14 Aralık 2022 Çarşamba

GEORGE ORWELL "1984"


#Bindokuzyüzseksendört  📝

#1984 

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (Özgün adı: Ninetten Eighty-Four), İngiliz yazar George Orwell'ın distopik ve politik romandır.

George Orwell kitabını 1948 yılında tamamlamış 1948’in son iki rakamının yerlerini değiştirerek kitabın adı 1984 olmuştur. Roman, 1984 yılında sinemaya uyarlanmıştır.

Ütopya " gerçekte olmayan tasarlanmış ideal toplum" anlamına gelmektedir. Ütopyada "suç" kavramı bile yoktur.  George Orwell'ın 1984 kitabı karşı ütopyadır, burada hislerden, düşüncelerden bile suçlanıp cezalandırılan bir kaos ortamı inşa edilmiştir, otoritenin baskısı ve ölümler vardır.

Yazar kitapta geçen "düşünce polisi" gibi kavramları literatüre kazandırmıştır ve Big Brother (Büyük Birader) kavramı günümüzde de sıklıkla kullanılmaktadır.

Romanın distopik dünyasında, totaliter bir yönetimde halkın hayatı manipüle edilmektedir. İnsanın her ortama adapte yetisi olduğunu fark eden kişiler toplumların yöneticisi olmayı başarıp kendi çıkarlarına göre düzenledikleri sistemin içinde olmayı diğer insanlara dayatıp onlara hükmetmeyi başarmışlardır, sistemin dışına çıkmaya yeltenenleri dışlayarak ve kendi çevresine dışlatarak onları sindirmiş, onların üzerlerinde hakimiyetlerini pekiştirmişlerdir. Ağır cezalara maruz kalan insanlar her şeye boyun eğmek zorunda kalmış, çoğu ne kadar kötü bir vaziyetin içerisinde kalırsa kalsın duruma alışarak her şeyi kanıksamaya başlayıp; açlıktan kıvranıp, gece gündüz çalışsa da iyi durumda olduğu düşündürülerek şükretmesi gerektiğine inandırılmıştır. Bu şekilde kitleler kontrol altına alınabilip bulunduğu durumun adaletsizlikle ilintili olduğunun bile farkına varmaları engellenmiştir.

Yevgeni Zamyatin'in "Biz" kitabından esinlenerek kaleme alınan George Orwell'ın 1984'ü "Tek Adam" kontrolünde, onun isteklerine göre tasarlanan bir hayat şekliyle yaşamaya mahkûm olan üstelik bunu uygulanan politikalala sevdirerek, duygu ve düşüncelerden arındırılıp kurduğu; savaşın, açlığın, ölümün kolgezdiği distopik dünya gerçek hayattan izler de taşımaktadır.


#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.

* Önceki çağlarda, sınıf ayırımları yalnızca kaçınılmaz değil, aynı zamanda istenen bir şey olmuştu. Uygarlığın bedeli eşitsizlikle ödenmişti.

*Ne tuhaftır ki, yalnızca kendini dile getirme gücünü yitirmekle kalmamış, ne söylemek istediğini de unutmuş gibiydi.

* Birisi sizinle aynı fikirde değil diye onu yok edemezsiniz. Medeni ve erdem sahibi insanlar böyle yapmaz. Çok okuyan ve bilginin gücüne inanan her insan, sadece konuşma yolunu seçer. Sizden olmayanları yok etmek yerine, bilginin ve fikrin gücüyle, sizin gibi düşünmesini sağlamalısınız. 

* Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.

* Boş vakit ve güvenlik herkesçe paylaşıldığında, yoksulluğun serseme çevirdiği geniş kitleler okuryazar olacak, kendi başına düşünmeyi öğrenecek, o zaman da hiçbir işe yaramadığını sonunda fark ettiği ayrıcalıklı azınlığı ortadan kaldıracaktı. Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi.

* Sorun, dünyanın gerçek zenginliğini artırmadan sanayinin çarklarının nasıl döndürüleceğiydi. Üretimin sürdürülmesi, ama ürünlerin dağıtılmaması gerekiyordu. Uygulamada bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, savaşın sürekli kılınmasıydı.

Savaşın asıl yaptığı, yok etmektir; ama ille de insanları yok etmesi gerekmez, insan emeğinin ürünlerini de yok eder.

* İnsanın azınlıkta olması, tek kişilik bir azınlık olması bile, deli olduğu anlamına gelmiyordu. Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman, tüm dünyayı karşına alsan bile, deli olmuyordun.

* İktidar bir araç değil, bir amaçtır. Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar. Zulmün amacı zulümdür. İşkencenin amacı işkencedir. İktidarın amacı iktidardır. 

* İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.

* Kimsenin düşüncelerini söylemeye cesaret edemediği bir devir gelmişti.

* Bazı şeyler geri gelmiyordu, insan bir daha geriye dönemiyordu. İnsanın içinde bir şeyler ölüyor, yanıp kül oluyordu.

* Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez.

* Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir.

* Bizim gibi insanların asıl sorunu, hepimizin kaybedecek bir şeyleri olduğunu sanmamız.

* NASIL'ını anlıyorum: NEDEN'ini anlamıyorum..

* Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.

* Kabul edelim: Yaşamlarımız sefil, yorucu ve kısa.

* "Düşünün. Çünkü henüz yasaklanmadı."








26 Kasım 2022 Cumartesi

NİKOS KAZANCAKİS "ZORBA"

 


#NikosKazancakis #Zorba 📚

Çağdaş Yunan Edebiyatı'nın en önemli yazarlarından biri olan Nikos Kazancakis, Zorba adlı eserini 1946 yılında kaleme almıştır. Kazancakis, uzun yıllar İsa, Buda, Bergson, Homeros ve Nietzsche'nin etkisi altında kalmış Zorba ile kendi görüşlerini sunmayı amaçlamıştır. Döneminde düşüncelerinden dolayı kilise tarafından aforoz edilen Kazancakis'in bir zaman kitapları yasaklanmıştır. 

1930’lu yıllarda geçen roman, adı kitapta hiç belirtilmeyen Yunan asıllı İngiliz bir yazarın ağzından anlatılır. Yeni yerleri gezip görmeyi seven ve eserini tamamlamaya çalışan yazar, bir süreliğine kendisini dinlemek ve babasından kalan maden ocağını işletmek için Yunanistan’ın Girit adasına doğru yola çıkmak üzereyken, hayata şehvetle bağlı yaşlı bir Yunan olan Alexis Zorba ile tanışır ve onu ustabaşı olarak işe alır. Adada birlikte geçirdikleri birkaç aylık zamanda, bu görmüş geçirmiş yaşlı Yunan'ın ilginç hayat felsefesi, Tanrı, ölüm, vatan, savaş, kadın, aşk, müzik, dans, gençlik, yaşlılık özgürlük üzerine düşünceleri ve anlattığı başından geçmiş birçok olay, genç yazarı derinden etkileyecektir. Zorba ile geçirdiği dönem genç yazarın yaşam şeklini değiştirmese de hayata bakış açısını büyük bir değişime uğratacaktır.

Roman, 1964’te yönetmen Michael Cacoyannis tarafından Alexis Zorbas adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Başrollerinde Anthony Quinn ve Alan Bates'ın oynadığı filmin müziklerini Yunan müzisyen Mikis Theodorakis bestelenmiştir.


#Altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Her insanın bir Cennet'i vardır; senin Cennetin kitaplar ve büyük mürekkep damacanalarıyla dolu olacak; bir başkasınınki konyak, uzo ve şarap varilleriyle dolu olsa gerek; birininki de yığınla İngiliz lirası. Benim Cennetim ise şu: alacalı entarileri, kokulu sabunları, iki kişilik sustalı karyolası olan, kokulu, küçük bir oda ve yanımda dişilik...

* Uyuyamıyordum. Sanki bu gece hareketlerimin hesabını verecekmişim gibi, bütün hayatım düşe benzer bir hızla ikircikli ve bağlantısız bir halde yükselmişti de, ben ona umutsuzca bakıyordum.

* Günler gelip geçiyordu; çaba göstermek için savaşıyor, bağırıyor, oynuyordum ama kalbimdeki kulakçıkların en son kıvrımına kadar kederliydim.

* Hayatım yanlış yola sapmıştı, insanlarla olan ilişkilerimi bir iç konuşma haline sokmuştum. O kadar düşmüştüm ki, bir kadına âşık olma ile kitap okuma arasında seçim yapmam gerekse, kitabı seçerdim.

* Bazen içimden, küçük bir ânı alıp karşılığında bütün hayatımı veresim gelir.

* İnsanın ruhu iklimle, sessizlik, ıssızlık ya da kalabalıkla nasıl da değişir!

* İnsanın ölüm yokmuş gibi hareket etmesiyle, aklında her an ölüm olduğu halde hareket etmesi, belki aynı şeydi, ama, o zaman bunu bilmiyordum daha.

* Hayat, gözümün önünden masal gibi, Shakespeare'in bir komedisi diyelim "Fırtına"sı gibi şimşek hızıyla geçti.

* Sonunda ne zaman yalnız başıma, arkadaşsız ve sırf her şeyin düş olduğu gerçeğiyle birlikte ıssızlığa çekileceğim? Vücudumun hastalıktan, cinayetten, ihtiyarlık ve ölümden başka bir şey olmadığını görerek özgür, korkusuz, baştan başa sevinç içinde ormana ne zaman çekileceğim? Ne zaman?

* Büyük sır! Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani? Çünkü, oturup sana işlediğimiz cinayetlerde yaptığımız alçaklıkları saysam tüylerin ürperir. Fakat sonuç ne oldu? Özgürlük! Tanrı yıldırımını atıp bizi yakacağına özgürlüğü veriyor? Hiç bir şey anlamıyorum!..

* Tam ve namuslu düşünceler, sessizlik, ihtiyarlık ve dişsizlik ister. Dişsiz olduğun zaman: 'Ayıp çocuklar, ısırmayın!' demek kolaydır. Ama, otuz dişin olunca... İnsan gençliğinde canavardır, evcilleşmek bilmez canavardır ve insan yer.

* Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.

* Hayatım boyunca sormuş olduğum bütün sorular, yanıtsız kalmakla bitmiyor, durmadan birbirine dolanıp vahşileşiyorlardı. En büyük umutlarım bile eşelenip uslandı.

* "Ne makine şu insan be! İçine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun; iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor. İmalathane! Sanırım beynimizde konuşan bir sinema var."

* Belki yanılıyorum ama sanırım ki, insanlar üç türlüdür: kendi deyişleriyle hayatlarını yaşamayı amaç sayanlar, yani yemeyi, öpmeyi, zengin olmayı, onur kazanmayı... Sonra, kendi hayatlarını değil, bütün insanların bir olduğunu anlarlar ve insanları ellerinden geldiği kadar aydınlatmak, sevmek ve onlara iyilik etmek için savaşırlar. Bir de, bütün evrenin hayatını yaşamayı amaç edinenler var; her şey, insanlar, hayvanlar, bitkiler, yıldızlar; hepimiz bir bütünüz; biz hepimiz aynı korkunç savaşın içindekileriz. Hangi savaş mı? Maddeyi ruha dönüştürme savaşı!..

* Ölüm, bazen hayatımızın içine, baş döndüren bir koku gibi akar; hele ıssız bir yerde olup, ay ışığı ve derin bir sessizlik varken, insanın vücudu yine yıkanmış, hafifçecikken ve ruhun karşısına aşırı engeller çıkmazken, yani uykuda. O vakit, bir an için hayatla ölüm arasındaki yarım duvar saydamlaşır, insan onun arkasında, toprakların altında neler olduğunu görür.

* Ölümün tadı günlerce dudaklarımda kaldı; yüreğim hafifledi. Ölüm bizi almaya gelip de, işimizi bitirelim diye bekleyen ve acelesi olmayan bir dost gibi, tanıyıp sevdiğim bir dost yüzünün aracılığıyla hayatıma girmişti. Beynim, ölümün böyle dostça olan işaretini anlayarak yatıştı.

* Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi, su anda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni.






9 Kasım 2022 Çarşamba

NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ ALAN TÜM YAZARLAR 📚

Nobel Edebiyat Ödülü, 1901-2021 yıllarında 114 kez verildi. Toplam 118 kişiye layık görülen ödüllerden 4'ü, 2'şer yazar arasında paylaştırıldı. Nobel Edebiyat Ödülü şimdiye kadar 30 kez İngilizce, 15 kez Fransızca, 14 kez Almanca ve 11 kez de İspanyolca yazan yazarlara verildi. Bu dilleri, 7 ödülle İsveççe, 6'şar ödülle İtalyanca ve Rusça, 5 ödülle Lehçe, 3'er ödülle de Norveççe ve Danca izledi. Yunanca, Japonca ve Çince yazan yazarlar 2'şer kez ödüle layık görüldü. Arapça, Bengalce, Çekçe, Fince, İbranice, Macarca, İzlandaca, Oksitanca, Portekizce, Sırpça-Hırvatça, Yiddiş ve Türkçe yazan yazarlar da birer kez ödül kazandı.

2006'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Orhan Pamuk, Nobel alan ilk Türk yazar olmuştu.

Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan kadınlar, Selma Lagerlöf, Grazia Deledda, Sigrid Undset, Pearl S. Buck, Gabriela Mistral, Nelly Sachs, Nadine Gordimer, Toni Morrison, Wislawa Szymborska, Elfriede Jelinek, Doris Lessing, Herta Müller, Alice Munro, Svetlana Aleksiyeviç, Olga Tokarczuk, Louise Glück olmuştur. 2022 Nobel Edebiyat ödülü Fransız yazar ve Edebiyat Profesörü Annie Ernaux kazandı.

Nobel Edebiyat Ödülünü en genç yaşta alan yazar ise Rudyard Kipling. İngiliz sömürgeciliğinden yana tutumuyla tanınan romancı, şair ve öykü yazarı Kipling, 1907 yılında Nobel’i aldığında 42 yaşındaydı.

Nobel Edebiyat Ödülünü en yaşlı alan yazar Doris Lessing. 2007 yılında Nobel’i aldığında 88 yaşındaydı.

En uzun yaşamış Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, İngiliz mantıkçı ve düşünür Bertrand Russell. 1945’te Batı Felsefesi Tarihi‘ni yayımlayan, 1950 yılında ödüle değer bulunan Russell 1970’te öldüğünde 97 yaşında idi.

En genç ölen Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Fransız düşünür, romancı, deneme ve oyun yazarı Albert Camus. 1957’de ödüle layık görülen Camus, 1960’ta bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde 46 yaşındaydı.

Jean Paul Sartre Nobel Edebiyat ödülünü kabul etmeyen tek yazardır.

Erik Axel Karlfeldt ölümünden sonra “gıyabında” kendisine sunulan ilk kişidir.

NOBEL ÖDÜLÜ ALAN TÜM YAZARLAR  📚

 


 1901
Sully Prudhomme (16 Mart 1839, Paris, Fransa – 6 Eylül 1907)
1902
Theodor Mommsen (30 Kasım 1817, Garding, Almanya – 1 Kasım 1903)
1903
Bjørnstjerne Bjørnson (8 Aralık 1832, Kvikne, Norveç – 26 Nisan 1910)
1904
Frédéric Mistral (8 Eylül 1830, Provence, Fransa – 25 Mart 1914)
José Echegaray y Eizaguirre (19 Nisan 1832, Madrid, İspanya – 14 Eylül 1916)   
1905
Henryk Sienkiewicz (5 Mayıs 1846, Polonya – 15 Kasım 1916) –  “Ateş ve Kılıç”
1906
Giosuè Carducci (27 Temmuz 1835, Pietrasanta, İtalya – 16 Şubat 1907)
1907
Rudyard Kipling (30 Aralık 1865, Mumbai, Hindistan – 18 Ocak 1936) –  “Dilek Evi”
1908
Rudolf Christoph Eucken (5 Ocak 1846, Almanya – 15 Eylül 1926) – Alman felsefeci. “Hayatın Anlamı’’
1909
Selma Lagerlöf (20 Kasım 1858, Mårbacka, İsveç – 16 Mart 1940) – “Küçük Nils Holgersson’un Yaban Kazlarıyla Maceraları”, “Nils Holgersson’un Serüvenleri”, “Uçan Kazlar”, “Klasikleri Okuyorum – Nils ve Uçan Kaz”
1910
Paul Heyse (15 Mart 1830, Berlin, Almanya – 2 Nisan 1914) – “Andrea Delfin”
1911
Count Maurice Maeterlinck (29 Ağustos 1862, Gent, Belçika – 6 Mayıs 1949,) – “Mavi Kuş”
1912
Gerhart Hauptmann (15 Kasım 1862, Polonya – 6 Haziran 1946) – “Atlantis”
1913
Rabindranath Tagore (7 Mayıs 1861, Kalküta, Hindistan – 7 Ağustos 1941) –  “Gora”,
1914
Bu sene kimseye ödül verilmemiştir.
1915
Romain Rolland (29 Ocak 1866, Fransa – 30 Aralık 1944) –  “Yaşama Sevgisi”
1916
Verner von Heidenstam (6 Temmuz 1859, Olshammar, İsveç – 20 Mayıs 1940)
Henrik Pontoppidan (24 Temmuz 1857, Danimarka – 21 Ağustos 1943)
1917
Karl Adolph Gjellerup (2 Haziran 1857, Danimarka – 13 Ekim 1919)
1918
Bu sene kimseye ödül verilmemiştir.
1919
Carl Spitteler (24 Nisan 1845, İsviçre – 29 Aralık 1924)
1920
Knut Hamsun ( 4 Ağustos 1859, Lom, Norveç – 19 Şubat 1952) –: “Açlık”
1921
Anatole France (16 Nisan 1844, Paris, Fransa – 12 Ekim 1924) – Kırmızı Zambak”
1922
Jacinto Benavente (12 Ağustos 1866, Madrid, İspanya – 14 Temmuz 1954)
1923
William Butler Yeats (13 Haziran 1865, İrlanda – 28 Ocak 1939) –  “Dibbuk”
1924
Wladyslaw Reymont (7 Mayıs 1867, Polonya – 5 Aralık 1925) 
1925
George Bernard Shaw (26 Temmuz 1856, Dublin, İrlanda – 2 Kasım 1950) “Ölümsüzlüğün Sırrı”
1926
Grazia Deledda (28 Eylül 1871, İtalya – 15 Ağustos 1936)
– İtalyan kadınyazar.  “Sardinya Efsaneleri”
1927
Henri Bergson (18 Ekim 1859, Paris, Fransa 4 Ocak 1941) –  “Madde ve Bellek”
1928
Sigrid Undset (20 Mayıs 1882, Danimarka – 10 Haziran 1949) – Norveçli kadın yazar. “Her Kadın Gibi”
1929
Thomas Mann (6 Haziran 1875, Lübeck – 12 Ağustos 1955) – Alman yazar.  “Venedik’te Ölüm”, “Buddenbrooklar / Bir Ailenin Çöküşü”, “Büyülü Dağ”, “Yusuf ve Kardeşleri”
1930
Sinclair Lewis (7 Şubat 1885, Minnesota, ABD – 10 Ocak 1951) – “Vahşi Aşk”
1931
Erik Axel Karlfeldt (20 Temmuz 1864, Karlbo, İsveç – 8 Nisan 1931,)
1932
John Galsworthy (14 Ağustos 1867, Kingston, Birleşik Krallık – 31 Ocak 1933)
1933
Ivan Alekseyevich Bunin (22 Ekim 1870, Voronej, Rusya – 8 Kasım 1953) – “Mitya’nın Aşkı”
1934
Luigi Pirandello (28 Haziran 1867, Agrigento, İtalya – 10 Aralık 1936) –  “Gölge Adam
1935
Bu sene kimseye ödül verilmemiştir.
1936
Eugene O’Neill (16 Ekim 1888, Longacre Square – 27 Kasım 1953) –  ABD’li oyun yazarı.  “Allahın Ayısı”
1937
Roger Martin du Gard (23 Mart 1881, Fransa – 22 Ağustos 1958) –  “Thibault’lar
1938
Pearl Sydenstricker Buck (26 Haziran 1892, Batı Virginia, ABD – 6 Mart 1973) – Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Amerikalı kadın. “Sürgün", "Ana"
1939
Frans Eemil Sillanpää (16 Eylül 1888, Finlandiya – 3 Haziran 1964) – “Taşra Kızı”
1940 –1941-1942- 1943
Bu yıllar arasında kimseye ödül verilmemiştir. 
1944
Johannes Vilhelm Jensen (20 Ocak 1873, Danimarka – 25 Kasım 1950,) –  “Kralın Düşüşü”
1945
Gabriela Mistral (7 Nisan 1889, Vicuña, Şili – 10 Ocak 1957) – Asıl adı Lucila de María del Perpetuo Socorro Godoy Alcayaga. Kadın şair, eğitimci, diplomat. “Gabriela Mistral Şiirlerinden Seçmeler”
1946
Hermann Hesse (2 Temmuz 1877, Calw, Almanya – 9 Ağustos 1962) –
  “Bozkırkurdu”, Siddhartha”, “Boncuk Oyunu”
1947
André Gide (22 Kasım 1869, Paris, Fransa – 19 Şubat 1951) –  
“Pastoral Senfoni”, 
“Kalpazanlar”, 
 “Ayrı Yol"
1948
Thomas Stearns Eliot (26 Eylül 1888, St. Louis, Missouri, ABD – 4 Ocak 1965) – ”, “İhtiyar Farenin Kediler Kılavuzu”
1949
William Faulkner (25 Eylül 1897, New Albany, Mississippi, ABD – 6 Temmuz 1962) – 
“Ses ve Öke”,“Köy’’, " Ağustos Işığı", "Çılgın Palmiyeler", "Abşalom Abşalom"
1950
Bertrand Russell (18 Mayıs 1872, Birleşik Krallık – 2 Şubat 1970) –  “Eğitim Üzerine”, “İnsanlığın Yarını", "Aylaklığa Övgü"
1951
Pär Lagerkvist (23 Mayıs 1891, İsveç – 11 Temmuz 1974) –  “Yeryüzü Sürgünü”
1952
François Mauriac (11 Ekim 1885, Bordeaux, Fransa -1 Eylül 1970) –”, “Yılan Düğümü”
1953
Winston Churchill (30 Kasım 1874, Birleşik Krallık – 24 Ocak 1965) – Politikacı.
1954
Ernest Hemingway (21 Temmuz 1899, Illinois, ABD – 2 Temmuz 1961) –
 “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”,
 “Silahlara Veda”, "Afrika’nın Yeşil Tepeleri”, “Yaşlı Adam ve Deniz”
1955
Halldór Laxness (23 Nisan 1902, Reykjavík, İzlanda – 8 Şubat 1998) – “Özgür İnsanlar”
1956
Juan Ramón Jiménez (24 Aralık 1881, Moguer, İspanya – 29 Mayıs 1958) –”, “Ruhsal Sone”
1957
Albert Camus (7 Kasım 1913, Fransız Cezayiri – 4 Ocak 1960) – "Sisifos Söyleni",  "Mutlu Ölüm",  "Yabancı", "Başkaldıran İnsan", "Veba","Düşüş"
1958
Boris Pasternak (10 Şubat 1890, Moskova, Rusya – 30 Mayıs 1960) – Boris Pasternak, Sovyetler Birliği Hükümeti’nin baskısı üzerine bu ödülü reddetmek zorunda kalmıştır. “İnsanlar ve Haller
1959
Salvatore Quasimodo (20 Ağustos 1901, İtalya – 14 Haziran 1968) “Güngünüstüne”
1960
Saint-John Perse (31 Mayıs 1887, Guadeloupe – 20 Eylül 1975) – Fransız şair ve diplomat.  “Sözcükler Denizi”
1961
Ivo Andric (9 Ekim 1892, Travnik, Bosna-Hersek – 13 Mart 1975) – “Drina Köprüsü”,
 “Travnik Günlüğü”
1962
John Steinbeck (27 Şubat 1902, Kaliforniya, ABD – 20 Aralık 1968) -“Fareler ve İnsanlar”,  “Gazap Üzümleri,  "Bitmeyen Kavga" 
1963
Giorgos Seferis - (13 Mart 1900 – 20 Eylül 1971) – Urla doğumlu Yunan şair. Daha çok Yorgos Seferis olarak bilinir. “Üç Kırmızı Güvercin”
1964
Jean-Paul Sartre (Reddetti) (21 Haziran 1905, Paris, Fransa – 15 Nisan 1980) – Kendisine verilen diğer tüm resmi ödülleri reddettiği gibi Nobel Edebiyat Ödülünü de reddetmiştir. “Bulantı”, “Varoluşçuluk”, “Varlık ve Hiçlik”, “Akıl Çağı
1965
Mihail Şolohov (24 Mayıs 1905, Vyoshenskaya, Rusya – 21 Şubat 1984) – “Durgun Don"
1966
Shmuel Yosef Agnon (17 Temmuz 1888, Buchach, Ukrayna – 17 Şubat 1970) –
“Tılsım”
Nelly Sachs (10 Aralık 1891, Schöneberg, Almanya – 12 Mayıs 1970) – Alman asıllı İsveçli kadın yazar ve şair. “Akkor Bilmeceler
1967
Miguel Ángel Asturias (19 Ekim 1899, Guatemala – 9 Haziran 1974) – “Kasırga”
1968
Yasunari Kawabata (11 Haziran 1899, Osaka, Japonya – 16 Nisan 1972) –Karlar Ülkesi
1969
Samuel Beckett (13 Nisan 1906, Foxrock, İrlanda – 22 Aralık 1989) –  “Üçleme”, Üçleme 2″,Üçleme 3” Godot’ yu Beklerken
1970

Aleksandr Soljenitsin (11 Aralık 1918, Kislovodsk, Rusya – 3 Ağustos 2008) –”, “İvan Denisoviç’in Bir Günü’’
1971
Pablo Neruda (12 Temmuz 1904, Parral, Şili – 23 Eylül 1973) – “Sevdiğime Seslenir Gibi”
1972
Heinrich Böll – (21 Aralık 1917, Köln, Almanya – 16 Temmuz 1985) – “Fotoğrafta Kadın da Vardı”, “İlk Yılların Ekmeği”, “Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru”, “Dokuz Buçukta Bilardo”, “
1973
Patrick White – (28 Mayıs 1912, Londra, Birleşik Krallık – 30 Eylül 1990) – “Çöl”
1974
Eyvind Johnson (29 Temmuz 1900, İsveç – 25 Ağustos 1976) –  “Yaşamak Dediğin”
Harry Martinson (6 Mayıs 1904, İsveç – 11 Şubat 1978)
1975
Eugenio Montale (12 Ekim 1896, Cenova, İtalya – 12 Eylül 1981) – “Xenia”
1976
Saul Bellow (10 Haziran 1915, Lachine, Kanada – 5 Nisan 2005) – ‘’Boşlukta Sallanan Adam’’, "Günü Yaşa", "Herzog"
1977
Vicente Aleixandre (26 Nisan 1898, Sevilla, İspanya – 14 Aralık 1984) – “Kılıçtan Keskin Dudaklar”
1978
Isaac Bashevis Singer (21 Kasım 1902, Leoncin, Polonya – 24 Temmuz 1991) – Polonya kökenli Amerikalı yazar.  “Toplu Öyküler”
1979
Odysseas Elytis (2 Kasım 1911, Kandiye, Yunanistan – 18 Mart 1996) – “Övgüler Olsun Sana”
1980
Czeslaw Milosz (30 Haziran 1911, Litvanya – 14 Ağustos 2004) – “Tutsak edilmiş Akıl”
1981
Elias Canetti (25 Temmuz 1905, Rusçuk, Bulgaristan – 14 Ağustos 1994) – Eserlerini Almanca yazmıştır. “Körleşme’’, "Kitle ve İktisat", "İnsanın Taşrası", 
Marekeş'te Sesler"
1982
Gabriel García Márquez (6 Mart 1927, Kolombiya – 17 Nisan 2014) – “Yüzyıllık Yalnızlık”,  “Kırmızı Pazartesi”,  “Kolera Günlerinde Aşk”,  “Albaya Mektup Yok” 
1983
William Golding (19 Eylül 1911, Newquay, Birleşik Krallık – 19 Haziran 1993) – “Sineklerin Tanrısı”
1984
Jaroslav Seifert (23 Eylül 1901, Žižkov, Çek Cumhuriyeti – 10 Ocak 1986)
1985
Claude Simon (10 Ekim 1913 – 6 Temmuz 2005) – Fransız yazar.  “Tramvay”
1986
Wole Soyinka – 13 Temmuz 1934, Abeokuta, Nijerya doğumlu.
1987
Joseph Brodsky (24 Mayıs 1940, St. Petersburg, Rusya – 28 Ocak 1996) – Rus asıllı Amerikalı şair.
1988
Necip Mahfuz (11 Aralık 1911, Kahire, Mısır – 30 Ağustos 2006) “Ezilenler
1989
Camilo José Cela (11 Mayıs 1916, İspanya – 17 Ocak 2002)–  “Arı Kovanı
1990
Octavio Paz (31 Mart 1914, Meksika – 19 Nisan 1998) –  “Öteki Ses"
1991
Nadine Gordimer (20 Kasım 1923 – 13 Temmuz 2014) – Güney Afrikalı kadın yazar. “Başka Dünyalar
1992
Derek Walcott - (23 Ocak 1930, Saint Lucia – 17 Mart 2017) – Saint Lucialı şair, yazar ve ressam.
1993
Toni Morrison – 18 Şubat 1931, Ohio doğumlu ABD’li kadın yazar. “En Mavi Göz”
1994
Kenzaburo Oe – 31 Ocak 1935, Japonya doğumlu yazar.  “Kişisel Bir Sorun”
1995
Seamus Heaney – (13 Nisan 1939, Castledawson – 30 Ağustos 2013), İrlandalı yazar. “Kuzey”
1996
Wislawa Szymborska (2 Temmuz 1923, Kórnik – 1 Şubat 2012) Polonyalı kadın yazar.  “Başlıksız Olabilir”.
1997
Dario Fo -(24 Mart 1926, Sangiano, İtalya – 13 Ekim 2016), İtalyan yazar. “Sıradan Bir Gün ve Diğer Oniki Komedi”
1998
José Saramago (16 Kasım 1922 – 18 Haziran 2010) – Portekizli yazar. “Körlük", "Görmek", "Kabil", "Kopyalanmış Adam"
1999
Günter Grass – 16 Ekim 1927, Gdansk, Polonya doğumlu Alman yazar.  "Teneke Trampet"
2000
Gao Xingjian – 4 Ocak 1940, Ganzhou, Çin doğumlu yazar, çevirmen, eleştirmen ve ressam. “Ruh Dağı”, “Yalnız Bir Adamın Kitabı”
2001
Vidiadhar Surajprasad Naipaul – 17 Ağustos 1932, Trinidad doğumlu Britanyalı yazar. “Büyülü Tohumlar”
2002
Imre Kertész – 9 Kasım 1929, Budapeşte, Macaristan doğumlu. “Kadersizlik
2003
John Maxwell Coetzee – 9 Şubat 1940, Güney Afrika doğumlu yazar ve akademisyen.  “Utanç"
2004
Elfriede Jelinek – 20 Ekim 1946, Avusturya doğumlu, kadın feminist oyun yazarı ve romancı. “Piyanist"
2005
Harold Pinter – 10 Ekim 1930, Londra doğumlu İngiliz oyun yazarı, senarist, şair, tiyatro yönetmeni ve aktör.  “Ay Işığı”
2006
Orhan Pamuk – 7 Haziran 1952, İstanbul doğumlu. Nobel Edebiyat ödülünü alan ilk Türk yazar. Kitapları: “Kara Kitap”, “Masumiyet Müzesi”, “Benim Adım Kırmızı”, “Kar”, “Cevdet Bey ve Oğulları”, “Yeni Hayat”, “Beyaz Kale”, “Sessiz Ev”,“İstanbul – Hatıralar ve Şehir”, "Veba Gecesi"
2007
Doris Lessing – 22 Ekim 1919, Kirmanşah, İran doğumlu Britanyalı kadın yazar (İngiltere/Britanya).  “Son Aydınlık Yaz”
2008
Jean-Marie Gustave Le Clézio – 13 Nisan 1940, Nice, Fransa doğumlu.  “Çöl”
2009
Herta Müller – 17 Ağustos 1953, Romanya doğumlu Alman kadın yazar. “Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım’’
2010
Mario Vargas Llosa – 28 Mart 1936, Peru doğumlu.  “Yeşil Ev”
2011
Tomas Gösta Tranströmer – 15 Nisan 1931, Stockholm, İsveç doğumlu şair, psikolog ve çevirmendir.  “Hüzün Gondolu”, “İzmir Saat Üç”
2012
MoYan (Guan Moye) – 17 Şubat 1955, Gaomi, Çin doğumlu. Gerçek adı Guan Moye’dir, ancak Çince “sakın konuşma!” anlamına gelen Mo Yan mahlasını kullanır. Sürekli sansürlenen ve eserleri korsan yollarla çoğaltılan Çinli yazarlar arasında en meşhurudur. “Kızıl Darı Tarlaları”
2013
Alice Munro – 10 Temmuz 1931, Kanada doğumlu kadın yazar.  “Sevgili Hayat”
2014
Patrick Modiano – 30 Temmuz 1945, Boulogne-Billancourt, Fransa  doğumlu. “En Uzağından Unutuşun”
2015
Svetlana Aleksiyeviç – 31 Mayıs 1948,  İvano-Frankivsk, Ukrayna doğumlu kadın yazar. Kızıl İnsanın Sonu”
2016
Bob Dylan – 24 Mayıs 1941, ABD doğumlu. Asıl adı: Robert Allen Zimmerman.
2017
Kazuo Ishiguro – 8 Kasım 1954, Japonya doğumlu İngiliz romancı. “Beni Asla Bırakma”, “Günden Kalanlar”, “Gömülü Dev”
2018
Olga Tokarczuk- 29 Ocak 1962 Polonya – ‘’Koşucular"
2019
Peter Handke - 6 Aralık 1942- Avusturya - ‘’Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl’’
2020
Louise Glück - 22 Nisan 1943 - New York ABD -
"Seçme Şiirler"
2021
Abdulrazak Gurnah -(20 Aralık 1948 - Zanzibar Sultanlığı) : " Son Hediye", "Kumdan Yürek", "Terkediş", "Deniz Kenarında"
2022
Annie Ernaux - 1 Eylül 1940 Fransa : "Seneler", "Babamın Yeri", "Boş Dolaplar", "Yalın Tutku"

📚


4 Kasım 2022 Cuma

WİLLİAM FAULKNER "AĞUSTOS IŞIĞI"

 #WilliamFaulkner 📚 #AğustosIşığı


Özgün adı ile "Light in August" olan "Ağustos Işığı" Nobel Ödüllü yazar William Faulkner’ın 1932 tarihinde yayımlanan ırkçılık sorununu ele aldığı başyapıtlarından biridir.

Yazar, Amerika’daki Irkçılık sorununu; baba tarafından zenci kanı taşıyan beyaz bir adam olan Joe Christmas’ın hayatını merkez alarak deşmiş, iç içe öykülerle şekillendirmiştir.

Çocukluğundan itibaren lanetlenmeye ve suç işlemeye alışkın olan Joe Crhristmas, ırkçılığın üretetiği kötü karakterlerlerden sadece birisidir, işlemek zorunda kaldığı suçlar yüzünden sürekli kaçmakta ve gittiği her yerde bir başka kötü olaya karışmaktadır. Ne yöne gitse dışlanmışlığın kısır döngü içinde kalan Joe Christmas her yere, herkese yabancı olduğunu hisseder. 

Roman, aşağılanmaya alışmış, hor görülmeyi kanıksamış bir adamın kötülüklere kötülükle cevap vermesiyle ırkçılığın ve buna bağlı davranışların doğurduğu ağır sonuçları aktarmaya çalışmıştır.

#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* En derin kitap bile nasıl yanlış çıkıyor hayata uygulanınca.

* Görünü­şe bakılırsa, insan hemen hemen her şeye dayanabiliyor. Hiç yapmadığı şeylere bile dayanabiliyor. Bazı şeylerin dayanıl­maz olduğu düşüncesine bile dayanabiliyor. Şöyle bir ken­dini bırakıp otursa, ağlasa, bunu yapmayacağını bilmeye de dayanıyor. Arkasına bakmamaya bile dayanıyor, bakmanın ya da bakmamanın bir işine yaramayacağını bildiği halde.

* İnsanlar tuhaf oluyor. Bir düşünceye ya da herhangi bir şeyi yapmaya kapılamazlar yeni bir sebep bulamadıkça. Ve sonra yeni bir sebep bulunca, hemen degişiverirler zaten.

* Bütünüyle köksüz bir hava vardı üstünde, sanki onun olan hiçbir kasaba ya da kent yokmuş gibi, hiçbir sokak, hiçbir duvar, evi olsn hiçbir toprak parçası yokmuş gibi. Ve bilgisini her zaman yanında bir sancak gibi taşıyordu sanki, insafsız, yapayalnız ve neredeyse gururlu bir havayla.

*Bir insan her zaman şimdi çektiği sıkıntılardan çok ileride çekebileceği sıkıntılardan korkar. Bir değişikliği göze alamaz da, alışık olduğu sıkıntılarına dört elle sarılır. Evet. Çoğu adam yaşayan insanlardan nasıl kaçıp kurtulmak istediğini anlatır. Ama ölü insanlardır zarar veren. Sessizce bir yerlerde yatıp onu yakalamaya çalışmayan ölülerdir, kaçamadığı.

* Boş bir sokakta yürüyen bir büyük adam kadar yapayalnız görünen bir şey yoktur yeryüzünde.

* Az zamanda öğreteceğim sana, en fazla tiksinilecek iki şeyin miskinlik ve boş düşünce, iki erdemin de çalışma ve Tanrı korkusu olduğunu.

* İnsan yapıyor yaratıyor, taşıyabileceğinden ya da taşıması gerekenden çok fazlasını. Böylece anlıyor her şeye katlanabileceğini.

* Vicdanın kabul edemediği şeyi yara kabuğu gibi koparabilmek insan zihninin faydalı bir yeteneğidir.

* Bir insanın kötü olmadan yapabileceği gizli şeyler vardır, muhterem. Başkalarına nasıl görünürse görünsün.

* Bir başka kadının ayağını yerden ilk keseceklerden biri de kendisidir, ama bir başına bütün memleketi yürüyerek dolaşır hiç utanç duymadan; çünkü bilir ki insanlar, erkekler, ona yardım edeceklerdir. Kadınlara aldırış bile etmiyor. Ona bu dert bile sayamadığı şeyi veren kadın değildi ki.

* Bir kadın evlenmeyegörsün ya da evlenmeden şişirsin göbeğini, o anda kadın soyundan ve cinsinden ayırır kendini ve hayatının geri kalanını erkek soyuyla birleştirmeye çalışarak geçirir. İşte bunun için enfiye kullanır ya da sigara içer ya da oy vermek isterler.

20 Ekim 2022 Perşembe

WİLLİAM FAULKNER "DÖŞEĞİMDE ÖLÜRKEN"

 #WilliamFaulkner 📚 #DöşeğimdeÖlürken

#Faulkner 📖

Özgün adı "As I Lay Dying" olan "Döşeğimde Ölürken" Nobel Edebiyat ödüllü Amerikalı modernist yazar William Faulkner’ın 1930’da yayımlanan romanıdır.  

59 bölümden oluşan bu romandaki mekan, yazarın kurgusal bir mekân olarak tasarladığı Yoknapatawpha bölgesidir. 

Bilinç akışı ve iç monolog tekniğiyle aktarılan roman birçok farklı karakterin bakış açısından sunulmuş, birbirinin hayatlarını etkileyen insanların ve aile bireylerinin kişilik çarpışmaları ve vakalar geriye dönüş teknikleriyle sahnelerin birleşmesinden ortaya çıkarılmıştır.

Vefat eden annelerini, vasiyeti üzerine kendi ailesinin gömülü olduğu mezarlığa defnetmek üzere yola çıkaran Bundren ailesinin yolculukta başından geçen ve daha öncesinde yaşanan, kaderlerini etkileyen trajik olaylar her bireyin farklı bakış açısıyla yorumlanarak, hikayeye bir şekilde dahil olan birçok karakter tarafından aktarılır. Güney Amerika'daki eyaletlerde yoksul halkın yaşadığı zorlukları, kadın olmanın sıkıntılarını, aile kavramlarının önemini, bireysel mücadeleleri vurgulayan yazar dini inancın kişiler üzerindeki etkisini de birbirlerinin gözünden sunmuştur.



#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Tanrı yolları yolculuk için yaptı: işte ondan dolayı yolları yeryüzüne yatay yerleştirdi. Bir şeyin durmadan kımıldamasını isterse uzunlamasına yapar o şeyi, yol, at ya da araba gibi, ama bir şeyin konduğu gibi durmasını dilerse onu da dikey yapar, ağaç ya da insan gibi. Ve böylece Tanrı istemedi işte insanların yollarda yaşamasını, çünkü hangisi önce varır, sorarım; yol mu, ev mi? “Hiç evin yanına yol kondurduğunu bilir misiniz Tanrı'nın?" diyorum. Hayır, hiçbir zaman diyorum, çünkü yalnız insanlardır evlerini arabasıyla geçen her kişinin kapıya tükürebileceği bir yere kurmadan rahat edemeyen hiç, böylece hep tedirgin olur kalkıp başka yerlere gitmek isterler, Tanrı bir ağaç ya da bir ekin tutamı gibi oldukları yerde durmalarını dilediği halde. Çünkü eğer bir insanın durmadan kımıldayıp bir yerden bir yere gitmesini isteseydi Tanrı, uzunlamasına, karınüstü koymaz mıydı onu, bir yılan gibi? Öyle yapması gerekirdi.

* Yeryüzüne gelmemiz için iki kişi gerekiyor, ölmek icinse bir kişi yeter. Dünya böylece varacak sonuna.

* Gençken ölümün nasıl gövdenin doğal bir davranışı olduğuna inandığım aklıma geliyor; artık yalnızca bir zekâ işi olduğunu biliyorum -yoksunluk acısını çeken kişilerin zekâları. Nihilistler bunun bir son olduğunu söylerler; İncil'e inananlar ise bir başlangıç; gerçekte tek başına bir kiracının ya da bir ailenin bir evden ya da bir kentten başka yere taşımasından daha fazla bir şey değildir.

* Bu memleketin kötü yanı burada: her şey, hava, hepsi, olduklan yerde çok fazla kalıyor. Toprağımız da nehirlerimiz gibi: donuk, yavaş, sert; insan yaşantılarını da kendi amansız, düşüncelerle yoğun görünüşünde yaratıp biçimlendiriyor.

* Beni süzüyor: gözlerini duyuyorum. Sanki gözleriyle bana bir şeyler fırlatıyor. Böylesini kadınlarda daha önce de görmüştüm. Odaya acıma, derde ortak olma duygularıyla, elle tutulur gerçek bir yardım imkanıyla girenleri gözleriyle kovar, onları hiçbir zaman araba atından üstün tutmamış değersiz bir hayvana sarılırlar. Anlayışın ötesindeki sevgi dedikleri bu işte: bu gurur, yanımızda getirdiğimiz, ameliyat odalarına taşıdığımız, inatla, kızgınlıkla yeniden toprağa götürdüğümüz bu iğrenç çıplaklığımızı saklama isteğimiz.

* Zaman zaman insan düşünüyor. Bu dünyadaki üzüntüleri, tasaları; şimşek gibi herhangi bir yerden vurabileceklerini. Sanırım kişinin sığınağı ancak güçlü bir Tanrı inancı olabilir...

* İnsan zaman zaman düşünüyor böyle. Pek sık değil ama. Bu da iyi bir şey. Çünkü Tanrı onu iş yapsın, düşünmekle fazla zaman harcamasın diye yarattı., çünkü beyin var ya, tıpkı makine parçası gibi: bir yığın işkenceye dayanamaz. En iyisi hep bir yolda çalışması, günlük işleri yapması, bir parçanın gereğinden çok kullanılmaması.

* Kelimelerin bir şeye yaramadığını anladığım zamandı; kelimelerin söylemek istediklerine bile uymadıklarını.

* Doğduğunda anladım ki analık kelimesini böyle bir kelimenin olmasını isteyen biri bulmuş çıkarmıştı, çünkü çocuğu olanlar bu söz varmış yokmuş pek umursamıyorlardı. Korku’yu da hiç korkmamış kişilerin bulduğunu anladım; gurur’u hiç gururu olmayanların. Anladım böyle olduğunu.

* Dua etti benim için, günahı göremediğimi sanıyordu, benim de diz çöküp dua etmemi istedi, çünkü günahı kelimeler olarak görenlerin gözünde kurtuluş da kelimelerdir yalnızca.

* Yüzünde el etek çekmişliğin derin anlamı var.

* Yaşamak vadilerde başladı. Eski kokuların, eski hırsların, eski umutsuzlukların sırtında tepelere savruldu gitti. Onun için tepelere tırmanmalısın ki aşağı inebilesin.







23 Ağustos 2022 Salı

PEARL S BURCK "ANA"

Pearl S. Buck "Ana" 📚


Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ilk ABD'li kadın yazar olan Pearl Sydenstricker Buck, ömürlerinin uzun bir kısmını Çin'de geçirmiş Amerikalı bir ana-babanın çocuğudur. Pearl S. Buck'ın kitaplarında kendisinin de ömrünün bir kısmını geçirdiği Çin'deki yaşamı yansıtır. 

Yalın bir anlatıma sahip olan romanı "Ana" Çin'in küçük bir köyünde çocuklarını tek başına büyütmek zorunda kalan, ömrü beklemekle ve umut etmekle geçen bir ananın hikayesini konu alır. 

Eserin başından sonuna kadar ismi hiç söylenmeyen "Ana'' birçok kültürdeki analığın canlı bir heykeli gibidir. Kitapta "baba" vurdumduymaz, "ana" ise kendini çocuklarına adayan karakter olarak lanse edilir. Okuyucuya analık sonrası bir kadınla beraber hayatının evrelerinde yolculuk yaptırılır. Ülkedeki komünist darbe öncesine de biraz tanık olma imkanı bulabiliyor okuyucu. Şimdilerde bilindik olan "komünizm"in ne olduğu o dönemde tam olarak bilinmemektedir ve bu nedenle neye hizmet ettiğini bilmeyen birçok insan maşa olarak kullanılmıştır.

Çin maternal kültürünü anlatan bu kitapta "Ana"nın yoksulluk, sefalet, bekleyiş ve toprakla geçen hayatı Anadolu'ya da yabancı değildir. Erkek evlat önceliği ve değerliliği, evlat ayrımı, evin hükmü elden gidecek korkusuyla ne kadar kayınvalidesini el üstünde tutmaya çalışsa da gelinin kusurunu arayıp bulmaya çalışma, biraz okuyup yazma öğrenince kendini üstün tutma, ne yaptığını bilmeden neyi savunduğunu anlamadan maşa olarak örgütlerde kullanılma gibi pekçok şey evrenselliğini devam ettiriyor. 


#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Oldum olası tarla işini her işten çok sevmişti. Toprak üstünde çalışıp çabaladıktan sonra, vücudu toprak işinin temiz terine bulanmış olarak eve dönmeyi, terinin serin rüzgarda kurumasını, vücudundaki büyük ama tatlı yorgunluğu duymayı pek severdi. Gözleri tarlalara, dağlara, büyük şeylere alışıktı. İğne iplik gibi küçük şeylere alışmak güç geliyordu.

* Evleri boşlukla dopdoluydu.

* Bazen bütün ömrü bir bekleyişten ibaretmiş gibi geliyordu...

* "Suçun aslını esasını bilmiyorum" diye anlatmaya başladı. " Yalnız dediğim gibi, adına komünist diyorlar. Yeni çıkan bir laf bu. Hep duyarım da anlamı nedir diye sorarım. Anlayabildiğim kadar, harami çetesi gibi bir şey galiba. Zindan kapısındaki o tüfekli nöbetçiye sordum. O da dedi ki : 'Komünist nedir diye mi sordun? Senin tarlanı senden çalıp üstüne oturmak isteyen biridir. Devlete, hükümete karşı fesat kuran kimselerdir bunlar. Topunu birden öldürmek gerek' dedi. İşte buymuş suçu."

* 'Sizin oğlan ölümden korkuyor' dedi zindancı. 'İşlediği suçun ne olduğunu, niçin öleceğini bile sanmam ki anlamış olsun. Basit bir köylü gence benziyor' dedi. 'Besbelli öbürleri onu kendi işlerine alet etmiş, büyük büyük sözler vermişler.' Zindancının dediğine göre bizim çocuk üzerinde birtakım kitaplarla bulunmuş. Elaleme dağıtıyormuş bu kitapları. İçlerinde de hükümeti devirip herkesin parasını, malını paylaşmak gibi kötü kötü şeyler yazılıymış.

* Oturduğu yerden göklerin gitgide aydınlanışını seyretti. Gün ışığının, o sabah hiç ölen olmamışçasına taptaze, altın rengiyle yeryüzüne serpilişini seyretti.

* Önünde sonunda bu ufacık eve, durmadan çocuk doğuran bu kadına döndüğü zaman erkek dehşet içinde kalarak düşünürdü ki, yeryüzünde onun görüp göreceği budur: Sabah kalkıp tarlaya gitmek...her Tanrı'nın günü bu kendinin olmayan toprak üzerinde çabalayıp didinmek, kendi babasının da bir zamanlar yapmış olduğu gibi... Eve gelip hep bu yavan yemekleri yemek, topraktan aldığı ürünün hiçbir zaman en iyisini tadamamak, çünkü ürünün en iyisini başkaları yesin diye satmak zorundaydılar... Uyumak ve ertesi sabah yine aynı hayata gözlerini açmak...

* Hiçbir zaman gereğinden fazla çalışıp kendini çökertmemişti.

* Hayatından hoşnut değildi. Ömrünce yeni bir şey göremeyeceğini, günlerin bu değişmez çarkını yıllarca, sonunda ihtiyarlayıp ölünceye değin dönüp duracağını bilmek, dayanılmaz bir şey gibi geliyordu ona.

* Bütün neşesini, latifelerini, sevimli hallerini yabancılara ve kendi evinden olmayanlara saklıyor gibiydi.

* Evlendiği adamı hiçbir zaman yalnızca erkekliği için sevmedi. Kendini ana yaptığı, kendi analığının bir parçası olduğu için sevdi erkeğini.

* İkisine de acımamak elde değil: Oğlu, yaşına göre çok ağır olan hizmetin acı yüküyle ezilmiş, kızı ise ısdırabına sızlanmasız katlanmak zoruyla üzülmüş.

* Bir erkeğin asıl huyu, karısının nasıl olduğu bilinmedikçe meydana çıkmaz.

* Büyük oğlan analarının küçüğe karşı beslediği bu sıcacık sevgiyi seziyor, için için kudurdukça kuduruyordu. Küçüklüğünden beri yapmış olduğu her işi, anasının üzerinden kaldırmış olduğu her yükü şimdi bir bir hatırlıyordu. Ve hatırladıkça anasını dünyanın en zalim insanı olarak görüyor, çocukluğundan beri onun hatırı için çalışıp cabalamalarını boşa saydığını düşünüyordu. Böylece yüreğinde yavaş yavaş derin bir düşmanlık birikti ve delikanlı kardeşine kin bağladı.

* Halinde, tavrında bir terbiye, bir incelik göremedi. Oysa o kadarcık insaniyet, terbiye herkeste bulunur; insanın ille okumuş, kibar olması şart değil...

* Bazen yoksullukla kötülüğü ayırt etmek güçtür.




15 Ağustos 2022 Pazartesi

CHARLES DİCKENS "DAVİD COPPERFİELD"

 #CharlesDickens 📚 #DavidCopperfield



David Copperfield, İngiliz yazar Charles Dickens'ın ilk kez 1849 yılında yayımlanmış romanıdır. Viktorya Dönemi'ni, toplumsal sınıf ayrımını eleştirdiği eseri, yazarın kendi hayat hikâyesiyle benzerlikler göstermektedir. Dickens'ın en otobiyografik romanı olan David Copperfield’ın iniş çıkışlarla dolu yaşam öyküsünde, varlık ve yokluk arasındaki çizgiyi, karmaşık bir olay örgüsüyle birlikte kurgular. David Copperfield mutlu bir çocukluk sürecinden, zalim bir üvey babanın eziyetleriyle zorlu çalışma koşullarına ve yoksunluğa düşer. Ezici yaşamından mücadeleden yılmayarak kurtulmaya çalışır. Yetişkinlik dönemini yanlış tercihlerle zedelese de tecrübe kazandıkça daha tutarlı yol almayı başarır. Roman, ana karakterin bakış açıyla kaleme alınmıştır. 


#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Kendi hayatımın kahramanı mı olacağım yoksa bu görevi başka biri mi üstlenecek, bu sayfalar gösterecek.

* Güneş her gün batıyor ve her an biri ölüyor, herkesin başına gelen bir şeyden korkmamamız gerekiyor. Herkesin kapısını çalan ayak sesi bir yerlerde duyuldu diye kendimize hakim olamayacaksak eğer, şu dünyada sahip olduğumuz her şey elimizden kayıp gider. Hayır! Yola devam et! İster tahta ayakkabıyla, ister yumuşak ayakkabıyla, ama devam et! Tüm zorluklara rağmen yola devam et ve yarışı kazan!

* Belki garip gelecek size ama bence çoğumuzun hafıza­sı sandığımızdan çok daha eskilere gidebiliyor; dahası, kü­çük çocukların detaylar ve doğruluk bakımından çok güçlü gözlemlerde bulunduklarını düşünüyorum. Aslında hafızası kayda değer ölçüde güçlü olan pek çok yetişkinin, bu özel­liği sonradan edinmek yerine hiç kaybetmediğini söylemek yerinde olur; daha doğrusu, genelde içlerinde bir canlılık, nezaket ve mutlu olma potansiyeli barındıran kişilerin bunları da çocukluk dönemlerinden beri muhafaza ettiklerini söyleyebilirim.

* Hepimiz ara sıra, sanki söylediğimiz ve yaptığımız şeyi daha önce söylemiş ve yapmış gibi bir hisse kapılırız; çok eski zamanlarda – çağlar öncesinde, etrafımız aynı yüzler; nesneler ve olaylarla sarılmış gibi, az sonra söylenecek şeyi, sanki anımsamış gibi biliriz!

* Pek çoğumuz gibi ben de, içimde ne tür çelişkiler ve tutarsızlıklar olduğundan, her şeyin ne kadar farklı ve daha iyi olabileceğinden, beni kendi kalbimin sesinden ısrarla uzaklaştıran ne kadar çok şey yaptığımdan bihaberdim.

* Suistimal etmediğim tek bir doğal yeteneğim yok diyebilirim. Demek istediğim, şimdiye dek hayatta ne yapmaya çalıştıysam, canigonulden, iyi bir şekilde yapmaya çalıştım; kendimi neye Adıyaman tam adadım; büyük küçük tüm amaçlarımı layıkıyla ciddiye aldım.

* Doğal ya da sonradan gelişmiş her hangi bir yeteneğin, istikrarlı, gösterişsiz ve çalışkan özelliklerin yoldaşlığından muaf olup da amacına erişebileceğine asla inanmadım

* Bir mankafa tarafından yönetilsin ya da yönetilmesin, katışıksız bir zulmün hüküm sürdüğü bir okulda öğrenilecek fazla şey yoktu. Bizim okuldakilerde genelde en az diğer okullardaki çocuklar kadar cahildi; bir şey öğrenemeyecek kadar üzgün ve hırpalanmıştı hepsi; daimi bir bahtsızlık, eziyet ve kaygı içinde geçen hayatta hiçbir şeyin onlara hayrı olmadığı gibi okulunda bir yararını görmüyorlardı.

* Aslında orada hiç kimse beni sevmiyordu, ben bile kendimi sevmiyordum; çünkü beni sevenler bunu gösteremiyor, sevmeyenlerse bunu o kadar açık bir şekilde ortaya koyuyordu ki artık ben de sürekli sıkıntılı, hoyrat ve sıkıcı bir görünüme büründüğümü fark ediyordum.

* Sessizlik ve utanç içinde ne yemekler yedim, bir çift çatal bıçağın fazla olduğunu ve bunun benim çatalım ve bıçağım olduğunu; sofrada bir kursağın, benimkinin fazla olduğunu; bir tabak ve sandalyenin, benimkilerin fazla olduğunu; masada fazladan bir kişi oturduğunu, onun da ben olduğumu hissederek!

* Ne işe yaramaz biriydim, herkesin görmezden geldiği, yine de herkesin uğraştığı...

* "Sana tavsiyem, bugünün işini yarına bırakma. Ertelemek, zamandan çalmaktır. Yakala onu!"

* Onu kırmaya başladınız, kafesteki zavallı bir kuş gibi ve kendi nağmelerinizle ötmesini öğreteceğim diye hayatını elinden aldınız!

* Artık dünyayı o kadar iyi tanıyorum ki beni hiçbir şey şaşırtamaz.




11 Ağustos 2022 Perşembe

CHARLES DİCKENS "BÜYÜK UMUTLAR"

 Büyük Umutlar 📚 Charles Dickens 


Özgün adı "Great Expectations" olan "Büyük Umutlar'' Charles Dickens'ın 1861 yılında yazdığı 'bildungsroman'ıdır. Yazar, 19. yüzyılın acımasız toplum düzenini eleştirirken Sanayi Devrimi sırasında geniş kitlelerin çektiği acıları ve yoksulluğu gerçekçi bir bakış açısıyla anlatmıştır. Londra'daki yaşam üstüne ayrıntılı bilgiler veren yazar, taşradan şehre taşınan, sosyal merdiveni yavaş yavaş tırmanan ve değerlerini yitiren genç bir adamın acımasız gerçeklerle yüzleşmesini konu alır. Çocukluğundan yetişkinliğine kadar hayatına tanık olunan ana karakter Pip'in ahlâkî ve psikolojik gelişimi romanın odak noktasıdır. Yazar, paranın insanları nasıl değiştirebileceğini ve sınıf ayrımlarının sevgiye nasıl engel olabileceğini vurgulamaktadır.


#Altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Her kim tarafından yetiştirilmiş olurlarsa olsunlar, çocukların varlıklarını sürdürdükleri küçücük dünyalarında, haksızlık kadar derinden hissedilip derinden algılanan bir şey yoktur. Çocuğun maruz kaldığı haksızlık küçücük bile olsa, çocuk küçücüktür, dolayısıyla dünyası da küçücüktür ve onun ölçülerine göre, tahta bir at iri kemikli bir İrlanda atı gibi kocaman görünür.

* Yaşamınızdan belli bir günü sildiğinizi farz edin, yaşamınızın akışı kimbilir ne kadar farklı olacaktır. Ey bu satırları okuyan okur, bir an durup demirden ya da altından uzun zincirleri düşün; bu zincirler ister dikenlerle kaplı ister çiçeklerle bezeli olsun, şayet o unutulmaz günlerden birinde ilk halkası örülmemiş olsaydı, o zincir seni asla boyunduruk altına alamayacaktı.

* Son derece temiz bir ev hanımıydı fakat temizliği, kirden daha rahatsız edici ve kabul edilemez bı hale getirmek gibi üstün bir sanatı vardı.

* Yakalanma kabahatini işlediğim tüm hastalıkların, uyumamak suretiyle girdigim tüm günahların, düştüğüm tüm yüksek yerlerin, kendi kendimi tüm yaralayışlarımın, kaç defa mezara girmemi istediğinin, benimse asice buna karşı geldiğimin korkunç bir envanterini çıkarmaya koyuldu.

* Sözün özü, doğru olduğunu bildiğim şeyi yapmayacak kadar korkaktım; tıpkı daha önce yanlış olduğunu bildiğim şeyi yapmaktan kaçınmayacak kadar korkak olduğum gibi. O zamanlar dünyayla hiçbir münasebetim yoktu ve böyle davranırken, dünyanın çok sayıdaki sakininden birini örnek almamıştım. Kendi çapımda, eğitimsiz bir dâhi olarak, eylem tarzımı kendi kendime keşfetmiştim.

* Ve hükümranlık sahasında eğitimli insanların olmasını hoş karşılamayacaktır, özellikle de isyan ederim korkusuyla, benim eğitimli olmamı hoş karşılamayacaktır. Âdeta bir Asi gibi...

* Zavallı annem hayatı boyunca köle gibi çalışmış, çok ağır iş yapmış, dürüst ve güzel yüreği paramparça olmuş ve ömrü hayatında gün yüzü görmemiş bir kadındı; bu yüzden de bir kadına yanlış yapacağım diye aklım çıkar, hatta öyle ki iki taraftan birine yanlış yapacaksam, kendime yanlış yapıp azıcık müşkül duruma düşmeyi tercih ederim.

* Zıvanadan çıkmış bir haldeydim -tıpki işkence altında gözünü karartmış bir tanık gibi - onlara her türlü şeyi anlatabilirdim.

* Öylesine suratsız biriydi ki bir kitaba bile başlarken sanki yazarı kendisine karşı bir kusur işlemiş gibi tavır takınırdı...

* Yaşamımız boyunca en büyük zaaflarımız, en nefret ettiğimiz insanlar yüzünden açığa çıkar, keza yaptığımız en büyük kötülüklere onlar vesile olur.

* Yaşam dediğin şey pek çok vedanın birbirine lehimlenmesinden oluşur. İnsanlar da türlü türlüdür; kimisi demircidir, kimisi kalaycı, kimisi kuyumcu, kimisi de bakırcı. Bu insanların arasında bir ayrımın olması kaçınılmazdır...

* Sanki bir tür ataletle, sonu gelmeyen bir huzursuzlukla ve arafta kalma haliyle lanetlenmiş gibiydim ve elimden başka bir şey gelmediğinden kayığımın küreğini çekmeye devam ederek bekliyor, bekliyor, bekliyordum.





6 Ağustos 2022 Cumartesi

CHARLES DİCKENS "MİSTER PICKWICK'İN SERÜVENLERİ"

 Mister Pıckwıck'in Serüvenleri 📚 #CharlesDickens

İlk olarak tefrika halinde yayımlanan Mister Pickwick’in Serüvenleri, Charles Dickens'ın 1836 yılında henüz 24 yaşındayken yazmaya başladığı ilk romanıdır. 

Pikareks olarak nitelendirilen romanda toplumdan kopuk ve standeter yaşam tarzına sahip Mr. Samuel Pickwick, kurucusu olduğu ve başkanlığını yaptığı kulüpteki arkadaşı olan birkaç üyeyi ve uşağı Sam'i de alarak, insanın doğasını anlamak maksadıyla çeşitli gezilere çıkarlar. Pıckwıck kulübü o dönemin İngiltere’sinde yaşamakta olan muhtelif insan manzaralarıyla okuyucuyu tanıştırır. Pickwick Kulübü üyeleri gözlem yapmak amacıyla Londra’dan yola çıkarak İngiltere’nin pek çok yerini dolaşmaları esnasında tanıştıkları kişilerle yaşadıkları maceraları, başlarından geçen olayları ve dinledikleri hikayeleri not ederler. Mister Pıckwıck yaşadığı serüvenlerde kazandığı tecrübeyle bu süreç nihayetinde düzenli aklı başında bir kişiye dönüşmeye başlar. Kimi zaman mizah duygusuyla, hicivlerle, alegorilerle aktarılan romanda trajedileri de yansıtılarak 19. yüzyıl başındaki İngiltere’nin toplumsal bir tablosu çizilmiştir. Don Kişot'tan esinlenerek kaleme alınan eser daha gerçekçi olayların farkındalığı ile ondan ayrılır. 

#altınıçizdiğimsatırlar 📚

* İnsan zihninin, geçmiş olayların yarım yamalak anıları arasında aklın denetimi olmaksızın oradan oraya huzursuzca koşturduğu ama aynı zamanda dile gelmez bir eza duygusu ile bir türlü sıyrılamayacağı o yeri bilinçsizlik haline düştü.

* Beden gözünüzün önünde güçsüz ve çaresiz, öyle serilmiş yatarken, zihnin her zamanki sağlıklı uğraşlar ve amaçlara geri dönüşüne tanık olmak insana çok dokunuyor. Ama bu uğraşlar ciddiyet ve vakarla bağdaşır olmaktan uzak bir karakter sergilediği zaman üzerimizdeki etkileri son derece daha feci oluyor.

* İnsanlar güneşi bütün ihtişamıyla görebilmek için erken kalkmalılar, zira parlaklığının bütün gün sürdüğü çok enderdir. Bir günün sabahı ile hayatın sabahı birbirinin o kadar aynısıdır ki!

* Bana hatırlattıklarından ayrı düşünemediğim için Londra'nın bu semtinden nefret ederim. Cadde geniş dükkânlar ferahtır; gelip geçen araçların gürültüsü, insan kalabalığının ardı arkası kesilmeyen ayak sesleri... Bütün o telaşlı trafik patırtısı sabahtan akşama kadar yankılanır durur orada ama yan sokaklar suratsız ve karanlıktır; tıkış tıkış ara yıllarda yoksulluk ve sefahat cıvışır; mahrumiyet, kademesizlik tıkılmıştır daracık hapishanenin içine. Zulmet ve kasvet -benim gözümde hiç değilse - o havâlinin üzerine çökmüş, havasını murdar ve hastalıklı bir renge büründürmüştür.

* Zira umutsuzluk, felaketin ilk zalim saldırısına nadiren eşlik eder. Sınanmamış arkadaşlıklara hala güvenir insan; mutlu günlerinde dostların ihtiyaç duyulmazken bol keseden sundukları hizmetleri hatırlar; mutlu tecrübesizliğinden ötürü henüz umudunu yitirmemiştir ve ilk şokun altında ne kadar eğilse de hayal kırıklığı ve ihmallerin samyeli altında boynu bükülene kadar o umut, yüreğinde kısa bir süre yeniden canlanır.

* Dıştan bakınca çocuktu ama onda çocukluğun sevinç yüklü yüreğinden, şen gülüşünden, pırıltılar saçan gözlerinden eser yoktu.

* Noel, olanca keyifli evecenliğiyle yaklaşıyordu. Konukseverlik, neşe ve içtenlik mevsimiydi; yaşlanan yıl, bir geçmiş zaman feylesofu gibi, dostlarına davet çıkarıp, ziyafetler, şenlikler ortasında sükûnetle, huzur içinde geçip gitmeye hazırlanıyordu. Sevincin kabına sığamadığı günlerdi

* Yeryüzünde bütün saray adamlarının âdetidir: Kralın tekmelediğini sen de tekmeleyeceksin, kucakladığını kucaklayacaksın!

* Çok çalışıp bir dilim ekmeğini emeğiyle kazanan insanların her zaman neşeli ve mutlu olduklarını gördü; tabiatın sevimli çehresinin en cahil kimse için bile bitmez tükenmez neşe ve sevinç kaynağı olduğunu gördü; özene bedene bakılıp sevgiyle yetiştirilmiş insanların mahrumiyetler ortasında mutlu olduklarını, onlardan daha kavi yetişmiş nicelerini mahvedecek acılara katlandıklarını, çünkü gönüllerinin mutlulukla, hoşnutluk ve huzurla donanmış olduğunu gördü. Tanrı'nın en nazik, en kırılgan yaratıkları olan kadınların; kederi, zoru ve sıkıntıyı yenmekte çoğu zaman herkesten üstün olduklarını ve bunun yüreklerindeki bitmez tükenmez şefkat ve vefadan kaynaklandığını gördü. Ve hepsinin üstünde, başkalarının sevincine, nesnesine kendisi gibi yan bakıp laf atanların bu yüzden yeryüzünün en çürümüş ayrık otları olduklarını gördü ve dünyanın her iyiliği, her bir kötülüğü ile yan yana konulup tartıldığında, her şeye rağmen fevkalade dürüst ve makul bir dünya olduğu sonucuna vardı.

* Ama o artık aynı insan değildi. Eski hallerinden duyduğu pişmanlığın alay konusu olacağı ve artık değiştiğine kimsenin inanmayacağı bir yere dönmeye nasıl katlanabilecekti? Birkaç saniye tereddüt ettikten sonra döndü, nerede olursa olsun ekmeğini kazanacağı rastgele bir yere doğru yürüdü.




13 Temmuz 2022 Çarşamba

CHARLES DİCKENS "KASVETLİ EV"

 

Kasvetli Ev (Bleak House)
Charles Dickens 📚


Özgün adı Bleak House olan Kasvetli Ev Charles Dickens'ın olgunluk çağı romanlarından biridir. Yazar Kasvetli Ev'de, Victoria çağının katı ahlakçılığı, toplumsal sınıf arasındaki uçurum, zengin ve yolsulların yaşayışları, ataerkil bir toplumda kadının yeri gibi pek çok konuyu irdelemiştir.

İngiltere, Sanayi Devrimi'nin getirdiği değişikliklerin sancıları ile boğuşurken, Londra'nın bunaltıcı sisi gölgesinde aristokrasiden, işçi sınıfına toplumun her tabakasına uzanan karakterler betimlenerek polisiye kurgusu ve çok katmanlı anlatımla kaleme alınan roman, ilk olarak Mart 1852 ile Eylül 1853 arasında tefrika edilmiştir. Roman kısmen baş kahraman Esther Summerson, kısmen de dıştan bir anlatıcı tarafından aktarılır. Kasvetli Ev'de Chancery Mahkemesi'nde uzun süredir devam eden Jarndyce Jarndyce karşı davası ve bunun gibi sonuçları belirlenemeyerek sürüp giden pek çok davanın trajedisi anlatılmaktadır. Yazar, uzun yıllar devam eden bir miras davasının merkezinde gelişen olaylar zincirini ele alırken, yasal ortamdaki çarpıklıkları, hukuk sistemini eleştirir ve birçok karakteri ortak yazgısıyla birbirine bağlar.



#Altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Genel bir lanetlik illetine tutulmuş vaziyette birbirlerinin şemsiyelerini iteleyen ve sokak köşelerinde, gün doğduğundan beri ( tabii gün gerçekten doğmuşsa) on binlerce başka yayanın kayıp ezdiği yerlerde ayakları kayan yayalar, o noktalarda kaldırılma sımsıkı yapışan ve bileşik faiz usulü yığıldıkça yığılan çamur katmanlarının üzerine yenilerini ekliyor.

* Hile, savuşturma, sürüncemede bırakma, tahrifat, taciz, her türlü sahtekârlık dönüşü olmayan kötü izler bırakır.

* Herkes ona bakıyor, kimse göremiyor.

* Etrafında dönüp duran bütün küçük solgun yıldızlar, onun zaaflarını, önyargılarını, çılgınlıklarını, huysuzluğunu ve kaprislerini biliyorlar ve terzi nasıl fiziksel ölçülerini alıyorsa onlar da aynı şaşmazlıkla ölçüsünü aldıkları ahlâkî mizacına göre davranıyorlar.

* Eski püskü giysiler içindeki, bu sert ve dayak mağduru kadınların böyle tek vücut olmalarını; birbirleri için ne kadar anlam ifade ettiklerini; birbirleriyle olan yakınlıklarını; hayatlarının zorlu tecrübeleri sonucu kalplerini birbirlerine nasıl açtıklarını görmek bana çok dokunaklı geldi. Böyle insanların en iyi yönlerinin bizden adeta saklandığını düşündüm. Fakirlerin fakirler için ne demek olduğunu kendileri ve TANRI haricinde pek bilen yok.

* O hayâsız yaratık ölmüş olan adamın ( onu sarı suratı ve siyah saçlarından tanımıştı) arada bir sokaklarda alaya alınıp takip edildiğini biliyordu sadece. Soğuk bir kış gecesi, çocuk kavşağın yakınlarında bir kapı eşiğinde titrerken adam dönüp ona bakmış, yanına gelmiş, ona birkaç soru sorup dünyada hiç dostu olmadığını öğrenince " Benim de yok. Bir tane bile!" demiş ve ona bir gecelik yemeğe ve yatağa yetecek kadar para vermiş. Ondan sonra adam onunla sık sık konuşmuş; ona geceleyin iyi uyuyup uyulmadığını, soğuğa ve açlığa nasıl dayandığını, ölmeyi isteyip istemediğini ve buna benzer başka tuhaf sorular sorarmış. Adamın parası olmadığında, geçerken " Bugün ben de senin gibi fakirim, Jo" dermiş; ama parası oldu mu Jo'ya birazını vermekten hoşlanırmış ( çocuk buna yürekten inanıyordu).

* Birazcık doğallık hariç her şeyi vardı.

* Adı Jo. Başka bir şey bilmiyor. Herkesin bir de soyadı olduğunu bilmiyor. Hiç bööle şey duymamış. Jo'nun uzun bir ismin kısaltması olduğunu bilmiyor. Ona göre kendisine yetecek kadar uzun. Ona göre bir mahzuru yok. İsminin harflerini söyleyebilir mi? Hayır. Söyleyemez. Baba yok, anne yok, arkadaş yok. Okula gitmemiş. Ev de ne demek? Süpürgenin süpürge olduğunu, yalan söylemenin kötü olduğunu biliyor. Ona süpürge ve yalan mevzularını kimin anlattığını hatırlamıyor ama ikisini de biliyor. Buradaki beyefendiye yalan söylerse öldükten sonra ona neler yapılır bilmiyor ama çok kötü bir ceza vereceklerine ve bunu da hak edeceğine inanıyor - bu yüzden de doğruyu söyleyecek.

* O çok yaygın, her şeyin düzeleceği inancı! Bir çaba harcayıp düzelteceği değil de kendiliklerinden "düzeleceği" inancı! Bir delinin dünyanın "üçgen" olacağına inanması gibi!.

* Zihnine yerleştirdiği her şey başlangıçta nasıl tırtılsa sonuçta öyledir. Hayatı boyunca tek bir kelebek bile üretmemişti.

* Samilerle Hititler gibi eski halklar hakkındaki bilgileri ezberleyerek yetiştirilmiş olduğundan sık sık eğitimdeki başarısızlığın bir numunesi olarak gösterilirdi.

* Bu haneden hep hayata erken atılıp geç evlenerek, iş bilir karakterini pekiştirmiş, bütün keyiflerden uzak durmuş, hikaye kitaplarına, masallara, romanlara ve fabllara yüz vermemiş, her türlü hoppalığı yasaklamıştı. Bunun da faydasını görmüş, asla gerçek bir çocuğa sahip olmamıştı; ürettiği bütün o küçük adamlar ve kadınların, zihinlerinden iç sıkıcı bir şeyler geçiren yaşlı maymunlara benzediği gözlemlenmişti.

* Şeytan fistan da giyse lata da giyse kötüdür (ikisiyle de çok kötü olabilir) ama gömleğinin önüne bir iğne takıp, kendine beyefendi dediğinde, bir kartı ya da rengi tuttuğunda, az buçuk bilardo oynadığında, tahvillerle bonolardan biraz anladığında, diğer giysileri giyen şeytanlardan çok daha kumpasçı, katı ve katlanılmaz bir şeytan olur.

* Düşüncesi şu; kendisine fazla derin gelen insanlardan ne kadar uzak dursa az, bilmediği konulara da ne kadar az bulaşırsa o kadar iyi olur; ana kural, ne olduğunu bilmediğin hiçbir işi yapma, üstü kapalı da gizemli hiçbir işe karışma, basacağın yeri görmeden ya adımını atma.

* Her gün hayatta hiçbir meşalesi olmayan huzursuz adamlar çok meşgullermiş gibi bir görüntü sergiliyorlar.

* Avare avare evine dönüyor; füme olmuş, rengi solmuş, âdem arasında ikâmet ediyor ama onlara karışmıyor, gençlik nedir bilmeden yaşlanmış, o daracık yuvasını insan tabiatının kıyılarıyla oyunlarında yapmaya öyle alışmış ki daha geniş, daha güzel yerleri olduğunu unutmuş.




20 Haziran 2022 Pazartesi

CHARLES DİCKENS "MÜŞTEREK DOSTUMUZ"

 #CharlesDickens 📚 #MüşterekDostumuz


Charles Dickens’ın 1864 ile 1865 yılları arasında tefrika edilen eseri Müşterek Dostumuz (Our Mutual Friend), yazarın tamamlayabildiği son romanıdır. Çok katmanlı, karışık bir kurguya sahip olan roman, paranın ve toplumsal sınıflaşmanın ortaya çıkardığı kargaşayı ele alır. Dönemin sorunlarını sert bir sekilde eleştiren yazar aynı zamanda mizahi bir uslup kullanarak yaptığı ironilerle okura düşünme payı da bırakır.

19. yüzyıl ortalarında emperyalist İngiliz toplumunun farklı kademelerini kapsayan bir vasiyetin çeşitli karakterlere sirayet eden etkilerinin aktarıldığı roman; Thames Nehri'nde düşen cesetleri toplama işi yapan bir ailenin sıradan bir günüyle başlarken, buradan zengin bir ailenin evinde gösterişli bir yemekte yaşananlara doğru uzanır. Dickens, romanı boyunca toplumsal katmanlarda gezinirken, birbirinden oldukça farklı dünyaları, karakterleri, dönemin kapitalizm başkenti Londra'da sınıflar arasındaki büyük uçurumu tasvir eder ve olaylar zincirinin bu farklı sınıflardaki insanların yollarının kesişmesine etki eden paranın gücünü vurgular.

Dickens romanlarında kötülerin eninde sonunda cezasını çektiği, iyilerinse yaşadığı tüm zorluklara rağmen nihayetinde kazandığı bir dünyayı romanlarına aksettirir ve trajik olaylar örgüsünü mutlu sonlarla noktalamıyı tercih eder. Yaşanan olaylardan çıkarılacak dersler okura birçok bakış açısı kazandır ve mutlu sonlar bile toplumsal sorunları, adaletsizlikleri eleştirmemize, sefahat ve sefalet ortamlarına bulunamayan çareleri göz ardı etmememiz gerekliliğine engel olmaz.








#altınıçizdiğimsatırlar 📚

* Kendi neslinin akil adamlarının pek iyi bildiği gibi, bu dünyada yapılacak tek şey varsa o da Hisse trafiği. Soyun sopun olmasın, yerleşik bir karakterin olmasın, kültürün olmasın, fikrin olmasın, görgün olmasın; Hissen olsun. Yönetim Kuruluna büyük harflerle adın yazılacak kadar Hissen olsun, gizemli işler için Londra'yla Paris arasında mekik doku, büyük adam ol. Nereden geliyor? Hisselerden. Nereye gidiyor? Hisselere. Zevkleri neler? Hisseler. İlkeleri neler? Hisseler. Onu Parlamentoya ne soktu? Hisseler. Hiçbir konuda başarı sağlayamamış, hiçbir şey bulmamış, hiçbir şey üretmemiş olabilir mi? Olsun, her şeyin cevabı belli: Hisseler. Ey, yüce Hisseler! O göz kamaştırıcı imgeleri yukarılara yerleştiren, biz küçük kemirgenleri, ban otu ya da esrarın etkisi altındaymışız gibi gece gündüz şöyle bağırtan: "Bizi kurtarın paramızdan, bizim yerimize saçın onu, alın bizi satın bizi, iflas ettirin bizi, sizden tek ricamız var, bu dünyanın güçleri arasında yerinizi alın ve kanımızı emin!

* Koca şehir, tekerleklerin boğuk sesiyle dolu, devasa bir hastayı sarmalayan bir buğu bulutundan ibaretti.

* Bayağı insanlar için gücün ( zeka ya da fazilet gücü olmadıkça) büyük cazibesi vardır.

* Hamlet kendi nabzının sağlıklı sesi için ne demişse ben de aynısını söyleyebilirim.

* Daima Britanya konuşuyor, bu iş için tutulmuş, Britanya çıkarlarını bütün dünyaya karşı koruyan Özel Bekçi gibi konuşuyor." Rusya'nın meramını anlıyoruz beyefendi, Fransa'nın ne istediğini biliyoruz, Amerika'nın ne işler karıştırdığını görüyoruz, ama İngiltere'nin ne olduğunu da biliyoruz. Bu bize yeter."




8 Mayıs 2022 Pazar

ROBERT LOUİS STEVENSON " DR. JEKYLL VE BAY HAYDE"

 

Dr. Jekyll ve Bay Hyde (Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde) 



#RobertLouisStevenson 📕 #DrJekyllveBayHyde #StrangeCaseofDrJekyllandMrHyde

İskoç yazar Robert Louis Stevenson‘ın 1886 yılında yayımlanan romanı iyilik ve kötülük arasında gidip gelen bir insanın hikayesidir. 

Romanda her insanın iyi ve kötü iki tarafının bulunduğunu, her insanın aslında çift kişiliği aynı ayda kendi bünyesinde barındırdığını düşünen Dr. Jekyll'ın bu duruma bir çözüm bulmak amacıyla hayatını riske atarak yaptığı deneyler sonucunda yaşadıkları anlatılmaktadır.

Dr. Jekyll iki zıt karakterin bir hayat boyu tek bedende çekişip durmasına son verip farklı suretlere bölündüğünde; kötü olan taraf her türlü bayağılığı rahatça yaşarken, diğer taraf kendisine yakışan iyi, namuslu ve başarılı bir hayat sürüp, kötü tarafın yaptıklarının sorumluluğunu, pişmanlığını ve utancını duymak zorunda kalmadan saygınlığını riske atmadan yaşayabileceğini düşünür.

İnsanın, üzerine geçirdiği etten kumaşın ardındaki iki zıt karakteri ayırmayı başaran Dr. Jekyll'in saf kötülükten oluşan genç, enerjik, pervasız ve zalim biri olan yeni sureti Edward Hyde ortaya çıkar. Doktor, zihninin karanlık dehlizlerine ittiği tüm rezillikleri hazla hayata geçiren diğer benliği Hyde’a dönüşmesiyle önce rahatlar ama sırf kötülükten oluşan bu adamın sınırsızlığı ile baş edemez. Kötücül tarafı engellemeye çalışsa da iyilikle olan savaşta galip gelen olmaz ve benliğinin yok olmasından kurtulamaz.

Roman, ilk kez 1912'de Lucius Henderson’ın yönetmenliğinde 12 dakikalık sessiz film olarak sinemaya uyarlandı.

#altınıçizdiğimsatırlar 📝

* Bazen, insanların yaptıkları kötülüklerin ardında yatan güçlü dürtüleri neredeyse imrenerek merak eder ve en nihayetinde onları kınamaktansa onlara el uzatmayı yeğlerdi.

* Soru sormakla kıyamet günü arasında pek çok benzerlik vardır. Soru sormak bir taşı harekete geçirmek gibidir. Bir dağın tepesinde öylece oturduğunu düşün; taş başlar yuvarlanmaya ve öteki taşları da harekete geçirir, çok geçmeden taşlardan biri evinin arka bahçesinde oturan kendi halinde ( hem de en son akla gelebilecek) bir adamcağızın tepesine iniverir, ailesi de dımdızlak ortada kalır.

* İnsanın merakını bastırması ile merakını yenmesi aynı şey değildir.

* Bu dünyada bu kadar insanlık dışı acı ve dehşetin bulunduğu bir yer olduğu aklımın ucundan bile geçmezdi.

* Halkın gözünde saygınlığının yüküyle gönülsüzce yaşayıp giderken, bir anda toy bir delikanlı gibi üstündekileri çıkarıp atarak özgürlük denizine balıklama dalan ilk kişiydim.

* Ah, vicdan, insanı hiç rahat bırakmayan bir düşmandır.

* Bilinmeyen ama masum da olmayan bir ruhun özgürlüğündeyim.