26 Şubat 2021 Cuma

GABRİEL GARCİA MARQUEZ "KOLERA GÜNLERİNDE AŞK"

 


#KoleraGünlerindeAşk 🎥 #GabrielGarciaMaquez 📚

Kolera Günlerinde Aşk (El amor en los tiempos del cóler), Nobel Edebiyat ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez'in 1985 yılında yayımlanan romanıdır. Terk edilmiş bir sevgilinin, gençlik yıllarından başlayarak yaşlılığına dek süren yarım yüzyıllık saplantısının öyküsüdür; aşk-kolera metaforu üzerine kurulu bir öyküdür. Bulaşıcı ve ölümcül bir hastalık olan kolera ile benzeştirilen bir tutkunun öyküsü. Florentino Ariza, henüz 13 yaşındaki Fermina Daza’yı gördüğü andan itibaren içine düşen aşk ateşiyle ona yazdığı ilk mektubun yanıtını beklerken tıpkı bir kolera hastasının belirtilerini gösterir.

Olay örgüsü koleranın ortalığı kasıp kavurduğu, toplu ölümlere yol açtığı bir dönemde Karayip kıyısı boyunca uzanan bir körfez şehrinde geçmektedir; lağım sularının açıkta geçtiği, bu nedenle her an kolera ve diğer bulaşıcı hastalıkların pusuda beklediği eski bir kenttir burası. İç savaşların sürüp gittiği, sürekli hükümet değişikliklerinin olduğu, barış yüzü görmemiş şanssız bir yer.

Gabriel Garcia Marquez'in büyülü gerçeklik tarzıyla yazdığı roman, toplumun içinde bulunduğu acı gerçekler sınırsız hayal gücü ile harmanlanarak gözler önüne serilmiştir. 

Takıntı boyutundaki bir aşk öyküsünün fonunda Karayip kıyılarını, vahşi hayvanları, insanların sosyal yaşamlarını, geleneklerini, yoksulluğu, hastalıkları ve  bölgede yaşanan siyasi çalkantıları aktarmaktadır.

Yazar, varsıl küçük azınlıkların, yoksul büyük kitleleri acımasızca sömürdüğü, hastalığın kol gezdiği, ölüm kokan yazgılarını anlatırken ince bir mizahla işler.
19. Yüzyılın son yıllarında küçük ve yoksul bir kente, evlilik dışı ilişkiden doğduğu için babası tarafından desteklenmeyen ve annesiyle birlikte yaşayan gösterişsiz, silik bir delikanlı Florentino Ariza, bir gün çalıştığı daireden telgraf götürmek için gittiği evde, evin 13 yaşındaki kızı Fermina Daza ile karşılaşır ve onu asla unutamaz. Önceleri karşılıklı hisler beslerler ama kızın babası ilişkiyi desteklemez ama ayrılıkları Fermina Daza'nın delikanlıyı silik bir gölge gibi bulmasıyla yaşanır. Genç kız varlıklı bir doktorla evlenir, Florentino Ariza ise, Fermina'yı unutmak için sürekli, bekar, dul, genç, yaşlı, yoksul, zengin fark etmez, 600 aşk serüveni yaşar. En son yaşadığı ilişkiyse, kendisine emanet edilen ve velisi olması istenilen 14 yaşındaki bir akrabasıdır. Aradaki 60 yaşlık farkı önemli görmez. Yaşadığı tüm ilişkilerini kaydederek 25 tane defter doldurur. Bir taraftan da Fermina Daza'yı elde etmenin tek yolu olan servet için çalışıp çabalar ve kazanır. 
Fermina Daza'nın eşinin ölümünü fırsat bilerek ona aşkını yeniden ilan eder, yaşlı kadın ilk başlarda reddeder ama Florentino Ariza'nın vazgeçmez. Fermina Daza yalnızlıktan sıkıldığı için ve Florentino Ariza'nın sahibi olduğu gemide uzun bir yolculuğa çıkmaya ikna olur. Önceleri mesafeli olan duruşu zamanla yumuşar ve kaldıkları yerden devam etmeye karar verirler. Fermina Daza 72, Florentino Ariza 76 yaşında hem fiziksel hem dugusal olarak ilişkilerini yaşamaya başlarlar. 





ALTINI ÇİZDİĞİM SARTIRLAR  📝

* Ölümden çok yaşamdı sınırsız olan.

* Nereye gitse, nereden geçse, ne yapsa, onu anımsatan bir eşyasına rastlıyordu.

* Hiçbir şey, ölümden daha çok benzemez insana.

* Genç olmak için kötü bir dönemdi o dönem. Her yaşın kendine göre bir giyim tarzı vardı; ama yaşlılığın tarzı ergenlikten hemen sonra başlıyor, ta mezara dek sürüyordu. Yaşın da ötesinde, bir toplumsal saygınlıktı bu. Gençler tıpkı dedeleri gibi giyiniyorlar, vakitsiz taktıkları gözlüklerle kendilerini daha saygıdeğer kılıyorlardı; otuzundan sonra baston iyi gözle görülen bir şeydi. kadınlar içinse yalnızca iki yaş vardı; evlenme yaşı -ki bu yirmi ikiyi geçmiyordu- bir de sonsuza dek erden (bakire) kalma yaşı; evde kalmış kızlar. Ötekiler, evli olanlar, anneler, dullar, nineler, onlar ayrı bir türdü; yaşlarını, yaşadıkları yıllara göre değil, ölmek için geri kalan yıllara göre hesaplıyorlardı.

* “Yaşamda gereksinim duyduğum tek şey, beni anlayan birisi.”

* Toplumsal yaşamın sorunu, korkuyu yenmek, evlilik yaşamının sorunu ise can sıkıntısını yenmeyi öğrenmektir.

* O zamana dek, geçip gidenin dünya olduğunu varsaymıştı; alışkanlıklar, moda, her şey geçip gidiyordu... kendi yaşamının da, beklemekten başka bir şey yapmadan geçip gittiğini ilk kez bilinçli olarak gördü.

* Böylesine kolay elde edilen bir mutluluğun çok uzun süremeyeceğini, deneylerinden çok, sakınımlılığından biliyordu.

* "Zengin değilim," diyordu, "parası olan bir yoksulum ben; bunlar başka başka şeyler."

* İnsanların her zaman annelerinin onları dünyaya getirdiği zaman doğmadıkları, yaşamın onları bir kez daha, hem de sık sık kendi kendilerinden doğmaya zorladığı düşüncesine kaptırdı kendini.

*Soy soplarıyla, kentin tarihsel değerleriyle, kalıntılarının paha biçilmezliğiyle, yiğitliği ve güzelliğiyle övünerek geçiriyorlardı yaşamlarını, ama yılların yıpratıcılığı karşısında kördüler.

* İnsanın adının kötüye çıkması, sağlığının bozul olmasından da beter.

Kocasına ait her şey hıçkırıklara boğuyordu onu: ponponlu terlikleri, yastığın altındaki pijaması, yarımay biçimindeki tuvalet masasının onsuz boşluğu, onun tenine sinen kokusu. Belli belirsiz bir düşünce ürpertti onu: "İnsanın sevdikleri tüm eşyalarıyla birlikte ölmeli."

* Karşılıklı kuşkulara karşın, onu ne denli sevdiğini bilmeden göçüp gitmemesi için ona bir ancık daha bağışlamasını dilemişti Tanrı’dan; birbirlerine söyleyemedikleri her şeyi söylemek, geçmişte yaptıkları kötü şeyleri yeniden daha iyi yapmak için onunla birlikte sürdüğü yaşama yeni baştan başlamak için dayanılmaz bir istek duydu içinde. Ama ölümün uzlaşmazlığı karşısında boyun eğmek zorunda kaldı. Acısı dünyaya ve kendine karşı kör bir öfkeye dönüştü; bu yalnızlığını tek başına göğüsleme gücünü ve yürekliliğini verdi ona.

* Evliliğin büyük felaketlerden kaçınmanın, günlük küçük mutsuzlukları gidermekten daha kolay olduğunu bilselerdi, yaşam ikisi için de çok daha başka olurdu. Ama birlikte öğrendikleri bir şey varsa, o da, bilgeliğin bize artık hiçbir şeye yaramadığı bir zamanda geldiğiydi.

* Kim olursa olsun, herkes kendi ölümünün sahibidir; o an gelip çattığında yapabileceğimiz tek şey, insanların korkusuz ve acısız ölmelerini sağlamaktır.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder