14 Aralık 2020 Pazartesi

ALBERT CAMUS "YABANCI"

 



#AlbertCamus 📚

Yabancı romanı, Albert Camus’nün 1942’de yayınlanan ilk yapıtıdır. Yazar, 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür.Modern insanın modern zamandaki buhranlı dönemindeki kimlik kaybı ve yabancılaşması, modernist roman olan "Yabancı"da tüm boyutlarıyla aktarılır.

İnsanın dünya üzerindeki varoluşunun gerçekte özel bir anlamı olmadığını ve bu durumun da saçmalık "absürd" olduğunu ifade eden romanda, baş kahraman Meursault'nün hayatı anlamlandıramayışından kaynaklı kimlik problemi dikkat çeker. Bireyi yalnızlığa iten kimlik problemi, sosyolojik olarak bireyi topluma da ötekileştirir. Bireyin inançsızlık durumu da sorunlara ve sorulara dini alternatifli cevap bulmasına ket vurmasıyla, metafizik boyutta bireyi buhrana sürükler ve toplumsal değerlerden iyice kopmasına neden olur. Kimliksizleşen bireylerin kendine ve topluma yabancılaşmasının temelinde hayatı absürdizm felsefesi yatar. Metafizik buhran, ontolojik anlamsızlık ve kimlik bunalımı, hayata ve ölüme kayıtsız kalma durumu, Meursault’yü psiko-sosyal boyutta yabancılaştırır. Kişi yaşama ve eylemlerine yabancılaşmıştır. Varoluşçuluğun önemli bir kavramı olan absürdizmin etrafında şekillenen eserde, kişilerin kendine, topluma, çevreye, hayata, varoluşa nasıl yabancılaştığı, ölüme kayıtsızlığı eserde adı verilmeyen sadece soyadı belirtilen ana karakter Meursault aracılığıyla aktarılır. 


Ketum bir karakter olan Meursault, çevresinden izole yaşamından, tercihli yalnızlığından memnundur. Kimseye ihtiyaç duymayan karakter annesinin öldüğünde bile inanılmaz bir soğukkanlılıkla hayatına yön verir. İşlediği cinayet sonrası hapiste kaldığı süre, mahkeme anı ve idam kararının çıkmasında da kayıtsızlık devam eder.  

Roman kahramanının annesinin ölmesiyle başlayan kitap, olaydan çok durumu aktarır. Annesinin cenazesinde baş karakterin tepkisizliği herkesi şaşkına çevirir. Annesinin ölümünden bir gün sonra Marie adında bir sevgili bulur ve onunla keyifli zamanlar geçirir. Sık sık ahbapları ve Marie ile denize inerler.

Bir gün sahilde gezerken komşusunun belalısı Araplar ile karşılaşılmış ve kavga etmişlerdir. Olay dinmiş gibi gözükmektedir fakat Meursault hava sıcak olduğu için gölge bir yer ararken tekrar karşılaştığı Arap’la aralarında bir hengâme yaşanır ve onu öldürür. Daha sonra tevkif edilen Mersault kendine bir avukat bile tutmamıştır. Mahkeme tarafından kendisine tutulan avukat özel hayatıyla ilgili bilgiler edinmeye çalışır ve sanığın annesinin cenazesiyle ilgili tavırları karşısında şaşkınlığa düşer. İşlediği suçtan pişmanlık duyar ve bu yaşanan talihsizlikler neticesiyle üzgün gözükürse cezasının hafifleyeceğini belirtir ancak ne yaşam ne ölüm hiçbiri umurunda olmayan Meursault tepkisizliğiyle insanları öfkelendirir ve bu tutumu idam cezasına sebep olur. Yargıc, Mersault'nun idamına, cinayet suçundan ziyade, sanığın kayıtsızlığı ve duygusuzluğu yüzünden karar verir. Olayı değil, karakterin kendisini sorgular. Mersault içinse ölüm bir anlam ifade etmemektedir. Kitapta belirtildiği üzere herkes aynı şekilde suçlu bir o kadar da suçsuzdur.






ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Ve ben de, kendimi her şeyi yeniden yaşamaya hazır hissettim. Sanki bu büyük öfke içimdeki kötülükleri söküp atmış, ümitleri boşaltmış gibi, birtakım işaretler ve yıldızlarla dolu bu gecenin karşısında, içimi ilk defa olarak dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum.

* Geçirmiş olduğum bu saçma, boş yaşam boyunca geleceğimin derinliklerinden ve henüz gelmemiş yılların arasından karanlık bir soluk bana doğru yükseliyor; bu soluk, geçtiği yerde, yaşadığım yollardan daha gerçek olmayan o gelecek yıllar için vaadedilen bütün şeyleri aynı hizaya getiriyordu. Başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi neme gerekti benim? Onun tanrısından, seçilen kaderlerden bana neydi? Çünkü benim kendimi de, onun gibi benim kardeşim olduklarını söyleyen milyarlarca imtiyazlıyı da bir tek kader seçecekti. Anlıyor muydu bunu anlayabiliyor muydu acaba? Herkes imtiyazlıydı. Bu dünyada imtiyazlılardan başka kimse yoktu.

* Beni gerçekten ilgilendiren şeyin ne olduğundan belki emin değildim ama, beni ilgilendirmeyenin ne olduğundan emindim. Ve tam da onun bana bahsettiği şey, beni ilgilendirmiyordu.

* Annem hep insanın tam anlamıyla mutsuz olamayacağını söylerdi. Gökyüzü renklenip de yeni bir gün hücreme sızdığı zaman, ona hak veriyordum.

* İnsan bilmediği şeyler hakkında daima abartılı düşüncelere kapılır.

* Gazeteler sık sık,topluma olan bir borçtan bahsediyorlardı. Onlara göre bu borcu ödemek lazımdı. Fakat bu, hayal gücüne hitap eden bir şey değil. Asıl önemli olan bir kaçma imkanı değişmez ve şaşmaz bir gidişatın dışına atlayış umudun bütün şanslarını taşıyan delice bir koşuştu. Tabii umut, koşup girerken bir sokağın köşesinde, daha kurşun havadayken vurulup ölmekti.

* Bu adam beyler, bu adam zeki. onu dinlediniz, değil mi? ne cevap vereceğini biliyor. kelimelerin değerini biliyor. onun için, ne yaptığını bilmeden hareket ettiğini söylenemez.

* Sevdiğim bir şehrin ve günün bir saatinin bütün alışılmış gürültülerini birer birer tekrar bulur gibi oldum, günün o saatinde bazen kendimi memnun hissettiğim de olurdu. Artık sakinleşmiş olan havada gazete satıcılarının bağrışlarını, şehrin yukarısındaki dönemeçlerde tramvayların çıkardıkları iniltiyi ve gecenin karanlığı limanın üzerine çökmeden önce gökyüzünden gelen bu gürültüleri; bir körün gözü kapalı takip ettiği bütün bu şeyleri birer birer gözlerimin önünde canlandırıyordum. Evet, çok zaman önce kendimi memnun hissettiğim saatti bu. O zaman beni bekleyen şey, rahat ve rüyasız bir uykudan ibaretti. Fakat ne de olsa değişmiş bir şeyler vardı, çünkü yarını beklerken, kendimi yine hücremde buldum. Sanki yaz göklerinde uzayıp giden aşina yollar, insanı masum uykulara olduğu kadar, hapishanelere de götürebilirmiş gibi.

* Günlerin nasıl hem uzun hem bu kadar kısa olabildiğini anlamamıştım. Bu günlerin yaşaması uzun sürüyordu şüphesiz, ama bunlar o kadar genişleyip yayılmışlardı ki, sonunda birbirlerinin içine taşıp yayınlıyorladı. Benim için sadece dün ya da yarın sözcüklerinin bir anlamı vardı.

* Ben yarım yamalak dinlediğim bir adamı başımdan savmak istedim mi, ona hak veriyormuş gibi yaparım; bu kez de öyle yaptım. Onun muzaffer bir tavır takındığını hayretle gördüm.

* Her insanın, hatta ondan yüz çevirenlerin bile Tanrı'ya inandığını söyledi bana. O böyle inanıyordu, bundan bir an bile şüphe etse hayatının anlamı kalmayacaktı.

* Asıl hastalığı ihtiyarlıktı, ihtiyarlık da iyileşmezdi.

* Hayatımda bir değişiklik yapmanın ilgimi çekip çekmediğini sordu. Ben de, insanın hiçbir zaman hayatını değiştirmediğini, her hayatın birbirine benzediğini, buradaki hayatımdan şikayetçi olmadığımı söyledim. Pek memnun olmuş görünmedi, hep yarım ağız konuştuğumu, hiç hırslı olmadığımı ve iş hayatımda bunun fena bir şey olduğunu söyledi. Ben de yine işimin başına döndüm. Onu kırmak istemezdim ama yaşantımı değiştirmek için de bir sebep göremiyordum. Henüz öğrenciyken bu tür hırslarım vardı. Ama öğrenimi yarıda bırakmak durumunda kaldıktan sonra bütün bunların gerçek anlamda önemi olmadığını çabucak anladım.'



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder