sevgilisinin ailesi hem kendi yakınları yazarlığın boş hayal olduğunu ve bir işe girerek hayatını kazanması için kendisine baskı yapar. Sevdiği kız diğerlerine göre daha anlayışlı olsa da bir süre sonra o da düzenli bir işinin olmasını ve yazdıklarının ona bir getirisi olmayacağını düşünür. Martin Eden sıradanlaşmayı reddederek seçtiği yolda yürümek için savaşır. Düşünceleri geliştikçe toplumsal düzen hakkında fikir sahibi olmaya başlar; sosyalizmi "köle ahlakı" olarak görür ve Nietzsche'nin bireycilik görüşünü benimser. Tanıdığı burjuvaların aslında kabul ettiği savunduğu fikirlerin bile ne olduğunu bilmediklerini anladıkça hayal kırıklığına uğrar. Martin Eden mücadelesinde önemli sandığı burjuva kesiminin içi boş olan hayat görüşlerini, gösteriş olan kültürlerini, kalıplaşmış düşüncelerini fark ettikçe ve kendisini bir hiç gören bu insanları derinlemesine tanıdıkça artık onlara kin beslemeye başlar ve tüm bu emekleri karşılıksız kalıp, sevdiği kadın tarafından da terk edilince hem fiziksel hem ruhsal olarak harap ve bitap düşer. Sıfırı tükettiğini düşündüğü anda gelen yazarlık başarısının keyfini çıkaramaz; çevresine, kendisine, hayata karşı umursamazlığa bürünen Martin Eden, insanların kendisine verdiği değerin kişiliği, emekleri ya da yaptığı işten dolayı değil, kazandığı şöhretten ve paradan kaynaklandığını anladıkça bunalıma girer ve yaşama dair hissizlesmeye başlar.
Martin Eden ne geçmişteki hayatına ne de şimdi içinde bulunduğu çevreye ait hisseder kendini ve sevdiği kızın geri dönüşüne bile tepkisizleşir, aşkının bile yalan olduğunu fark eden Martin Eden'ın Amerikan rüyası trajik olarak biter.
Sıfırdan başlayıp, çok çalışana başarı, şöhret, zenginlik vaad eden boş ve anlamsız "Amerikan Rüyası" Martin Eden'ın da sonu olur.


#MartinEden 📖

ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

Tanrı ona başkalarıyla empati kurma ve onları anlama lütfunda bulunmuştu.

İnsanın düşüncelerini alıp, allayıp pulladıktan sonra yine ona sunarak istediğiniz kişiyi kandırabilirsiniz.

Olduğu gibi istiyordu hayatı; içinde insanın ruhunu yakalayan ve vicdanına uzanan her ne kaldıysa, onlarla birlikte istiyordu..

İçimde söylemek istediğim çok şey var sanki. Çok büyük şeyler. Bunları ifade etmenin yolunu bulamıyorum. Bazen bana öyle geliyor ki bütün dünya, bütün hayat, her şey içinde duruyor ve sözcüsü olmam için feryat ediyor. Hissediyorum...ama anlatamıyorum...

Bir elini bozukluk paralarını genellikle hesapsızca sürdürdüğü hayat gibi cömertçe doldurduğu pantolonunun cebine daldırdı. Küçük çocuğun eline bir çeyreklik sıkıştırdı ve onu kısa süre kollarına alarak hıçkırıklarını dindirmeye çalıştı.

Hayatında İlk kez, yemek yemenin karın doyurmaktan da öte bir işlevi olduğunu fark etmişti.

Gerçekten büyük olan şairlerin yazdığı her bir satır güzel gerçeklerle doludur ve insanın yüce ve soylu olan yanlarına hitap eder. Büyük şairlerin tek bir satırını bile yok saymak, dünyayı o ölçüde yoksullaştırmakla aynı şeydir.

O ana kadar, bütün hayatı boyunca davranışlarının hantal mı, yoksa zarif mi olduğunu hiç düşünmemişti. Bu tür düşünceler aklına bile gelmemişti.

Resim sanatına dair pek bir şey bilmezdi. Uzaklıktan bakıldığında da yakından bakıldığında da her zaman kesin ve belirgin çizgileri olan taşbaskılarla ve renklibaskılarla büyümüştü o.

Gözlerini sevgi dolu bakışlarla odadaki birkaç kitabının üzerinde dolaştırdı. Yoldaş olarak ona sadece bu kitaplar kalmıştı.

Dipte bir yerlerde karanlığın içine düştü. Bu kadarını fark edebildi. Karanlığın içindeydi artık. Bunu fark ettiği anda da farkındalığı sona erdi.






11 Şubat 2020 Salı

DOSTOYEVSKİ '' SUÇ VE CEZA''




#Dostoyevski 📚 #SuçveCeza 

Dostoyevski'nin Sibirya sürgünü dönüşü yazdığı Suç ve Ceza, kurgusal bir hikayeden öte felsefesi açısından önemli bir yere sahiptir.
Roman, ana karakter Raskolnikov'un hayata bakış açısını, teorilerini, toplumsal ahlak anlayışını sorgulanmasını, ailesini, arkadaşlarını, düşmanlarını ve onlarla olan ilişkilerini incelemektedir.
Dostoyevski, Suç ve Ceza'nın 1. kısmında bir cinayet eyleminin inşa edilmesini, 2. kısmında ise sonuçlarını psikolojik ve felsefi açıdan ele alıyor.
Eser aynı zamanda Dostoyevski'ye 19. yüzyılın ortalarında Rusya'da yaşanan sosyal reform hareketleri hakkında yorum yapma fırsatı veriyor.
Dostoyevski, Sibirya’daki sürgün zamanlarında Hegel’in varlığın bütün alanlarının bilgisine ulaşmak ve varlığın ne olup ne olmadığını kavramak, bu bakımdan varlığın (ide'nin, aklın) kendi kendine düşünmesi, tabiat ile ruh alemi arasında varlık bakımından (ontik) bir fark olmaması, maddî olan manevî olandan, tinsel olandan çıkması, manevî olan maddî olanı yönetmesi, yönetirken sınırlamaması, gelişmesine, ilerlemesine imkan vermesi olarak benimsediği insan anlayışı felsefesinden etkilenerek, romanını bu etkilerle şekillendirmiştir.
Romanda, idealist bir hukuk talebesi olan Raskolnikov'un yoksulluğu, psikolojik buhranları, topluma uyum sağlamak istemeyişi, parlak zekasına rağmen bunu çalışarak degerlendiremeyişi ele alınır, irdelenir. Kitabın bir diğer özelliği de olayları çift taraflı değerlendirmeye olanak sağlaması. İyilik adına kötülük yapılır mı? Bir katil ve bir hayat kadını iyi olabilir mi? Bilinen hiçbir suça karışmayan her insanlar iyi midir? Kötülük düşünce de mi yoksa eylemde midir? İyilik toplumdaki içtimai mevkiye göre mi değerlendirilir? gibi sorulara da cevap arar ve "her katil cinayet mahalline geri döner" sözünü tasdik eder.
Dostoyevski dehasını aktardığı edebi kalemiyle, eserini hem psikolojik, hem felsefi, hem polisiye, hem gerilim romanı olarak terkip etmiştir.




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR  📝

* Temmuz ayının başında çok sıcak bir günde akşama doğru genç bir adam, "S..." Sokağı'nda kendisi de kiracı olan birinden tuttuğu odasından çıktı ve ne yapacağına henüz karar vermemiş gibi yavaş adımlarla "K..." Köprüsü'ne yöneldi.

* Schiller'in mükemmel insanları her zaman böyledir: İyiliklerindenmiş gibi karşılarındakileri tavus kuşu tüyleriyle süslerler, son dakikaya kadar kötü niyet gelmez akıllarına; madalyonun diğer tarafını sezinleseler bile asla gerçek anlamda lafını etmezler, bunu düşünmek bile canlarını sıkar. Allayıp pulladıkları insanlar gelip de yüzlerine vurana kadar gerçeği var güçleriyle reddederler.

* Bir lokma ekmeğim olduğu sürece bağımsız olmak istiyorum.

* Daha sonra düzeltilmesi zor olacak bir hataya düşmemek için bir insanı değerlendirirken hiç aceleci olmadan dikkatli davranmak gerek.

*Eninde sonunda, herkesin çalabileceği bir kapı olmalı. Hepimizin illaki sığınacak bir yere ihtiyacı olduğu bir an oluyor.

*Bazen öyle karşılaşmalar olur ki hiç tanımadığımız insanlar, daha tek kelime bile etmeden, ilk bakışta ilgimizi çeker.

* Hepiniz, istisnasız birer geveze ve yaygaracıdan başka bir şey değilsiniz! Biraz sıkıntıya düştünüz mü eliniz ayağınız dolaşır, ne yapacağınızı bilemez hale gelirsiniz! O durumda bile başka yazarların fikirlerini çalarsınız. Şu hayatta kendi başınıza yaptığınız bir şeyin izine rastlamak mümkün değildir. Hatta ispermeçet balinasının yağından yapılmışsınız, damarlarınızda kan yerine serum dolaşır! Hiçbirinize inanmıyorum! Hepinizin ilk derdi, ne yapıp edip insana benzememek!

* Bir yerde okumuştum, infazına bir saat kalmış bir idam mahkûmu eğer etrafı uçurumlar, okyanuslarla kaplı yüksekçe bir yerde, sonsuz bir karanlık, sonsuz bir yalnızlık ve bitip tükenmeyen fırtınalar içinde sadece iki ayağını koyabileceği bir kayanın üstünde yaşamının sonuna kadar dikilecek şansı bulsa ve belki de bin yıl ya da sonsuza kadar öyle durarak hayatına devam edecek olsa, ölmek yerine yaşamayı tercih edeceğini ya söylemiş ya da düşünmüştü! Yeter ki yaşasın, yaşasın, yaşasın! Nasıl olursa olsun yeter ki yaşasın! Nasıl bir gerçek bu!

* İnsanları dışlarsan yola getiremezsin, hele çocukları asla. Küçüklere iki kat daha özenli davranmak lazım.

* Asıl mesele, dürüst ve duygulu insanların samimice içlerini dökmeleri, iş adamlarının da bunları dinleyip sonra kendi çıkarları yönünde kullanmalarında.

* Başta, ama epey önceydi bu, kafasını kurcalayan bir soru vardı: Nasıl oluyordu da hemen hemen bütün suçlar öylesine kolayca ortaya çıkıyor ve bütün suçluların izleri açıkça bulunuyordu? Akıl yürüttükçe farklı ve ilginç sonuçlara vardı. Ona göre bunun temel nedeni, suçu gizlemenin maddi imkânsızlığından çok, suçlunun kendisiydi: İşlenen suç ne olursa olsun, suçluların hemen hemen tamamı, suç anında, yani tam da irade ve dikkat toplamanın en gerekli olduğu sırada, çocukça tuhaf bir uçarılığa kapılıyor, bir çeşit akıl tutulması içinde sağduyu kaybı yaşıyorlardı. Onun düşüncesine göre; bu akıl tutulması ve sağduyu kaybı kişiyi bir hastalık gibi kuşatıyor, yavaş yavaş içinde büyüyor ve suçun işlenmesine az bir süre kala en yüksek noktasına ulaşıyordu. Kişinin aklına orantılı olarak, suçun işlendiği anda ve hemen sonrasında da belli bir süre aynı seviyede kalıyordu, daha sonra bütün hastalıklar nasıl geçiyorsa o da böyle geçiyordu. Soru şuydu: Suçu doğuran hastalık mıydı yoksa suç, doğası gereği mi her zaman hastalıklı bir halde seyrediyordu?

* Sorunun ahlaksal açıdan çözümü konusundaki tüm analizleri sonuçlandırmayı başarabilmiş gibiydi: Vicdanını ustura gibi bilemişti ve artık bilinçli olarak kendine karşı koyabileceği bir nokta kalmamıştı. Ama işte son durumda kendine inanamıyordu, ısrarla sanki kendisi köleymiş de başka birisi onu bu işe zorlayıp itiyormuş gibi, yan çözebileceği çeşitli nedenler arıyordu.

*Hastalıklı ruh hâlinde görülen rüyalar belirgin ve canlı oluşları olağanüstü bir sekilde gerçek hayatla örtüşmeleriyle diğerlerinden farklılık gösterirler. Bazen bu tablo korkunç bileşenlerden oluşur ama ortam ve olayın geçtiği tüm, süreç yarattığı tablonun bütününü ince ince tasarlayan bir sanatçının elinden çıkmış gibi, ince ve beklenmedik detaylarıýla o kadar gerçektir ki, Puşkin veya Turgenyev bile olsa rüyayı gören insanın uyanıkken böyle bir tabloyu uydurması olanaksızdır. Böylesi düşler, bu hastalıklı rüyalar her zaman uzun süre hafızalarda kalır ve zaten sinir sistemi bozuk ve gergin olan bünyelerde derin izler bırakırlar.

* İnsan birisiyle ilk tanıştığında düşüncesizce davranıp aptalca şeyler yapabiliyor, karşısındakini yanlış değerlendirip hataya düşebiliyor.

* "Kazmaya cesaret etmişler de nasıl bir memba bulmuşlar kendilerine, şimdi de faydalanıyorlat. Faydalanıyorlar işte! Alışmışlar da. Önce ağlasalar da sonunda alışmışlar. Alçak insanoğlu eninde sonunda her şeye alışıyor!'' Dalıp gitmişti hoşnutsuzca: -İyi ama belki de yanılıyorumdur. Belki de aşağılık bir yaratık değildir insanoğlu, yani tüm insanoğlu, demek istediğim tüm insan soyu... O zaman tüm bu akıl yürütmeler kuruntulu bir korkudan başka bir şey değildir ve o zaman hiçbir eşik yok demektir ve öyle de olması gerekir."

* Genelde yeni fikirleri olanlar ya da az çok yeni bir şeyler söyleme yetisine sahip kişiler genel olarak çok ender gelirler dünyaya, hem de şaşılacak kadar ender.

* Tam da Rus masalında dedikleri gibi: Ne gözümle gördüm, ne de kulağımla işittim ama Rus ruhunu bildim...

*  İktidar gücünün ancak eğilip onu alma cesaretini gösterene verildiğini anladım. Bu noktada, tek ama tek bir şey söz konusu, o da cesaret!

* Boğulmaktan kurtulmak için saman çöpünden bile medet umabilirdi insan!

* Bence Kepler ya da Newton'un icatları birtakım olayların bir araya gelmesinin sonucunda, bu buluşlara engel olan ya da yollarını kapayan bir, yüz ve belki de daha fazla kişinin hayatları feda edilmeyen ortaya çıkmayscak olsaydı Newton'un bu buluşunu tüm insanlığa sunabilmek için bu bir, on, yüz ve belki de daha fazla kişiyi ortadan kaldırmaya hakkı olurdu, hatta buna mecbur sayılırdı.Tabii ki bu dediklerimden, Newton'un her karşısına çıkanı ya da aklına eseni öldürmeye, pazarda çalıp çırpmaya hakkı olduğu anlamı çıkarılmamalı.

* Burada, bir insanın yavaş yavaş yenilenmesini, yeni bir hayat bulmasını ve adım adım başka bir dünyaya geçmesini, hiç bilmediği yepyeni bir gerçeklikle tanışmasını anlatan yeni bir öykü başlıyor.


📌 Kronolojik Sırayla Dostoyevski Okuma Rehberi 📖
* İnsancıklar (1846) (İletişim Yayınlayları)
* Öteki (1846) (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)
* Ev Sahibesi (1847) ( İş Kültür yayınları)
* Beyaz Geceler (1848) (Can Yayınları)
* Stepançikovo Köyü (1859) (İş Kültür Yayınları)
* Ezilenler (1861) (İş Kültür Yayınları)
* Ölüler Evinden Anılar (1862) ( İş Kültür Yayınları)
* Yeraltından Notlar (1864) (İş Kültür Yayınları)
* Suç ve Ceza (1866) (Can Yayınları)
* Kumarbaz (1867) (İş Kültür Yayınları)
* Budala (1869) (İş Kültür Yayınları)
* Ecinniler (1872) (İş Kültür Yayınları)
* Bir Yazarın Günlüğü (1873) (YKY)
* Delikanlı (1875) (İletişim Yayınları)
* Karamazov Kardeşler (1881) (İş Bankası Kültür Yayınları)

📌 Henri Troyat "Dostoyevski Biyografisi" (İletişim Yayınlayları) 



BALZAC '' İNSANLIK KOMEDYASI




Roman sanatında gerçekçilik akımının kurucu olarak kabul edilen Fransız yazar Honore de Balzac'ın toplam 96 kitaptan oluşan romanlarıyla insani durumlari anlattığı eserlerin bütününe verdiği addır. Balzac tasarladığı İnsanlık Komedyası'nı tamamlayamadan vefat etmiştir. 
1300’lerden başlayıp 1845’e kadar gelen, ağırlıklı olarak Napoleon, XVIII. Louis, X.Charles ve Louise Philippe dönemleri etrafında geçen “İnsanlık Komedyası”nda, Fransız toplumundaki , krallar, imparatorlar, ruhban sınıfı,  ordu, aristokrat aileler, kent ve taşra burjuvaları, köylüler, yazarlar, hizmetçiler, fahişeler, olmak üzere  
her sınıftan karakterlere yer verilmiştir.
Fransız saraylarından en yoksul mahallelere kadar her mekanda ve onlara özgü eşyalarla birlikte tasvir edilmiştir. “İnsanlık Komedyası”nı oluşturan her bir romanın kendi içerisindeki bütünlüğü vardır.  Birey ve toplum hayatını çözümlemeye yönelik “Analitik Çalışmalar”; bu hayatın nedenlerini tartıştığı “Felsefi Çalışmalar”; bireyin davranışlarının toplum üzerindeki etkilerini kavramaya yönelik “Sosyolojik Çalışmalar” biçiminde üç ana başlığa ayırmıştır. “Toplum Gelenekleri Çalışmaları” özel yaşamdan sahneler, taşra yaşamından sahneler, siyasi yaşamdan sahneler, askeri yaşamdan sahneler ve kırsal yaşamdan sahneler olarak beş bölümden meydana geliyordu. Projesine “La Comedia Humaine” adını 1840 yılında koydu ve komediyi sergileyen eserlerini 1848’e kadar on yedi cilt halinde yayınladı. 1848’den sonra yazdıkları ise ölümünden sonraki baskıya girmiş ve son halini 1876’da yapılan yirmi dört cilt olarak basılmıştır.


ANDRE GİDE '' PASTORAL SENFONİ''

#AndreGide 📚 #Beethoven 🎼 #PastoralSenfoni 🎶




Orjinal adı "La Symphonie pastorale" olan "Pastoral Senfoni" Andre Gide'in 1919'da yayımlanan eseridir.

Pastoral kelimesi latince "Çoban''dan gelen doğa ile içiçe anlamında kullanılır. Çeşitli sanat türlerinde etkisini göstermiş mitolojik olayları asilzadelerin tabiat özlemini nakleder.

Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Andre Gide , Sainte-Beuve'ün Yaşam/Yapıt savında  olduğu gibi sanatçı ile eserinin muvazi yönde ilerleyen muharrirlerdendir. Kendi hayatından izler, ruh hali, düşünceleri eserlerinde muadildir. Andre Gide'in hayatı hakkında bilgi edindiğimizde dini bocalama içerisinde kaldığını fark ederiz.

Kitabın baş kahramanı olan Rahip, kendi eşi ve çocuklarından daha fazla ilgi gösterdiği bakıma muhtaç gözleri görmeyen bir genç kıza ihtimam gösterirken bunu ''Sürüde 99 koyun olsa kurdun kaptığı 1 koyunun peşinden giden çoban '' mantığıyla haklı bulmaya çalışır. Kendi ailesinden daha ziyade sunduğu anlayış neticesinde eşi ve çocukları ile arası açılırken, görme engelli genç kızla arasında başlayan aşk, kızın gözlerinin açılmasıyla biter. Aciz durumdayken kendini eğiten rahibe duyduğu aşk son bulur,  yanıldığını anlar ve onu istemez. Rahibin yaşadığı buhran ailesiyle arasında sevgi köprüsünün yıkılmasına neden olur.
Yazar gözlerin görmediği bir dünyaya müziğin verdiği ahengi Beethoven'ın Pastoral Senfoni ile sunmuştur.




ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Seven bir ruh, gönüllü olarak itaat etmekten mutluluk duyar; ancak hiçbir şey huzuru aşksız bir itaat kadar gölgeleyemez.

*  Ağlamak isterdim ama, yüreğim bir çölden daha çoraktı..

* Ne korkunç bir gecenin karanlıklarına dalıyorum.

* Eğer küçük çocuklar gibi olmazsanız, göklerdeki krallığa giremezsiniz.

* Ah! Zihnimdeki canavarlar ve hayaletlere kulak asmak yerine, gerçek hayattaki kötülüklerle yetinseydik zavallılığımız ne kadar katlanılır, hayat ne kadar güzel olurdu..

* Hayatta ilerleme kaydetmek demek, geçmişe birbirine benzeyen günler eklemekten başla bir şey değildir onun icin..

* Beyaz bütün tonların birbirine karıştığı en tiz noktadır, siyah bütün tonların birleştiği en bas nokta olması gibi.

* Bir adamın yüz kuzusu olsa ve içlerinden biri kaybolsa, adam diğer doksan dokuz kuzuyu dağda bırakıp kaybolanı aramaya gitmez mi?..

* İnsanoğlu bu dünyayı çirkinleştiren, kirleten, acı veren günahlar ve düzensizliklerden çok, güzelliği, refahı, düzeni ve ahengi sağlayan şeyleri hayal eder. Ruhumuzun buna daha çok eğilimi vardır ve bunu yaparken de beş duyumuz yol gösterir bize.

* Sanki sevgi kullanmakla tüketilecek bir şeymiş gibi; iyilikseverliği bile düzenine uydurur..

* Çocukluktan beri yapmak istediğimiz bir sürü şeyi yapmaktan, sadece etrafımızdakiler “bu işe yaramaz” dediği için, kim bilir kaç kere vazgeçmişizdir...









TOLSTOY '' KREUTZER SONAT''


#Tolstoy 📚 #Beethoven 🎼 #KruetzerSonat 🎶



Adını Ludwig Van Beethoven’ın keman ve piyano için yazdığı 9 numaralı sonatı Kreutzersonate isimli bestesinden alan, Tolstoy'un 1889 yılında yayımlanan uzun hikâyesi "Kreutzer Sonat" mutsuz bir çiftin hayatını mahveden aşk, öfke ve öldürücü bir kıskançlığı konu alır. Tolstoy’un bu eseri kadının toplum ve evlilikteki rolünü, aile düzenini sorgulayan, aşk, evlilik ve aile ile ilgili farklı düşünceleri ifade eder.
Kreutzer Sonat, tren yolculuğuyla başlayan ve olay örgüsü geri dönüşlerle aktarılan uzun bir öyküdür. Tolstoy, insanların zaaflarını, kıskançlığını, acizliğini, şiddete meyilini öz eleştiri ile sunmaktadır. Kitabın baş kahramanı Pozdnişev, sefih bir gençlik  hayatının akibetinde gerçekleştirdiği mutsuz evliliğinde, mütekabil anlaşmazlık sonrası karısını öldürmesiyle geri dönüşü olmayan bir çöküşü anlatır. Tolstoy romanında dönemin ahlak anlayışını, kadın ve erkek arasında psikolojik haklı olma harbini, yitirilen erdemin saygısızlığa sebep olup vicdani muhasebenin yapılmayarak, sevgisizliğe yol açmasıyla süregelen aile hayatının husursuzluğuna dem vurur. Beethoven'ın Kreutzer Sonat'ı ile böyle bir dibe vuruşta müziğin insan üzerindeki baş kaldırışını, detaylı gözlemini, ruhunda bıraktığı derin etkiyi vurgulamaktadır.



ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR  📝 

* Hatalı hayat yaşayan insanlar, durumlarının kötülüğünü görmemek için gözlerini yumarlar.

* Müziğin etkisiyle hissetmediğim bir şeyi hissedebilirmişim, anlamadığım bir şeyi anlayabilirmişim, yapamadığım bir şeyi yapabilirmişim gibi gelir bana.

* Aynı gemide değil, batan bir gemideyiz artık
Sürekli bir tehlike, sonra tehlikeden kurtuluş, yine bir tehlike, yine umutsuz çabalar ve yine kurtuluş, batan bir gemide gibiydik hep.

* Akıl, birbirimize karşı sürekli beslediğimiz düşmanlığa yeterli bahaneler uydurmaya yetişemiyordu.

* Birbirlerini sevmeyen insanları evlendirip sonra da geçinemeyişlerine şaşıyorlar. Sahibinin keyfine göre çiftleşmek ancak hayvanlarda olur; insanların kendilerine göre arzuları, sevgileri vardır.

* Aşk, bir erkek veya bir kadının diğer bütün insanlar arasından yaptığı bir tercihtir.

* Zaman geçiyor, bir daha da geri gelmeyecek!

* İnsan yüz yıl yaşar kentte de, çoktan öldüğünün, çürüdüğünün farkında olmaz.

* Felaket de zaten kendi zayıflığı yüzünden ideali alçaltmaya başladıktan sonra hangi sınırda duracağını bilememektir.

* Mutsuz insanların kentte yaşamaları daha iyidir. İnsan kentte yüzyıl yaşar da çoktan öldüğünün ve çürüdüğünün farkında bile olmaz.

* Ne için yaşayacağız? Eğer hiçbir amaç yoksa, eğer yaşam, sırf yaşamış olalım diye bize verilmiş birşeyse yaşamanın gereği yoktur.

* İnsan soyu o zaman nasıl devam edecek mi diyorsun? İnsan soyu devam edecek de ne olacak?

* Birbirimizi ömür boyu seveceğiz. ..
"Bir insanı ömür boyu sevmek bir mumun bir ömür boyu yanacağını ileri sürmek gibi olur "



📌 Kronolojik Sıralayla Tolstoy Okuma Rehberi 📖
* Çocukluk, Gençlik, İlkgençlik (İletişim Yayınları) (1852 - 1857)
* Öyküler (İletişim Yayınları) (1856 - 1906)
* Sivastopol (İş Bankası Kültür Yayınları) (1855 - 1856)
* Aile Mutluluğu (İletişim Yayınları) (1859)
* Kazaklar (İş Bankası Kültür Yayınları) (1863)
* Savaş ve Barış (İş Bankası Kültür Yayınları) (1869)
* Kafkas Tutsağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1872)
* Anna Karenina (İş Bankası Kültür Yayınları) (1877)
* İtiraflarım (Antik Yayınları) (1880)
* İnsan Neyle Yaşar? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1885)
* İvan İlyiç'in Ölümü (Can Yayınları) (1886)
* Kreutzer Sonat (İş Bankası Kültür Yayınları) (1889)
* Efendi ile Uşağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1895)
* Sanat Nedir? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1897)
* Diriliş (İş Bankası Kültür Yayınları) (1899)
* Hacı Murat (Can Yayınları) (1912 - 1917)

* Henri Troyat "Tolstoy Biyografisi" (İletişim Yayınları)









HONORE DE BALZAC '' EUGENİE BALZAC''



Romanda gerçekçilik akımının öncüsü olarak nitelendirilen Balzac, kitaplarında Fransız toplumundaki karakterlere saraylarından ,yoksul mahallelere kadar hepsini kendi mekanlarında ve onlara özgü yaşayış biçimi ve eşyalarla birlikte eksiksiz bir biçimde yer verir.
 Eserlerinde realizmi şiirsel bir uslupla harmanlayarak  ( Birinci İmparatorluk I. Napolyon ) Napolyon Bonapart (Bourbon Hanedanı) XVIII. Louis , X. Charles (Orlíans Hanedanı ) Louis-Philippe  dönemlerinde geçen Fransa toplumunun yapısını anlattığı ''İnsanlık Komedyası'' adını verdiği ve tamamlayamadığı serideki eserlerinden biri olan Eugénie Grandet, 17.yüzyılda Saumur adında bir taşra köyünde Fransız devrimininin sosyo-ekonomik ve kültürel sonuçlarını ele aldığı hiciv kitabıdır.


Dönemin şartlarını; kurnazlığı ve fırsatçılığı ile değerlendirerek zenginliğe ulaşan ama cimriliği ile kendi ve ailesine sıkıntı ve yoksukluk çektiren Grandet baba, habis karakterli, merfaatçi ve para için eşi ve kızını dahi gözü görmeyen melun biridir. Karısı varlıklı olduğu halde sönük karakteri yüzünden kendini karanlığa boğmuş , çocuğu ise annesi  ve babasının kişiliklerinin karışımı bir genç kızdır. Babasının aşırı cimriliği, annesinin ezik karakterleri arasında sıkışıp kalan Eugénie, karşısına ilk kez gözterişli zarif bir erkeğin çıkmasıyla gözleri kamaşır, başkasını seven bir erkeği içinde bulunduğu çaresizlikten faydalanarak bile bile kendine çekmeye çalışır ve bu aşkı annesinin hayatına mal olur. Babasının sevgiden üstün tuttuğu kuzeninin düştüğü durumdan istifade etmeye çalışan, bunun uğrunda anne ve babasını gözden çıkaran, sevdiği adamın geri dönmemesiyle istemediği bir evlilik yapıp sonrasında da yapayalnız kalmaya mahkum olan meş'um bir kadının trajik hayatını yazar detaylı betimlemelerle  ruhsal çözümlemelere yer vererek aktarmıştır..

Balzac’ın kendi döneminin koşullarını, halkın yaşamını aktardığı yergi kitabı Eugénie Grandet bugün de güncelliğini koruyor .


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Duymak, sevmek, acı çekmek,kendini vermek; kadınların yaşamöyküsü hep bu olacaktır.

* Hangi durumda olursa olsun, kadınların acı çekme nedenleri erkeklerinkinden daha çoktur, onlardan daha çok acı çekerler. Erkeğin gücü vardır, gücünü bilir, etkisini gösterir, gider, uğraşır, düşünür, geleceğe sarılır, bunda avuntular bulur ...
Ama kadın durur olduğu yerde, bir türlü aklından çıkmayan kederle baş başa kalır, kederin açtığı uçurumun ta dibine kadar iner, onu tartar, çoğu zaman da dilekleriyle, gözyaşlarıyla doldurur onu ...

*  Gökyüzü ile yeryüzü çıkarları arasında sürekli bir düello vardır.



Honore de Balzac 20 Mayıs 1799'da Fransa Tours'da doğdu. 18 Ağustos 1850'de yaşamını yitirdi. Asıl ismi Honore Balssa. Adını Balzac olarak değiştirdi ve soyluluk ifade eden de' öntakısını ekledi.
Fransız roman ve oyun yazarı olan Balzac Avrupa edebiyatının gerçekçilik akımının öncüsü olarak kabul edilmektedir. 
Eleştirel düşüncülerini ve ideolojilerinin etkisi ile yaşama her zaman realist bir düşünce ile baktı. Romanlarında her zaman gerçekçi ve doğal bir üslup kullandı. Roman türünde realizm ve doğalcılık anlayışını temel olarak görmüştür. Eserlerinde mantıksal bir sırayla olayların her şeyi gören bir gözlemcinin ağzından anlattırır. 
Üretken bir yazar olan Balzac eserlerinde Dante’nin İlahi Komedya eserinden esinlenmiştir. İnsanlık Komedisi isimli eserinde tüm eserlerini toplamaya çalışmıştır.
1830'lardan sonra bir toplum tarihi yazmak amacıyla, eski ve yeni romanlarını üç bölüm altında toplamaya karar verir.
Örf ve âdet incelemeleri, felsefi incelemeler ve çözümleyici incelemeler. Bu tasarı 1834-1837 arasında 12 cilt olarak gerçekleşti. 1842-1848 arasında 17 ciltlik bir baskı yapıldı. 1869-1876 arasında da 24 cilt olarak yayınlandı. Eserlerinde aynı kahramanlara tekrar tekrar yer verme düşüncesini geliştirdi. Bunu gerçekçiliğin baş romanı kabul edilen ve 1834'te yayınlanan "Goriot Baba"da uyguladı. 

Honoré de Balzac 85'i tamamlanmış, 50'si taslak halinde eser bıraktı. 

Honore de Balzac Türkçeye Çevrilen Eserleri:
Manyak Kurba (2007)
Köylü İsyanı (1974)
Tours Papazı (1949)
Eugenie Grandet (1983)
Goriot Baba (1984)
Bette Abla (1977)
Otuz Yaşındaki Kadın (1963)
Vandetta (1943)
Tılsımlı Deri (1943, 1968)
Tefeci Gobseck (1947-1961)
Kırmızı Han (1946)
Terör Devrinde (1979)
Köy Hekimi (1942-1979)
Bilinmeyen Şaheser (1945)
Lois Lambert (1946)
Albay Chabert (1944-1974)
Bir Havva Kızı (1970)
Onüçlerin Romanı (1945)
Mutlak Peşinde (1945-1965)
Altın Gözlü Kız (1943)
Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti (1946)
Kibar Fahişeler (1972)
Kötü Kadınların Parlayış, Düşüşü (1981)
Vadideki Zambak (1941-1985)
Sönmüş Hayaller (1949)
Nucingen Bankası (1950)
Köy Papazı (1952)
Cesar Birotteau (1945-1964)
Ursula Mirouet (1949)
Karanlık Bir İş (1947)
Esrarlı Bir Vaka (1949-1964)
İki Gelinin Hatıraları(Mémoires de deux jeunes Mariées)(Letters of Two Brides)(1940 - 1983)
Modeste Mignon (1947)

Köylüler (1845, 1976-1985)



TOLSTOY ''İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ''

#LevTolstoy 📚




#Tolstoy 📖 #İvanİlyicinÖlümü

İvan İlyiç'in Ölümü, Lev Tolstoy'un ustalık eserlerinden biri olarak kabul edilen 1886'da realizm akımının da etkilerinin görüldüğü kısa ama derin olarak addedilen romanıdır.

Yazar, İvan İlyiç’in Ölümü’nde, ölümün yoğun baskısını sade bir şekilde betimler; yaşam ile ölüm arasında geçen süreci nesnel ve derin analizlerle anlatmıştır. Hayatın kıyısı diye tabir edilen yaşamın ve ölümün neresinde durduğumuzu anlayıp irdelememize olanak sağlar.

İvan İlyiç’in Ölümü’nde Tolstoy dönemin şartlarını, insan ilişkilerini, aile düzenini, gerçeklikleri ve insan hayatının trajedileri tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiş ayrıca toplum düzenine en uygun yaşam koşullarına sahip olmanın bile anlamsızlaştığı anları tasvir etmiştir.

Ölümün gerçekliğiyle yüzleşmek, insanın hayatındaki en zor muharebesidir. Bu nedenle kiminin hayatını anlamlandıramadan ömür geçirmesine neden olduğu durumdur. İnsanların çoğu ölümün kapısını çalmaya yaklaştığını hissettiğinde hayatını bir film şeridi gibi gözünün önünden geçerken bulur ve eğer hayatını boşa geçirdiğini fark ederse bunun telafisi için geç kalır ve bu aşamada çektiği acılar bedensel açılardan kat be kat fazla olur.

Eserde kahramanın hastalıkla boğuşmaya başladığı dönemde düşünce silsilesi, ölümü sorgulaması, kıskançlıkları, huysuzluğu kimi zaman boyun eğişi başarılı ve yalın bir şekilde aktarılmıştır.





ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝




* Yaşadığı hayat yaşaması gereken hayat değildi

* Bir idam mahkumu kurtulamayacağını bile bile nasıl celladın elinden kurtulmaya çabalarsa, öyle debeleniyor, çırpınıyordu.

* Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti.

* Tepeye tırmandığını zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum. İnsanların gözünde giderek yükselirken, aynı anda hayat da benden o kadar eksiliyor, ayaklarımın altından çekilip gidiyordu.
Madem öyle, ölmeye hazır ol!

* Yakınlarına varlığıyla hayatı zindan etmeye son vereceği, böylelikle kendi açılarından da kurtulacak olduğunu biliyorlardı.

* Yaşam ve...ölüm! İşte o kadar! Yaşıyordum... bir yaşamım vardı, ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyorum.

* Ölümün kıyısında, onu anlayacak, ona acıyacak hiç kimse olmadan böyle tek başına yaşayacaktı.

* Kendi hayatını mahvettiği gibi başkalarının hayatlarını da zehirlediği düşüncesiyle yalnız kaldı.

* Karşı karşıya kaldığı tatsızlığa ya da bunun sebebi olarak gördüğü insanlara karşı içi öfkeyle doluyor, duyduğu öfkenin onu mahvettiğini görmesine karşın kendine engel olamıyordu.

* Tam olması gerektiğine inandığı gibiydi hayatı: Dertsiz, tasasız, hoş ve incelikli.

* Köyde sürdürdüğü işsiz güçsüz yaşam ona hayatında ilk kez can sıkıntısı denen şeyi tattırmakla kalmadı, müthiş bir keder de verdi. Böyle yaşayamazdı, kesinlikle bir şeyler yapmalı, bu duruma son verecek çareler üretmeliydi.

* Hayatının tam olması gerektiği gibi hoşluklarla, inceliklerle dolu geçtiği kanısındaydı.

* Evlilik hayatından tüm beklentisi ev yemeği, ev kadını (ve elbette onunla paylaşılacak yatak), ama özellikle toplumun dayattığı o geleneksel görüntüydü. Bunların ötesinde tek istediği neşe ve hoşluktu

* Son derece sıradan, basit ve bir o kadar da ürkütücü bir hayat hikâyesi vardı.

* Yüzü bütün ölülerde olduğu gibi güzel, daha da önemlisi yaşarken olduğundan daha anlamlıydı. Yüzünde "gereken her şey yapıldı, hem de tam gerektiği gibi yapıldı," gibi bir ifade vardı. Öte yandan, yaşayanlara yönelik sitem ya da kırgınlık içeren bir ihtar da vardı bu yüzde.


📌 Kronolojik Sıralayla Tolstoy Okuma Rehberi 📖
* Çocukluk, Gençlik, İlkgençlik (İletişim Yayınları) (1852 - 1857)
* Öyküler (İletişim Yayınları) (1856 - 1906)
* Sivastopol (İş Bankası Kültür Yayınları) (1855 - 1856)
* Aile Mutluluğu (İletişim Yayınları) (1859)
* Kazaklar (İş Bankası Kültür Yayınları) (1863)
* Savaş ve Barış (İş Bankası Kültür Yayınları) (1869)
* Kafkas Tutsağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1872)
* Anna Karenina (İş Bankası Kültür Yayınları) (1877)
* İtiraflarım (Antik Yayınları) (1880)
* İnsan Neyle Yaşar? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1885)
* İvan İlyiç'in Ölümü (Can Yayınları) (1886)
* Kreutzer Sonat (İş Bankası Kültür Yayınları) (1889)
* Efendi ile Uşağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1895)
* Sanat Nedir? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1897)
* Diriliş (İş Bankası Kültür Yayınları) (1899)
* Hacı Murat (Can Yayınları) (1912 - 1917)

* Henri Troyat "Tolstoy Biyografisi" (İletişim Yayınları)







5 Şubat 2020 Çarşamba

LEV NİKOLAYEVİÇ TOLSTOY ‘’ SAVAŞ VE BARIŞ’’



LEV NİKOLAYEVİÇ TOLSTOY 📚

Büyük Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy 9 Eylül 1828'de Moskova'da doğdu.
Sadece eserleriyle değil, hayatı ve fikirleriyle de bu dünyada iz bırakmıştır. Roman, oyun, öykü ve deneme yazarı olarak tanınan Tolstoy; aynı zamanda filozof kimliği de vardır,  eserleri ve düşünceleriyle kendisinden sonra gelen pek çok kişiyi etkilemiştir.
Genç yaşlarında Fransızcasını ilerletti, Voltaire ve J. J. Rousseau’yu okudu. Bu iki yazarın etkisinde kaldı.
İlk eseri olan Çocukluğum’u Yasnaya-Polyana’da köylülerin arasına katıldığı zamanlarda yazdı.
Bir süre sonra orduya girdi ve Kafkasya’ya gitti. Oradaki halkın yoksulluk dolu yaşayışlarını gözlemledi. İlk gerçekçi hikayeleri bu dönemde, bu gözlemler sayesinde oluştu.
1854 senesinde Kırım Savaşı’nda subay olarak görev aldı.
Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa ve İsviçre’de bulundu.
Asalet ve lüksten sıkılan Tolstoy, köyünde bir okul kurdu.
Eserlerinde insanlığın neredeyse bütün mesele ve sorunlarına değinen Tolstoy, kendi ülkesindeki siyasal olayları, halkının sorunlarını, yaşayışını büyük bir ustalıkla anlatmıştır.
Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden biri olduğu kadar, iyi bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştır.
Tolstoy, 20 Kasım 1910 tarihinde 82 yaşındayken Astapovo’da bir tren istasyonunda zatürreden vefat etmiştir.


📌 Kronolojik Sıralayla Tolstoy Okuma Rehberi 📖
* Çocukluk, Gençlik, İlkgençlik (İletişim Yayınları) (1852 - 1857)
* Öyküler (İletişim Yayınları) (1856 - 1906)
* Sivastopol (İş Bankası Kültür Yayınları) (1855 - 1856)
* Aile Mutluluğu (İletişim Yayınları) (1859)
* Kazaklar (İş Bankası Kültür Yayınları) (1863)
* Savaş ve Barış (İş Bankası Kültür Yayınları) (1869)
* Kafkas Tutsağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1872)
* Anna Karenina (İş Bankası Kültür Yayınları) (1877)
* İtiraflarım (Antik Yayınları) (1880)
* İnsan Neyle Yaşar? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1885)
* İvan İlyiç'in Ölümü (Can Yayınları) (1886)
* Kreutzer Sonat (İş Bankası Kültür Yayınları) (1889)
* Efendi ile Uşağı (İş Bankası Kültür Yayınları) (1895)
* Sanat Nedir? (İş Bankası Kültür Yayınları) (1897)
* Diriliş (İş Bankası Kültür Yayınları) (1899)
* Hacı Murat (Can Yayınları) (1912 - 1917)

* Henri Troyat "Tolstoy Biyografisi" (İletişim Yayınları)





SAVAŞ VE BARIŞ 📖

Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak değerlendirilen Savaş ve Barış, Rus yazar Lev Nikolayevic Tolstoy'un 1869 yılında yayınlanmış başyapıtıdır. 
Tolstoy'un 1805-1813 yıllarında Napolyon Savaşları arasında yer alan Rus-Fransız savaşlarını konu alan tarihi roman niteliği taşıyan eseri aynı zamanda bir Rusya panoraması özelliği de taşır. Dönemin Rusya'sının içinde bulunduğu sosyolojik,ekonomik koşulları, kent, köy ve kasabalarda sürdürülen hayatı, hem soylu sınıfı hem halkı Rusya'daki birçok kesimden insanın hayatını ve geleneklerini ortaya koyar. Savaşların sonucu olan insanlık durumlarını derin analizlerle sunar.
Yazar, Savaş ve Barış romanında Napolyon'a karşı kurulan V.  koalisyonda bulunan iki savaş ele alır: Austerlitz Muhaberesi ve Napolyon'un Rusya seferi. Bu iki savaşın nitelikleri iki ülke için hatta dünyanın seyri için de ayrıdır ve Tolstoy özellikle bu büyük çatışmaların farklı özellikleri üzerinde durmuştur. Bir Rus gözüyle Napolyon'un iyi ve kötü yönlerini, dehasını ve zaaflarını ele almıştır.


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Zor kullanılarak yapılan her reform hor görülmeye layıktır, çünkü insanlar değişmeden kaldıkça kötülüğü iyileştiremez, çünkü bilgelik şiddete gerek duymaz.

* Yüksek bilgelik sadece akla, akli bilginin dallara ayrıldığı fizik, tarih, kimya gibi dünyevi bilimlere dayanmaz. Yüksek bilgelik tektir. Yüksek bilgeliğin tek bir bilimi, her şeyin bilimi olan, tüm kainatı ve insanın onun içindeki yerini açıklayan bilimi vardır. İnsanın bu bilimi kendi benliğine yerleştirebilmesi için benliğini temizleyip yenilemesi ve bu yüzden bilmekten önce inanması ve yetkinleşmesi gerekir. Ve bu hedefe ulaşabilmek için de yüreklerimize Tanrı'nın, vicdan adını verdiğimiz ışığı yerleştirilmiştir.

* İnsan bilinçli olarak kendisi için yaşar ama tarihsel, evrensel hedeflere ulaşılması için bilinçsiz bir alet olarak hizmet eder. Yapılan bir iş geri alınamaz ve insanın, milyonlarca başka insanın eylemiyle aynı zamana denk gelen bir eylemi tarihsel bir anlam kazanır. Bir insan toplumsal merdivende ne kadar yukarıda duruyorsa, ne kadar çok insanla bağlantısı varsa, başka insanlar üzerinde o kadar nüfuzu vardır, her eyleminin önceden belirlenmişliği ve kaçınılmazlığı da o kadar aşikardır.

* Her insanda hayatın iki yönü vardır: İlgileri ne kadar soyutlanmışsa o kadar özgür olduğu kişisel yaşam ve onun için belirlenmiş yasalara zorunlu olarak uyduğu doğa, kovan yaşamı.

* Her insan kendisi için yaşar, kişisel amaçlarına ulaşmak için özgürlükten faydalanır ve şu ya da bu eylemi, şu anda gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini tüm varlığıyla hisseder; ama onu, o eylemi zamanın belli bir anında gerçekleştirir gerçekleştirmez bu eylem artık geri alınamaz olur, tarihin bir parçası haline gelir, özgürlüğünü kaybeder ve önceden belirlenmiş bir anlam kazanır.

* Tarihteki akla sığmayan (yani akılcılıkla anlamadığımız) olguları açıklarken kadercilik kaçınılmazdır. Tarihteki bu olguları ne kadar çok akılla açıklamaya çalışırsak bizim için o kadar akıldışı ve anlaşılmaz bir hal alırlar.

* Eylemleri hakkında etraflıca düşünebilme yetisinde olan insanlar bir yerden ayrılacakları ve hayatlarını değiştirecekleri dakikalarda coğunlukla ciddi, düşünceli bir ruh haline girerler. Bu dakikalarda çoğunlukla geçmiş gözden geçirilir, geleceğe dair planlar yapılır.

* Canlıları ölülerden ayıran çizgiyi hatırlatan bu çizginin bir adım ötesi bilinmezlik, acı ve ölümdür. Orada ne var? Kim var? Orada, boşluğun, ağacın, güneşin aydınlattığı çatının ardındaki ne? Kimse bilmez ama herkes bilmek ister; insan bu çizgiyi geçmeye korkar ama geçmek ister ve bilir ki er geç onu geçmek, orada, çizginin diğer tarafında ne olduğunu öğrenmek zorunda kalacak, orada, ölümün öte tarafında ne olduğunu kaçınılmaz olarak öğrenmek zorunda kalacağı gibi. Halbuki insan güçlü, sağlıklı, neşeli, öfkelidir ve çevresi de kendisi gibi sağlıklı, öfkeli, heyecanlı insanlarla sarılıdır." Düşmanın görüş alanı içinde bulunan bir kişi böyle düşünüp böyle hissederse bu duygu o dakikalarda yaşananlardan edindiği keskin izlenime ayrı bir ışıltı, ayrı bir sevinç katar.

* Elma olgunlaşınca düşer... Peki neden düşer? Yerçekimi yüzünden mi, sapı inceldiği için mi, güneşten kuruduğu, ağırlaştığı, rüzgâr salladığı için mi, altında duran çocuk onu yemek istediği için mi? Sebep hiçbiri. Bunların hepsi sadece bütün hayati, organik, doğal olayın meydana geldiği şartların denk düşmesidir. Elmanın, hücresel dokusu ayrıştığı için düştüğünü söyleyen botanikçi de, ağacın altında onu yemek isteyen ve bu amaçla dua ettiği için düştüğünü söyleyen çocuk da eşit derecede haklıdır.