19 Mayıs 2021 Çarşamba

MİCHEL DE MONTAİGNE "DENEMELER"

#MicheldeMontaigne 📖


#Montaigne 📖 #Denemeler 📝

Özgün adı Fransızca "Les Essais" olan Denemeler 16. Yüzyılda yaşamış olan Fransız Michel de Montaigne’nin ilk kez 1580'de yayımlanan tek eseridir.

Montaigne’nin denemeleri geniş bir öz anlatımdır. Yazarın 59 yıllık hayat serüveni boyunca edindiği bilgi, gözlem ve deneyimlerini kaleme aldığı eseri edebiyat dünyasına yeni bir terim olan "Deneme"yi kazandırır.

Dünya Edebiyatı'nda deneme türünün ilk örneğini teşkil eden eserde yazar, birey ve toplumla ilgili birçok konunun üzerinde durmuş, gelenek ve görenekleri, inançları sorgulamış, kendi varlığının derinliklerini gözlemleyerek, bu gözlemler neticesinde edindiği fikirleri aktarmıştır.

Yazarın kendi tecrübelerinden bahsettiği, yaşamının ve çağının kendine özgü profilini çıkardığı, kaliteli yaşam ve kaliteli düşünce amacıyla, çeşitli alıntılarla desteklediği eser 107 denemeden oluşur. Montaigne bu eserini 1570 yılından sonra yazmaya koyulmuş, ölümüne kadar da yazmayı sürdürmüştür. 

Denemeler'de insanla ilgili birçok konu yer almaktadır; düşünceler, duygular, davranışlar, hırs, kin, öfke, merhamet, mutluluk, okuma, yazma, eğitim, felsefe gibi çeşitli konular yazarın ben dili ile bize aktarılmıştır. Antik Yunan ve Roma dönemlerinden yapılan alıntılara, olaylara, anekdotlara, aforizmalara sık sık yer verilmiştir. 

Montaigne, bizlere gündelik hayatımızı, deneyimlerimizden yararlararak; duygularımızı, düşüncelerimizi, yeteneklerimizi göz önünde bulundurarak, bize bahşedilen hayatı doğanın öngördüğü biçimde yaşamamızı salık verir. 

Denemeler, bir düşünceler zinciriyle kendi benliğimizin arayışında yolculuğa çıkmanın önemini bize aktarır.

René Descartes, Montaigne’in dağınık düşüncelerini, Batı rasyonalizminin kurucu elementi olan "Cogito; ergo sum" “Düşünüyorum, öyleyse varım” felsefi sözüne bağlamıştır.

#Denemeler 📖

ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Onurunu kırdığımız insanların eline intikam fırsatı geçip kaderimiz iki dudakların arasında olduğunda, onların yüreklerini yumuşatmanın en bilinen yöntemi kendimizi acındırıp merhametlerine sığınmaktır.

*Stoacılar acı çekenlere yardım edilmesini isterler ama kişinin onların acılarını paylaşacak kadar yumuşamasından hiç hoşlanmazlar.

* Yürekte merhamet hissetmenin insan ruhundaki hoşgörü, iyilik ve yumuşaklıktan kaynaklandığı ve bu özelliklerin de kadınlar, çocuklar ve alt tabaka insanlar gibi daha zayıf tabiatlı kesimlerde daha yaygın olduğu pekala söylenebilir; buna karşılık, gözyaşlarını ve hıçkırıkları hor görerek sadece cesaretin ve kutsal imgesi karşısında diz çökmek, erkeksi ve inatçı sertliğe değer veren ve onu onurlandıran güçlü ve acımasız bir ruhun göstergesidir.

* İnsanın olağanüstü derecede anlamsız, değişken ve öngörülemez bir varlık olduğu ve onun hakkında kesin ve tek tip bir hüküm oluşturmanın zorluğu tartışılmaz bir gerçek.

* Şairler önce yedi oğlunu, hemen sonra yedi kızını kaybeden zavallı Niobe'yi en sonunda taşa dönüşmüş olarak hayal ederler.

"Acıdan taş kesti"

(Ovidius "Dönüşümler")

* Doğrusu bir acının en uç noktasına ulaşması için tüm ruhu ele geçirmesi ve onun hareket etme serbestliğini tamamen yok etmesi gerekir. Çok kötü bir haber aldığımızda kendimizi tutulmuş, felç olmuş ve en küçük bir hareketi yapmaktan aciz hissetmemiz işte bu yüzden; ardından ruhumuz kendini gözyaşlarına ve iniltilere bırakınca özgürleşmiş, kurtulmuş, kendine gelmiş ve normal haline dönmüş görünür:

"Ve acısı en sonunda sesine geçit verdi."

(Vergilius "Aeneas Destanı")

* "Küçük acılar gevezedir, büyüklerse dilsiz."

(Seneca "Hippolyte")

* Verdiğimiz bir söze, ettiğimiz bir yemine gücümüzün ve imkânlarımızın ötesinde bağlı kalmalıyız, zira olaylar ve koşullar her zaman bizim kontrolümüz altında değildir ve gerçekte biz sadece irademizin efendisiyiz.

*  "Bütün iyi özellikler asla tek bir kişiye verilmemiştir."

*'Sahte sohbet sessizlikten daha az dosttur!

* "Tanıdığımız bir köpeğin yanında olmak, dilini bilmediğimiz bir adamın yanında olmaktan iyidir."

(Aziz Augustine "De Civitate Dei")

* Yaratıcılığın deposu hafızanınki kadar geniş değildir.

* "Aylaklık bizi bin tane tuhaflığa iter"

(Lucanus "Pharsalia")

* "Her yerde olan hiçbir yerde değildir.”

(Martialis "Epigramlar")

* Hiç bir amacı olmayan ruh kaybolur gider, çünkü her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır.

*Tıpkı özleri aşırıya kaçtığında bitkilerin boğulması ya da yağları fazla geldiğinde lambaların sönmesi gibi, aşırı öğrenim ve ezber bilgi üst üste yığıldığında, zihinde de bunun aynısının yaşandığını, çünkü aşırı büyük bir çeşitliliğin tutsağına dönüşen zihnin bir noktadan sonra kendini kurtaramadığını ve bu yükün altında ezilip iki büklüm olduğunu söylemeyi çok isterdim, ama gerçekte yaşanan bunun tam tersi, zira zihnimiz doldukça genişleyen bir yapıya sahip.

* Kafasını öylesine güçlü, öylesine yüce yabancı beyinlerle meşgul ediyor ki, onlara yer açmak için kendisininkinin elbette ki büzüşmesi, sıkışması, küçülmesi gerekiyor.

* Herkes kendini sorguladığında derin arzularının başkalarına zarar verecek şekilde doğduğunu ve oradan beslendiğini görecektir.

Bunu düşünürken aklıma birden doğanın genel kuralından hiç sapmadığı geldi, çünkü doğacılar her türün doğum, gelişim ve çoğalma sürecinin başka bir türün zararı ve yıkımı pahasına gerçekleştiğini söylüyorlar.

* Sağlam doğmuş bir zihnin huzur ve tatminiyle, düzgün bir ruhun kararlılık ve özgüvenine bağlı olan bir hayatın mutluluğu, ömür piyesinin en son - ve hiç kuşkusuz en zor - perdesini nasıl oynadığını görmediğimiz bir kişiye asla atfedilmemelidir.

* Kaderleri insanlara ne kadar güzel bir yaşam sunarsa sunsun, onların bu dünyadaki son günlerini görmeden mutlu öldüklerini söylemek imkansızdır.

* "Bir insanın daima son nefesini vermesini beklemek gerekir ; ölmeden ve yakılmadan önce onun mutlu olduğunu söylemek imkansızdır."

(Ovidius "Dönüşümler")

* "İnsan memnunsa bugünden

Neden korksun ki gelecekten."

(Horatius "Carmina")

* Bana öyle geliyor ki, çabuk ve anlık tepki vermek daha ziyade zekayla, ağır ve oturaklı bir hüküm vermekse muhakeme yeteneğiyle ilgili bir özellik. Ancak iyice hazırlanacak zaman bulamadığı için dut yemiş bülbüle dönenle, çok vakti olmasına rağmen bundan güzel konuşmak için istifade edemeyen kişi aynı konumda bulunuyor.

* Yaşanan deneyimler bize gösteriyor ki bu savaşçı şehirde ve diğer tüm benzerlerinde , eğitim yürekleri sertleştirip güçlendireceğine, daha yumuşak ve kırılgan yapıyor. Bugün dünya üzerindeki en güçlü devlet Türklerinki ve Türkler silahları sevdikleri ölçüde ilim irfan işlerine uzak duran bir halk. Romalılar ilimde ilerlemeden önce daha cesur olduklarını düşünürüm. Günümüzdeki en savaşçı uluslar en kaba ve en cahil olanları.

* İyilik duygusuna sahip olmayan birinin icra ettiği bütün ilimler zararlıdır.

* Adalet beklediğimiz insanlardan umalım ki bilgiyle olduğu kadar akıl ve sağduyuyla da donanmış olsunlar. "Hayat için değil, okul için öğreniyoruz"(Seneca , Ahlaki Mektuplar). Bilgi zihne iliştirilmemeli, onunla bütünleşmeli; bilgi zihni ıslatıp gitmemeli; onun içine işlemeli. Ve bu bilgi kişiyi değiştirmiyor, kusurlarını iyileştirmiyorsa, onun bir kenara bırakılması kesinlikle çok daha iyidir, zira bilgi tehlikeli bir silahtır ve onu tutan el zayıfsa ya da onu kullanmayı bilmiyorsa sahibini yaralayabilir. "Bu yüzden hiçbir şey öğrenmese daha iyi olurdu."(Cicero, Tusculanae Disputationes)

* Akıl yürütme tek başına bilgiden daha önemlidir, çünkü bilgi olmadan da hüküm verilebilir ama akıl yürütme becerisi yoksa bilgi bir işe yaramaz.

* "Bilgeliğe sahip olmak yetmez, ondan istifade etmek gerekir."

( Cicero " De Finibus Bonorum Et Molorum")

* Tek yaptığımız başkalarına ait fikirleri ve bilgileri depolamak. Oysaki onları özümsememiz, kendimiz yapmamız gerekir. Doğrusu biz ateş istemek için komşusunun evine giden ama orada güzelce yanan büyük bir ateş bulunca, ısınmak için orada kalıp kendi evine ateş götürmeye geldiğini unutan kişiye benziyoruz. İçindekileri sindirip bizden bir parçaya dönüştürmedikten sonra etle dolu bir mide neye yarar?

* "Önemli olan konuşmak değil, (gemiyi) yönetmek"

(Seneca "Ahlâkî Mektuplar" (Lafla peynir gemisi yürümez)

* "Başkalarına konuşmayı öğrendiler, kendi yüreklerine değil.”

(Cicero "Tusculanae Disputationes")

* Okuyup beğendiğim kitapların orasından burasından cümleler topluyorum; hayır, bunu onları saklamak için yapmıyorum, çünkü saklayacak hafızam yok; onları buraya taşımak için yapıyorum ve doğruyu söylemek gerekirse, burada bana kendi yerlerindekinden daha fazla ait değiller. Sadece şimdinin ilmiyle meşgul olduğumuzu, ne geçmişte var olmuş ne de gelecekte var olması muhtemel ilimle ilgilendiğimizi düşünüyorum. Ama en kötüsü de, öğrencilerin ve çırakların daha sonra kendilerini geliştirmemeleri ve bilgiyi beslememeleridir ki bu durumda bir gösteriş, ötekini oylama ve hesap tutma aracı olmaktan öte işlevi kalmayan ilim, hesaplama pulu olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramayan, değersiz bozuk para gibi elde dolaşıyor.

* Asılında sorgulanması gereken kimin daha çok öğrendiği değil, kimin daha iyi öğrendiğidir.

*Bilgileriyle büyük olan filozoflar eylemleriyle daha da büyüktüler.

 * İç mahkemesinde beraat edemeyerek,

çeker her suçlu ilk cezasını."

(Juvenal , Saturae)

* "Zamanın saldırıları bedeni çökertince,

uzuvların gücü tamamen tükenince,

başlar muhakeme topallamaya,

dil ve zihin saçmalamaya."

(Lucretius , Evrenin Yapısı)

* Zaman bilgi ve deneyimlerini gerektiği gibi kullananların yaşları ilerledikçe kendilerini daha da geliştirmeleri pekâlâ mümkündür, ama canlılık, çabukluk, dayanıklılık ve diğer birçok temel özelliğimiz gençlikteki gibi kalmıyor zaman içinde sararıp soluyor.

* Sezar'ın dediği gibi: "Çünkü bilmediği, tanımadığı yeni bir durum karşısında daha büyük bir güven ve daha derin bir korku hissetmek insanoğlunun doğal ve yaygın bir hatalığıdır."

( Sezar , De Bello Civili)

* İnsani arzu belirsiz ve değişken; ne bir şeyi muhafaza etmeyi biliyor ne de münasip bir biçimde zevklenmeyi. İnsan bu durumun sahip olduğu şeylerdeki bir eksiklikten kaynaklandığını düşünüyor ve hiç tanımadığı, hiç anlamadığı ama arzuladığını zannederek onurlandırdığı ve saygı duyduğu şeylerin peşine düşüp eğer ruhunu onlarla tıka basa doldurursa mutlu olacağını sanıyor.

* "Yaşamak için gereken, neredeyse, her şeyin,

önlerine konduğunu gördü tüm ölümlülerin.

Kudretliler yüzüyordu zenginlik ve onur içinde,

ve gururlanıyorlardı çocuklarının iyi şöhretiyle.

Yine de yoktu ruhunun derinlikleri ürpermeyen,

sahip olduklarına rağmen yüreği hiç ezilmeyen!

Anladı ki esas sorun kabın kendisinde,

zira her şeyin en iyisini koysan da içine,

Kap onu çürütüyorsa, ne çare!"

( Lucretius , Evrenin Yapısı)

* "Kaçmaya görsün arzumuzun nesnesi bizden,

Dünyanın merkezi o oluverir hemen,

Ama onu elde etsek de bu bize yetmez,

İnsanın sahip olma ihtirası hiç bitmez."

(Lucretius, Evrenin Yapısı)

* Hiçbir şeyden tatmin olmamamız ve tutkuyla hayal gücünün etkisi altında neye ihtiyacımız olduğunu ayırt etmeyi başaramamamız kusurlu olduğumuzun en önemli kanıtı değil mi?

* Şayet arada sırada kendimizi inceleme, başkalarını kontrol ederek ve kendi dışımızdaki şeyleri tanıyarak geçirdiğimiz zamanı kendi kendimizi irdelemek için kullanma zahmetine girseydik, tüm iç dünyamızın ne kadar kırılgan ve kusurlu parçalardan oluştuğunu kolayca hissederdik.

* Ruh ne kadar güçsüz olursa , iyi şeyler kadar kötü şeyleri yapma kapasitesi de o denli düşük olur.

* İnsanın ihtişama karşı duyduğu hevesin erdeme karşı duyduğundan çok daha fazla olduğu o kadar doğru ki.

( Juvenal " Saturae")

* Sokrates’e göre çocuklarına güzel bir isim koymak anne babaların önemli bir görevidir.

* Ne kadar çok çeşit otu karıştırırsak karıştıralım toplamına "salata" deyip geçiyoruz.

* Akıl bize daima aynı yolu izlememizi emreder, ama adımları her zaman aynı şekilde atma mecburiyeti yoktur.

* "Derim ki, ölümlüleri o tatlı sesiyle büyüleyen şöhret,

çok güzel gözükse de bir yankıdan bir rüyadan ibaret!

Hatta bir rüyanın üfleyince dağılıp gidecek gölgesi o."

(Torquato Tasso " La Gerusalemme Liberata")

* Hiçbir sıfat bizi eksiksiz ve kusursuz bir biçimde tanımlamaz.

* Doğruyu söylemek gerekirse davranışlarımızın çoğu maskeden başka bir şey değildir.

* "Gerektiğinden fazla bilge olmayın: Ölçülülükle bilge olun."

(Aziz Pavlus)

* "Ben böyle yapıyorum; siz bildiğiniz gibi yapın."

(Terentius " Heautontimorumenos")

* Eğer bir uşak görevini gayet iyi yapıyorsa iffetli olup olmadığıyla fazla ilgilenmiyorum; katırcının aptal olacağına kumarbaz olmasını yeğliyorum; inançsız bir aşçıyı beceriksiz olana tercih ediyorum. Dünyaya ne yapılması gerektiğini söylemek gibi bir niyetim yok: Bunu yapan yeterince insan var zaten. Ben sadece kendimle ilgili konularda nasıl davrandığımdan bahsediyorum.

* "Üzerine koyulan ağırlığın terazinin kefesini kaçınılmaz olarak alçaltması gibi, apaçıklık da zihni geliştirir."

(Cicero " Academica")

* Tehlike ve zorluklara göğüs germeyen oradan gelecek onur ve mutluluklarda hak iddia edemez. Çok kudretli olmanın acınacak tarafı, her gelenin önünüzde eğilmesidir: Yazgınız sizi toplumun ve dostlarınızın çok uzağına fırlatır. Herkese önünüzde diz çöktürebilme kolaylığı, istediğiniz her şeyi yapabilme rahatlığı aslında her türlü zevkin düşmanıdır: Sizinki yürümek değil kaymaktır; yaşamak değil uyumaktır. Her şeye muktedir bir insan hayal etmek, onu dipsiz bir uçuruma fırlatmaktır: Engellemeler ve direnişi bir sadaka gibi sizden talep etmek zorunda kalacaktır. Çünkü varoluşun ve mutluluğun anlamı ancak mahrumiyetle anlaşılır.

* Doğal bir biçimde gelen her şey hem adil hem de dertsizdir.

* Ruhumuzu kışkırtmak için sebebe ihtiyaç yok: Başı sonu belirsiz bir fikir ona komuta ediyor ve onu harekete geçiriyor.

* Kötülük tartışmaya girince iyice çileden çıkar.

* Evinde kendisiyle baş başa kalabileceği, kendisiyle konuşabileceği, içine saklanabileceği bir yeri olmayan kişi bana göre tam bir zavallıdır.

* Derin düşünmek, kendini incelemeyi bilen ve kendini tüm benliğiyle bu amaca adayan biri için önemli ve zengin bir çalışmadır: Ben zihnimi doldurmak yerine kendimi biçimlendirmeyi tercih ederim. İnsanın, sahip olduğu zihne göre kendi düşüncesiyle haşir neşir olmasına dayanandan daha kolay ve daha güçlü bir meşgale yoktur: En yüce insanlar onu kendilerine sürekli bir meşgale yaparlar çünkü onlar için "yaşamak düşünmektir."

* Hayat eşitsiz, düzensiz ve çok biçimli bir devinim. Bu insanın kendi kendisinin dostu ya da daha da zoru efendisi olması değil, kölesi olması demek; olduğu şey olmayı aralıksız bir şekilde sürdürmesi, kendi eğilimlerinin -onlardan asla kurtulamayacak ve onları değiştirmeyecek şekilde- tutsağı olması demek.

* Hem gençlik hem de yaşlılık hakkında konuşabilirim, çünkü her ikisini de tanıyorum ama bana öyle geliyor ki yaşlılıkta ruhlarımız gençliktekinden daha rahatsız edici hastalıklara ve dertlere maruz kalıyor. Bunu gençken de söylüyordum ve benimle dalga geçiyorlardı, çünkü o zamanlar henüz sakalım çıkmamıştı; aynı şeyi bugün de söylüyorum ve gri sakalım bana otorite kazandırıyor: Karakterlerimizin zorlu olmasını, etrafımızdaki şeylere karşı duyulan bıkkınlığı " bilgelik" olarak adlandırıyoruz.

* Sahnenin üzerinde herkes rolünü oynayabilir ve kendini namuslu bir insan gibi gösterebilir, önemli olan insanın içinde, yüreğinin derinliklerinde, her şeyi yapmaya izninin olduğu ve her şeyin gizli kaldığı o yerde derli toplu olmasıdır. Sonraki mertebe insanın bunu kendi evinde, nasıl yaptığı konusunda kimseye hesap vermesi gerekmeyen, hiçbir şeyin dış etkiye tabi ya da yapay olmadığı gündelik işlerinde de sürdürmesidir.

* Kendimizden başka kimsenin bilmediği özel bir iç yaşama sahip olan bizlerin, davranışlarımız için mihenk taşı vazifesi görecek bir iç model oluşturmamız ve ona bağlı olarak da kendimizi kâh kutlamamız, kâh kınamamız gerekiyor.

* Bir bilge her konuda bilge değildir, ama yetenekli bir kişinin yeteneği her konuda, hiç bilmediği konularda bile geçerlidir.

* Dünya hiç durmadan inip kalkan bir tahterevalliden başka bir şey değil.

* "Bize en çok yakışan en çok bize ait olandır."

(Cicero , De Officiis)

* İrade ve arzular kendi yasalarını kendileri yapıyor, ama eylemler kamusal otoritenin yaptığına uymak zorunda.

"Aklını kullansmayan ruhunun çalkantılarını kullanır."

(Cicero , Tusculanae Disputationes)

* Samimiyet ve hakikilik kaç asır geçerse geçsin kendilerine hep baş köşede yer bulacaklardır.

* Türkler tarihçilerin anlattığına göre kader ve önceden belirlenmiş alınyazılarının değişmezliğine o kadar inanırlar ki, göründüğü kadarıyla bu onların tehlike karşısında kendilerini güvende hissetmelerine katkıda bulunur.

* Bilge kişiler, genç adamın hayata hazırlanması, ihtiyarınsa artık hayattan istifade etmesi gerektiğini söylüyorlar. Bizde gördükleri en büyük kusur ise arzularımızın sürekli olarak gençleşmesi. Hayata sürekli olarak en başından başlayıp duruyoruz.

* Romalılar kolonilerini şu şekilde kuruyorlardı: Şehirlerin aşırı şiştiğini hissettikleri anda nüfusun en lüzumsuz kısmını fethettileri ülkelere gönderiyor ve bu insanları oralara yerleştirip toprakları işlemelerini sağlıyorlardı.

* Hastalıklar ve bedenlerimizin içinde bulundukları durumların aynısı devletlerde ve hükümetlerde de görülüyor: Krallıklar ve cumhuriyetler tıpkı bizim gibi doğuyor, gelişiyor ve yaşlılıktan solup ölüyorlar.

* Ölüm karşısında cesurca davranma biçiminin en üst ve en doğal derecesi, ona sadece huzursuzluğa kapılmadan değil, aynı zamanda herhangi bir endişe hissetmeden ve o an gelene dek hayatın normal akışını her zamanki rahatlıkla sürdürerek bakmaktır.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder