23 Aralık 2019 Pazartesi

MACBET '' WİLLİAM SHAKESPEARE''


KAYNA KAZANIM KAYNA! YAN ATEŞİM YAN!

 


William Shakespeare tragedyası  Macbeth’de “hırs ve yükselme arzusunun her şeyi mübah saymasının nelere mal olacağını anlatır. Bu oyun Raphael Holinshed’in ve İskoç filozof Hector Boece’nin İskoç Kralı Mac Bethad (Macbeth) hakkında yazdığı yazılara dayanmaktadır. William Shakespeare, eserlerinin dili, düşünüş biçimi, yorumu tamamen kendine has oyunlar yazmış esinlendiği veya örnek aldığı oyunların kurgularını da kendine göre yeniden şekillendirip, değiştirmiş bir yazardır. Macbet; hırs, güç, iktidara düşkünlük  ve ihanet konusunu işler  ve fütursuz  emellerin dizginlenmeyen  arzulara ulaşma hevesiyle işlenen suçların doğurduğu vicdan azabını dile getirmektedir.




 
Oyun, yağmur,şimşek ve gökgürültüleri  arasında, üç Cadı’nın konuşmasıyla başlar. Cadılar,  Macbet’in yanına gitmeye karar verir.
Yanında Banquo olan Macbet’in  yanına gelen cadıların  üçü de ayrı bir ünvanla Macbeth’i selâmlar.
İlk Cadı Glamis Baronu Macbet; ikincisi, Cawdor Baronu Macbet; üçüncüsü ise Kral Macbet diye selamlamıştır,Banquo’ya  ise bir kraliyet  ailesi kuracağını müjdelerler.
 O sırada Baron Ross, yanlarına gelmiş ve Kral tarafından gönderildiğini ve Macbeth’in Kral tarafından Cawdor Baronluğu rütbesine yükseltildiğini müjdeler. İlk Cadı’nın yaptığı kehanet çok geçmeden yerine gelmiştir. Diğer kehanetlerin de yerine geleceğine inanan Macbeth’te, kral olma hırsı oluşmaya başlar.
Macbeth, karısına yolladığı bir mektupta, Cadıların kehanetlerinden bahseder. Kral Duncan, Macbeth’in Inverness’deki şatosunda kalmak isteyince, Macbeth’in karısı Lady Macbeth, Duncan’ı öldürüp kocası için tahtı sağlamlaştırmak adına planlar yapar. Macbeth, kralı öldürmek konusundaki endişelerini dile getirse bile, Lady Macbeth onu ikna eder.
O gece, Macbeth Duncan‘ı öldürür ve Lady Macbeth, Duncan’ın öldürüldüğü kanlı bıçağı, kralın uyuyan uşaklarının üzerine koyarak, onları katil gibi göstermeye çalışır. Şüphe uyandırıcı olaydan kendi canlarının da yanabileceğini sezen Duncan’ın çocuklarından Malcolm, İngiltere’ye; kardeşi Donalbain İrlanda’ya kaçar. Tahtın gerçek velihatlarının ani kaçışı, babalarının katilleri onlarmış gibi gösterir ve bundan yararlanan Macbeth, kendini yeni İskoç Kralı olarak ilan eder. İsteğine kavuşmasına rağmen krallığın Banquo’nun soyuyla devam edeceği  fikrinden tedirgin olan Macbeth, onu kraliyet yemeğine çağırır ve kendi elini kana bulamak istemediği için Banquo ile oğlu Fleance’ı öldürmek için adamlar tutar, adamları Banquo’yu öldürmekte başarılı olular fakat  Fleance’ı ellerinden kaçırırlar. Yemekte, Banquo’nun hayaleti ortaya çıkar ve Macbeth’in yerine oturur bu ürkütücü hayalle başa çıkamayan Macbeth korkularına yenik düşer ve  cadılara tekrar gider. Cadılar, üç ruh çağırırlar ve bu ruhlar Macbeth’e Macduff’a dikkat etmesini, Macbeth’e kadın tarafından doğurulan hiç kimsenin zarar veremeyeceğini ve Büyük Birnam Ormanı’nın Dunsinane Tepesi’ne gelmediği sürece Macbeth’in ölmeyeceğini bildirirler. Macbeth, Macduff’ın şatosundaki herkesi katleder. Lady Macbeth, kocasıyla birlikte işlediği suçların tesirinden kurtulamaz ve aklını kaçırır, uyurgezer haldeyken, ellerinden hayali kan izlerini çıkarmaya çalışması azabını gözler önüne serer. Malcolm, Macduff ve İngiliz Siward ile birlikte Dunsinane Şatosu’na karşı bir saldırı başlatır. Birnam Ormanı’nda askerlere ağaçları kesip, onları kamuflaj olarak  kullanmalarını talimat verirler; askerler yürüdükçe orman şatoya yürüyor görüntüsü verir ve  cadıların diğer kehaneti de yerine gelmiş olur.
Karısının öldüğünü öğrenen Macbeth ,Malcom‘ın ordusu şatoya girdikten sonra, İngiliz Siward’ın oğlunu öldürülür. Macbeth, bir kadın tarafından doğurulmuş herhangi biri tarafından öldürülemeyeceğini bildiği için endişelenmez ve bunu Macbeth’in ağzından duyan Macduff, “annemin rahminden vakitsiz koparıldım” der, aslında doğurulmamış sezeryan olarak dünyaya glmiş olduğu anlaşılır. Cadılar tarafından yanlış yönlendirildiğinin farkına varan Macbet dövüşmeye devam eder ama yenik düşer, kafası Macduff tarafından kesilir ve  cadıların son kehaneti de gerçekleşmiş olur. Malcolm, gerçek hak sahibi olarak İskoç Kralı olarak taçlandırılır ve  İskoçya tekrar huzura kavuşur.



12 Aralık 2019 Perşembe

OLMAK YA DA OLMAMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU! ( SHAKESPEARE - HAMLET)



Hamlet, William Shakespeare tarafından 1599 ile 1601 yılları arasında yazılan tragedyadır. Shakespeare, Hamlet’i çok eskiden yazılmış bir İskandinav piyesinden fikir alarak yazmıştır. Olayın zamanı 16 yy’ın ortalarıdır. Kederden hiddete yönelen duygunun ihanet ve intikamla kesişmesini konu eder. Eserde ana fikir öc almadır.  Oyunundaki  en belirgin  temalar intikam duygusudur. 




Danimarka kralının öldürülmesi üzerine yerine kendi katili olan kardeşi tahta geçmiştir. Danimarka Prensi Hamlet, babasının ölümünden sonra bunalıma girer, amcası Claudius annesiyle evlenmiş ve tahta geçmiş ülke yönetimini hakkıyla yerine getirememiş, halkın sıkıntılar yaşamasına neden olmuştur. Adil kralın yerine geçen yeni kral huzuru bozmuş ülkenin karışıklık yaşamasına neden olmuştıur. Babasının hayaleti ruhsal çöküntü içindeki Hamlet’e görünür ve kendisini öldürenin amcası olduğunu söyleyerek öcünü almasını ister.Hamlet, amacınıa ulaşmak için deli rolü yapmaya başlar. Kralın adamlarından Polonius, Hamlet’in, kendi kızı Ophelia’ya duyduğu karşılıksız aşk yüzünden çıldırdığına inanır. Hamlet, bir gezici tiyatro kumpanyası oyuncularından, Kral Claudius’un huzurunda, babasının ölümünü oynamalarını ister. Kralın oyun sırasında paniklemesi Hamlet’i onun suçlu olduğuna iyice inandırır. Hamlet, durumu annesine anlatırken odada gizlenmiş olan çıldırma nedenini araştırmak isteyen Polonius’u casus sanarak öldürür. Kral fırsatı değerlendirir ve bu cinayeti gerekçe göstererek Hamlet’i İngiltere’ye gönderir. İngiltere kralına yazdığı mektupta, Hamlet’in öldürmesini ister. Ancak, Hamlet tuzağı öğrenerek Danimarka’ya geri döner. Ophelia babasının ölümü ve aşkından çıldırmış ve bir nehirde boğularak ölmüştür. Ophelia’nın kardeşi Laertes, babasının cenazesi için gelir ve intikam almaya yemin eder. Kral fırsattan yararlanarak Laertes’i kışkırtır ve Hamlet’le Laertes arasında bir düello düzenler. Bu düelloda Laertes zehirli bir kılıç kullanacaktır. Kral, Hamlet’in ölümünü sağlama bağlamak için bir kupa zehirli içki hazırlar. Düello sırasında Laertes, Hamlet’i zehirli kılıçla yaralar. Kraliçe yanlışlıkla zehirli içkiyi içer ve ölür. Dövüş esnasında zehirli kılıcı eline geçiren Hamlet ölmeden önce hem Laertes’i hem de Kral Claudius’u öldürür. Sonuç olarak intikam gerçekleşmiş  herkes öcünü almıştır. Bu olaylardan sonra Norveç Prensi Danimarka’ya gelir ve tahta geçerek ülkeye yeniden düzen ve dirlik getirmeyi üstlenir.



2 Aralık 2019 Pazartesi

WİLLİAM SHAKESPEARE '' KRAL LEAR''






Kral Lear, Shakespeare’in dört büyük tragedyasından biridir. Shakespeare bu eserini Monmouth’lu Geoffrey’nin 12.yy’da yazdığı Historia Regum Britanniae adlı eserinde bulunan Kral Lear adlı halk masalından esinlenerek yazmıştır.


Kral Lear, yaşlandığı gerekçesiyle topraklarını üç kızı arasında paylaştırmaya karar verir  ve kendince bir imtihan tasarlar, bu imtihana göre payın ölçüsünü kendisine olan sevginin boyutuna göre yapılmasına karar verir. Ülkenin ve bir ailenin kaderi  retorik yarışın eline kalır. Büyük ve ortanca kızları belagatla sevgilerini ifade edip riyakarlıklarını gizlemeyi başarır  ve içinde bulunduğu aymazlık neticesinde baba hoşnut edilir, gerçek sevginin süslü laflarla anlatılamayacağına inanan küçük kız ise fesahatla kurduğu sevgi cümleleriyle babayı memnun edemez  ve evlatlıktan reddedilir. Kral Lear, topraklarını diğer kızları arasında paylaştırır ve hakimiyeti elde etmek isteyen büyük iki kızı için bu durum büyük bir fırsat olur. 
Shakespeare, insan ilişkilerini, değer yargılarını; İktidar ve güç hırsıyla şekillenmesini, ihanet ve entrikaların keskin bıçağının her an sırtında hissedilmesini grotesk anlatımla sunar.
Ülkenin idaresini ellerine alan iki kız kardeş, mutlak hakimiyete sahip  olabilmek için hem birbirleri arasında çekişmeye başlar hem de entrikalar hatta cinayetlerle diğer güç noktalarını  alaşağı etmek için ülkeyi sarsmaya başlarlar. Kızları, Lear’ın idari gücünü  yok edip, askeri birliğini dağıtırlar.  İktidarı ellerine alan kızları babalarından kurtulmak için her şeyi yapmaya başlamışlardır. Tacını, tahtını kaybettiği için gücünü de kaybeden Kral Lear,  yozlaşan ülkesinin çöküşüne şahit olur ama bunu engelleyemez. Karşısında eğilenlerin artık onunla alay eden kişiler olup çıkmasıyla yaptığı hataları, insanların iç yüzünü görmeye başlar. Yalan ile hakikati, riya ile samimiyetin ayrımını fark eder ama içinde bulunduğu çaresizlik bocalamasına neden olur. Yalanlar ortaya çıkmış, tüm maskeler düşmüştür. Babayı haksızlık ettiği kızı  ve sadık adamları kurtarmaya çalışsa da kazananın olmadığı ölümün soğukluğu  herkesi sarmaştır. Kral Lear üç kızının da ölümüne şahit olan talihsizliğe boyun eğmiştir.






STENDHAL ''KIZIL VE KARA''





#STENDHAL 📚 (1783 - 1842)

Asıl adı “Marie-Henri Beyle” olan Fransız yazar, Stendhal ismiyle tanınmaktadır, 1793 yılında Fransa’da doğdu, annesini çok küçük yaşta kaybetti, avukat olan disiplinli ve muhafazakar babasının yanında büyüdü. Orduya girerek  Fransa’nın İtalya ve Avusturya seferlerine katıldı. ilk yazılarını İtalya’da kaleme almaya başladı. Önceleri tiyatro ve felsefe ile ilgilenen yazar;  hikaye, seyahatname, deneme, roman, günlük türlerinde eserler verdi. İlk romanı “Armance” 1827’de yayınlandı, ardından  “Roma’da Gezintiler” basıldı. Stendhal’ın en çok bilinen kitaplarından biri olan psikoloji ile edebiyatın kesiştiği noktada yer alan Kırmızı ve Siyah 1830 yılında yayımlandı. Maddi sıkıntılar nedeniyle devletteki görevini sürdürken tamamladığı  başyapıtı “Parma Manastırı”  1839 yılında basıldı.

Paris sokaklarında ölü olarak bulunan yazar Montmarte Mezarlığı’ndadır  ve mezar taşına SCRISSE AMO VISSE, yani ‘’YAZDI SEVDİ YAŞADI’’ yazılmasını istemiştir.

STENDHAL (1783 - 1842) “Marie-Henri Beyle”
Eserleri 📚

*Roman
Armance (1827)
Kırmızı ve Siyah (1830)
Parma Manastırı (1839)
Lucien Leuwen (tamamlanmamış kitap, 1835'te yazıldı, 1894'te yayınlandı)
Lamiel (tamamlanamamış kitap, 1839-1842 yıllarında yazıldı, 1889'da yayınlandı)

*Deneme
Aşk Üzerine (1822)

*Biyografi
Haydn, Mozart ve Metastasio'nun Hayatları (1815)
Napolyon'un Hayatı (1817-1818)
Rossini'nin Hayatı (1823)

*Otobiyografi
Henri Brulard'ın Hayatı (1890'da yayınlandı)
Bir Bencilin Anıları (1892'de yayınlandı)

*Gezi
Roma, Napoli ve Floransa (1817)
Roma'da Gezintiler (1829)
Bir Turistin Anıları (1838)



KIRMIZI VE KARA 📕
#KızılveKara ❤️♠️ #KırmızıveSiyah 📖
Yaşadığı dönemde çok anlaşılamamış bir yazardır bunun en önemli nedenleri Romantizmin en güçlü döneminde eserlerinde psikolojik çözümlemelere  açık ve yalın bir üslupla yer vermesi, gözlem ve kişilik çözümlemeleriyle gerçekçi anlayışı benimseyip Realizm akımının öncülerinden biri olmasıdır.
Kırmızı ve Siyah’ta yazar ruhsal tasvirlerin yanı sıra olay örgüsüne önem vermiştir.
Napoleon’un sürgüne gönderilmesinden sonra başlayan Restorasyon Döneminin portresidir; çizdiği toplumsal tabloyla reallizmi, karakterle de romantizmi simgeler. İnsan davranışlarının arka planınındaki ruhsal sebepleri tahlil eder, kişilerin eylemlerinin ve duygularının oluşmasına neden olan iç dünyalarını inceleyerek, psikolojik çözümlemelerle kaleme alır.
Fransız devriminin ardından gelen çalkantılı günlere ait kadın ve erkek; soylu, işçi, köylü, rahip tüm kahramanlar erdemleri, tutkuları, hırsları, zaaflarıyla iç içe sergilenir. 19. yüzyılda sınıf çatışmaları, çıkar için her yolun mübah sayılması ama bunun gizli bir iki yüzlülükle sürdürülmesi, devlet yönetimindeki çatlakların eleştirimesi, karakterlerinin ruhsal yapılarına dair psikolojik analizlere yer verilmesinin yanı sıra sosyolojik olarak ta ele almasını sağlar. Kent-taşra ile soyluluk-burjuvazi çelişkileri ortasında bilgi ve yeteneğiyle yükselmek isteyen hırslı  bir gencin savaşın kızıl  üniforması ile ruhban sınıfının kara cübbesi arasında seçim yapması, içten pazarlıklı, hesaplı, temkinli, soğukkanlı halini, yükselme ihtirasını, aşağılık kompleksini, yaşadığı bunalımları, içsel mücadelelerini ortaya koyar. Hızlı yükselişi trajik sona engel olamaz. İhtirasları aşkın kırmızısı ile çalkantılı hale gelir, ölümün kara yası ile son bulur.


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝

* Hayattan zevk alma sanatını ancak sonumun iyice yaklaştığını gördüğüm anda öğrenmem epey garip.

* Yaşam tarzıma karışmayın. Sizin o küçük endişeleriniz, gerçek yaşamla ilgili ayrıntılarınız canımı sıkıyor, daldığım düşleri sekteye uğratıyor. Herkes ölümü kendince karşılar; ben de ölümü kendi tarzımla düşünmek istiyorum.

* Yaşam artık hiç sıkıcı değildi, hiç hırsı kalmamıştı, her şeye bambaşka bir açıdan bakıyordu.

* Akşam yemeği çok sıradan, konuşmalar bıktırıcıydı. " Kötü bir kitabın sayfaları gibi."

* Görülecek hizmetler mi dediniz! Yetenek mi! Hak etme mi! Of! Birbirini kollayanlar arasına katılın çok daha iyi!
Telemakhos

* Her canlı varlığın ilk yasası varlığını korumak, yani var olmaktır. Baldıran ekip buğday yetişsin istiyorsunuz.
Marchiavelli

* İnsan duygularına göre davranırsa her zaman bir saçmalık yapar.

* Gözü pek ve kibirli kişiliklerde kendine kızmakla başkalarına diş bilemek arasında yalnız bir adım uzaklık vardır

* Roman geniş bir yolda dolaşan aynadır. Kimi zaman gözlerinize göğün mavisini, kimi zaman da yoldaki balçık çukurlarını yansıtır. Ve sırtındaki küfede aynayı taşıyan adam ahlaksızlıkla suçlanır! Aynası çirkefi gösterir, siz aynayı suçlarsınız! Siz asıl aba yoldaki çirkefi, dahası suyun yolda birikip çirkef oluşturmasına göz yuman yol denetçisini suçlayın.

* Kişiliğinin temel niteliği yüreklilikti. Hiçbir şey onu yaşamıyla yazı tura oynadığı düşüncesinden daha çok heyecanlandıramaz ve can sıkıntısının geri gelmesi korkusundan kurtaramazdı.

* Ciddi olmak istiyorum şimdi; zamanı geldi,
Çünkü günümüzde gülmek bile ciddi bir iş sayılıyor.
Erdemin kusur konusunda şaka yapması bile suç sayılıyor.
Don Juan

* Bunca tehlikenin ortasında, bana kalan yalnız "BEN"

* Güzelliğine hayranım, ama zekâsından çekiniyorum.
Mérimée

* Kişiliğine çok yakışan acıklı bir olay beklentisi ve merakı gözlerine bir öykü anlatıcısının dinleyicisinin gözlerinde görmeye bayılacağı bir parlaklık veriyordu.

* Yeryüzünden cahilliği ve suçu kovmak isteyen kişi, kasırga gibi esmeli, önüne çıkanı devirmeli mi?

* İnsan suç işlerken hiç değilse haz duymalıdır. Tek şansları buysa, işlenen suçlar ancak bu akıl yürütmeye meşru gösterilebilir.

* En acımasız işler acımasızlık göstermeden yapılıyor.

*  Yüzyıl önce Altın Post önemli bir nişandı, ama o dönemde bu nişanın yanına yaklaşılamazdı. Bugünse soylu bir aileden gelenler için onunla bu kadar övünenebilmek için insanın Aracelili olması gerekir.

* Onu dinlenen bir aslana benzetiyordu; ama kısa sürede kafasının tek bir düşüncede yoğunlaştığını fark etti: Yararlılık, yararlılığa duyulan hayranlık.

* Senin suyun susuzluğumu gidermiyor, dedi susamış cin.
- Oysa bu Diyarbakır'ın en serin kuyusudur.
PELLİCO

* Sığ sözlere öyle alışılmış ki, zihinleri azıcık harekete geçiren bir düşünce kabalık gibi görünüyor. Konuşurken yeni fikirler üreten birinin vay haline!
Faublas

* Sürüngenleri derin bir çukurun dibine atmak ve orada ölüme terk etmek gerekir, yoksa zehirleri taşar, çok daha tehlikeli hale gelirler.

* Burası bir mağara galiba, diyordu Basile gibi , yalnız kokuşmuşların geldiğini görüyorum.

* Neden altı hafta önceki gibi aynı görüşte olmam isteniyor aceba? Öyle olursa düşüncem bana hükmeder.

* Anladığı ama konuşamadığı bir dil kullanılıyordu sanki.


* Zihinleri harekete geçiren en ufak bir düşünce bile kabalık sayılıyordu. Konuşulan tatlı dile, gösterilen kusursuz inceliğe, insanlara hoş görünme arzusuna karşın, herkesin yüzünde sıkıntı okunuyordu.

* Zayıf bir kamış ise varsın kırılsın, yürekli bir adamsa başının çaresine baksın.

* Belki de ömründe ilk kez işittiği, Southey, Lord Byron, IV. George gibi çağdaş şahsiyetleri hiç tanımıyordu. Ancak ufku Horatius, Martial'in Tacitius'un yapıtlarıyla sınırlı kalan Roma'da yaşanmış olaylara sıra gelince tartışmasız bir şekilde üstün olduğunu herkes kabul etti.

* Gözlerinde zaman zaman yanıp sönen ışığın zekâsından kaynaklandığını anlayacak kadar deneyimli değildi henüz

* İşini bitirdikten sonra kitaplara yaklaşmayı göze aldı; Voltaire'in bir yapıtını bulunca az kalsın sevinçten aklını kaçıracaktı.

* Ey güzel kır! Ne zaman oturup
Uzun uzun bakacağım sana!
Horatius

* Bir insanın gözünüzde değeri olup olmadığını anlamak için, arzuladığı, giriştiği her işin önüne engel çıkarın. Gerçekten değerli biriyse, bu engelleri aşmayı ya da çevresinden dolanmayı bilecektir.

* Kişiliğin sıradanlığı dışlıyor. Kıskançlıklar ve iftiralar hiç peşini bırakmayacak. Yaradan seni nereye yerleştirirse yerleştirsin, arkadaşların senden nefret edecek; seni seviyormuş gibi davranmalarının amacı senden daha fazla nefret etmek olacak. Buna karşı tek bir ilaç var: Sacece, sana bu nefret edilme cezasını kendini beğenmişliğinden dolayı veren Tanrı'ya sığın, davranışların arı olsun; tek çaren bu. Sarsılmaz bir inancın doğruluğuna bağlı kalırsan düşmanların er geç bozguna uğrayacaktır.

* Kenarlarındaki çitlerde diken var diye bir yolun güzelliği azalır mı? Yolcu kötü dikenleri kendi hallerine bırakıp yoluna devam eder.

* İmalar, laf taşıyanların tuttukları tutunaklarda laflar kadar ayrıntılı biçimde yer almazdı.

* Ona doğru düşünmeyi, boş laflara kanmamayı öğrettikten sonra, henüz saygın bir yere gelmemiş bir kişi için bu alışkanlığın büyük bir suç olduğunu söylemeyi unutmuştu; çünkü her doğru akıl yürütme insanlara hakaret gibi gelirdi.

* İnsan ne kadar değerliyse mevkisi de o kadar değerlidir

* Farklılığın ancak nefret doğurduğunu görecek kadar deneyimim oldu

* Mutluluk kendine iyi bir akşam yemeği ziyareti çekmektir

* Yaşadığımı sanıyordum; kendimi yaşama karşı tek başıma hazırlıyordum; ama işte insanlar arasına karıştım, rolümü bitirene kadar her yanım düşmanla çevrili olacak.

* Arkadaşlarının gözünde en büyük günahı işliyor, yetkeye körü körüne boyun eğecek, örneğe uyacak yerde, düşünüyor, kendi başına karar veriyordu.

* Hayatının önemli girişimlerini akıllıca yönlendiriyordu; ama ayrıntıları düşünmüyordu

* Her hizmette zeki insanlar gerek, çünkü yerine getirilecek bir iş var.

* Sevgi evlilikten önce yaşanmışsa, analık yaşamının doğurduğu sıkıntı aşkı öldürür.

* Ancak sarp bir dağa tırmanan yolcu gelip doruğa oturur, şöyle bir soluk almaktan derin bir haz alır. Ama sürekli oturup dinlemeye zorlansa mutlu olur muydu?

* Kendisine uşak ruhlu biri gerekirken, evine neden duygusal ve yürekli birini almıştı?

* Paraya karşı duyulan hırsın bir insanı düşürülebileceği en zor, en soysuz durumlarla kendini beğenmişliği arasındaki kavganın ortasındaydı.

*;Enayilik dalkavuk tilkinin kaptığı peyniri düşüren karganın salaklığıdır.

* Zavallı insanların acısını yavaş yavaş artırarak servet sahibi olmak hiç de adil değil!

* Söz insana düşüncesini gizlemek için verildi.
R. P. MALAGRIDA

*  Yüreğe kırmadan dokunmayı bilmezler.

* İnancı onu öylesine mutlu etmişti ki yanılmaktan ölesiye korkuyordu

* Bilmiyorum kimim ve ne yapıyorum.
Mozart (Figaro)

* Kederli kederli kitabının düştüğü dereye baktı; bu, en sevdiği kitaptı: Sainte-Héléne Güncesi.

* Duyduğu bedensel acıdan çok, sevdiği kitabı yitirdiği için gözleri yaşarmıştı.

* Kol gücüne dayanan işlere hiç uygun olmayan, ağabeylerininkine benzemeyen incecik bedenini de hoş görebilirdi, ama şu okuma merakına hiç dayanamıyordu, çünkü kendisi okuma bilmezdi.

* Ağaçların faydasını halen anlayamıyoruz ki
Gölgeyi severim, dolayısıyla ağaçlarımı iyi gölge verecek biçimde budatırım; ayrıca bir ağacın, hani şu yararlı ceviz ağacı gibi gelir getirmiyorsa, gölge vermekten başka bir işe yaramayacağına inanırım.

* Ahmakların saygısı, çocukların şaşkınlıktan ağızlarının açık kalması, zenginlerin kıskançlığı, bilgenin küçümsemesi boşuna mı sanırsınız?
Barnave

* Aslında bu adamın bütün yeteneğinin alacağına şahin, vereceğine karga olmaktan ibaret olduğu sezilir.




 

YUSUF ATILGAN ''AYLAK ADAM''

Yusuf Atılgan (d. 27 Haziran 1921, Manisa - ö. 9 Ekim 1989, İstanbul)







Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Yusuf  Ziya Atılgan 27 Haziran 1921 yılında Manisa’da doğmuştur. 


Modernizm  akımının etkisinde olan Yusuf Atılgan,  Aylak Adam romanında iç gözlem tekniğini, bilinçaltı  ve psikanalitik  yöntemleri kullanır, bireyin davranışlarının kökenine inerken psikanalitik yöntemlerle kendine özgün kurmaca karakterlerin cinsel hayatlarına, ruh hallerine, psikolojilerine yer verir, rüyalar, mektuplar, günlüklerle terkip eder. Aylak Adam bireysellik olgusunu, yalnızlık ve psikolojik yabancılaşma gibi ruh hallerini, muasırları arasında ötekileşmiş, uyumsuzlaşmış, hayata yenilen bireyi tüm trajedisiyle sentezleyip yansıtabilen ilk romandır.

Modern dünyanın aydın bireyi Aylak Adam; kim olduğu, adının dahi önemsiz olduğu sadece var olan, herhangi bir kişidir. Hayatı çocukluk döneminde en çok sevdiği ve en fazla nefret ettiği iki insanın tesir ettiği saplantılarıyla şekillenmiştir. Hayata tutunamayan, devamlı bir arayış içinde olan ve bunu hayat felsefesi haline getirip sıkı sıkıya bağlanan, yalnızlığı kanıksamış ama bundan kurtulmayı aradığı aşkı bulmanın umuduna dayandırmış, birbirinden farksız geçen günlerini düşünceleri ve gözlemleriyle değiştiren C.’nin dramı, iletişim eksikliği,  takıntıları ve saplantıları, geçmişin izleriyle, kimi zaman iç monologlarla kimi zaman kendi ağzından aktarılmış kimi zaman yazarın bakış açısıyla sunulmuştur.




Yusuf Atılgan'ın Eserleri
Roman
Aylak Adam (1959)
Anayurt Oteli (1973)
Canistan (2000)
Öykü
Bodur Minareden Öte (1960)
Eylemci (Bütün Öyküleri; 1992)
Çocuk Kitabı
Ekmek Elden Süt Memeden (1981)
Çeviri
Toplumda Sanat (K. Baynes; 1980).
Piyes
Çıkış Gecesi (Barıman yayınevi, İst. 1947)
Şiirleri :
Ölü Su (şiir) Yazı, Sayı 1,1987.
Ayrılık (Şiir) Milliyet Sanat Dergisi, sayı 1, Şubat 1980.




ALEXANDRE DUMAS ''ÜÇ SİLAHŞÖRLER VE D'ARTAGNAN

BABA DUMAS 📚


ALEXANDRE DUMAS ''ÜÇ SİLAHŞÖRLER VE D'ARTAGNAN





Alexandre Dumas 24 Temmuz 1802 yılında Fransa’da doğmuştur. Alexandre Dumas’ın isminin “baba” kelimesi ile birlikte anılmasının nedeni oğlu ile aynı ismi taşıması ve onun da bir yazar olmasıdır. Baba Dumas 19. yüzyılın en verimli  fransız yazarlarından biridir. Edebiyatın birçok alanı ile ilgili olan Alexandre Dumas, general olan babasından duyduğu hikayelerinden esinlenerek  yazdığı tarihsel romanlarla dikkat çekmiştir. Eserlerinde arka planı; tutku, ihtiras, hırs ve ihanetin yağmurlarıyla karanlık, kimi zaman alkım misali renkli aşk maceraları barındıran, tarihi olayları temel alıp bunu yapıntısal olarak kaleme aldığı  romanlarında işlediği konulardaki iyi ve kötü ayrımı  belirgin bir şekilde sunmuştur. Tarihin önemli kesitlerinden fayda sağlarken, kendi hayal gücü ile süsleyerek eserlerine olağanüstü  bir başarı eklemiş,  işlediği karakterler in güncelliğini halen koruması yazarın üstün yeteneğinin ve  Auguste Maquet  ile üretken işbirliğinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Tam adı ‘’Üç Silahşörler  ve D’Artagnan’’ olan eserinde , XIII. Louis dönemindeki dört gözü pek şövalye olan  Athos, Porthos ve Aramis ile aralarına yeni katılan D'Artagnan'ın, Kralı düşürmek isteyen Kardinal Richelieu’nun komplolarından  kralı korumak için giriştikleri mücadeleleri  romanın konusunu oluşturur. Genç, cesur ve ihtiyatlı bir kişiliğe sahip olan D’Artagnan üç silahşörlerin yanında yer alır ve onlarla güç birliği yapar, aralarında “Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçin”  sloganıyla sarsılmaz bir dostluk  kurulur. Athos; soylu  ve babacan bir kişiliğe sahiptir, Aramis; dindar bir kişiliğe sahip olduğunu savunur, kadınlara düşkündür, Porthos; ilkel bir kişiliğe sahip, paragöz ve cüsseli birisidir. Kahramanların maceraları, 1648-1649 yıllarında Fransa’da yaşanan ayaklanmalar etrafında gelişen olayların ele alındığı ‘’ Yirmi Yıl Sonra’’ da devam etmektedir.


ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR 📝






ALEXANDRE DUMAS ESERLERİ 📚

III. Henri ve Sarayı (1829)
Napoléon Bonaparte (1831)
Üç Silahşörler (1844)
Monte Kristo Kontu (1845)
Demir Maske (1848)
Siyah Lale (1850)
Anılar (1852-54)






SANATSAL MİSKİNLİK '' OBLOMOV'' İVAN GONÇAROV

#İvanGonçarov 📚 #Oblomov 📖


İvan Gonçarov, dünya edebiyatının önemli yapıtlarından biri olan Oblomov’u 1857’de kaleme almıştır. Eser edebiyat dünyasındaki öneminin yanı sıra rus toplumuna özgü tembelliği bir sanat haline getiren Oblomov  tiplemesiyle toplumun içine karışmış “Oblomovluk” sözcüğünü günlük dile kazandırmıştır. Oblomov, 19. Yüzyılın başında gerçekleşen toplumsal, kültürel, siyasal değişikliklere  ve yeniliklere ayak uyduramayan birçok Rus insanının karakteristik özelliğinin aynasıdır. Oblomov, ruhundaki derinliğe, asalete, dürüstlüğe, iyi niyet ve özverili karakterine rağmen hayata tutunamayışın trajik hikayesidir.  
İlya İlyiç Oblomov, babasından kalan arazisini kâhyasına devrederek şehre göçmüş hiçbir iş yapmadan köyden gelen parasıyla tembel bir hayat sürmüş, yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur. Ailesi tarafından donanımlı ancak tembel yetiştirilmiş, üşengeçliği yüzünden sevdiği insanı kaybetmeye bile razı olmuştur.
Oblomov, hayatını değiştirmek için sürekli planlar yapar  ama o planları uygulamaz.
Onun için gerekli her şeyi yapmaya hazır insanlar vardır çevresinde. Oblomov’daki kişilik özellikleri hem genetik, hem de yetiştirilmesinin sonucudur. Uyuşuk hali ciddi eyleme girişmekten onu hep alıkoyar. Beceriksizliği; bir işe girişme kararlılığı gösterdiği durumda bile nereden başlayacağını ve nasıl başarıya ulaşacağını bilemez hale düşürür. Hiçbir şey yapmayan ve her konuda başkalarına güvenen Oblomov, sonuçta tembel, uyuşuk ve iradesiz bir insan olmuştur. 
Romandaki karakterler Oblomov’un kişiliğinin yansıtılmasında aracıdır. Uşağı Zahar; Oblomov’un beyliğinin, çocukluk arkadaşı  Ştolts; dostluk anlayışının, sevdiği kadın Olga; duygu dünyasının, karısı Agafya Pşenitsina; seçimlerinin, komşusu Taranteyev; dış dünyayla bağlantısının tasviridir. 
Oblomov’un günlük  yaşamı son derece durağan, uyuşuk, sorumluluklardan uzak bir hayattır. Oblomov çok az okur, olabildiğince az kişiyle görüşür, sık sık uşağı Zahar’la tartışır ve hırkası üstünde sürekli uyuklar.
Rusya topraklarında yozlaşmış kişisel özellikler, kalıtsal bir hastalık gibi kuşaktan kuşağa geçer. Karanlık, Rusya’nın üzerine çökmüş tembelliği ve uyuşukluğu simgeler. 
Oblomov, devrim öncesi Rusyasının ruh halini, derebeyi ve burjuva kültürünü başarılı biçimde yansıtır.

#Gonçarov 📚 #Oblomov 📖



ALTINI ÇİZDİĞİM SATIRLAR :


PUBLİUS OVİDİUS NASO '' DÖNÜŞÜMLER''




Publius  Ovidius  Naso, Roma, Latin ve Batı kültürünün en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilir. En ünlü yapıtı  dünyanın oluşumu ve yaratılışını  anlattığı  15 kitaptan oluşan Dönüşümler (Metamorfoz) adlı eseridir. Bu yapıt Yunan-Roma söylencelerini, öykülerini bir bütünlük içinde veren başlıca yapıttır.
Antik  Yunan İnançlarına göre dağların, denizlerin, yıldızların, çiçeklerin, ağaçların, hayvanların nasıl oluştuklarını açıklamaktadır. Çiçeğe, ağaca, böceğe, kuşa, taşa dönüşen mitolojik varlıkların hangi olaylara bağlı olarak evrim geçirdiklerini anlatır. Kitapta canlı veya cansız fark etmeksizin tüm varlıklar, bir şekilde insanlardan dönüşerek oluşmuş ve İnsanların tanrı/tanrıçalar tarafından kimi zaman ceza mahiyetinde kimi zaman ödüllendirilmek adına bazen keyfi bazen de koruma isteğiyle ağaca , suya, kayaya vb. dönüştürülmesi  ve bu dönüşümün, dönüşülen canlı veya cansız varlığa ruhu ile geçmesi işlenmiştir. Canlı-cansız tüm varlıklar bir ruha sahip ve bu ruh tamamıyla bir insan ruhundan oluşmuştur. Ovidius eserinde hümanistliği ve natüralistliği  harmanlarmıştır.
İnsanlar yaptıklarının  karşılığına uygun bir nesneye dönüşmesi , konu edilen diri varlıkların hepsinin birer insan duygusunu yansıtması, çevremizdeki  ağaçların, çiçeklerin, nehirlerin, dağların diri olduğunu, birer insan niteliği taşıdığını bu doğa varlıklarının  dönüşüm öncesi başlangıçta seven, sevilen, özleyen, kıskanan, yeren, yücelten, kızan, üzülen, sevinen vb insana özgü eylemin örneğini oluşturması anlatılır.
Ovidius’un şiirinde duygu bakımından, hep karşıtlar çarpışmıştır; övme-yerme, sevgi-nefret, asilik-uysallık, alçaklık-yücelik, güçlülük-zayıflık , güzel-çirkin .. İnsan zıt nitelikler içinde iniş çıkışlar gösteren bir varlık özelliğindedir. Ovidius , yaşanan evrenle düşlenen arasında nesnel bir bağlantı kurmaya çalışır ona göre birleşen iki evren vardır. Ovidius, dirilerin birbirlerine dönüşümlerini anlatırken, insanın kaynak sorunlarına değiniyor.







Dünyanın oluşumu ve sonrasında yaşanan altın, gümüş, tunç ve demir devirlerini anlatan Dönüşümler birçok mitolojik olayın hikayelerinin temelidir.



OVİDİUS'UN DÖNÜŞÜMLERİ 📚


 DEFNE AĞACI 






Attığı oklarla insanları ve de tanrıları birbirine aşık edecek güce sahip Tanrı Eros ile  ok atmasıyla ünlü olan Güneş Tanrısı Apollon karşılaşırlar ,Eros’a kendisinin ok  atarak nice yaratıklar öldürdüğünü Eros’un ise sadece gönül yarası açmaya gücü yettiğini söyler.Eros bu sözlere gücenir ve Apollon’dan intikam almak ister. İki ok çeker ; aşık eden oku Apollon'a, diğer aşktan soğutan güce sahip oku Penios ırmağının peri kızı Daphne’ye atar. Apollon kıza aşık olur, peri kızı da  soğur aşktan ve Apollon’u istemez. Aşkından  çılgına dönen Apollon peri kızı Daphne’yi kovalar sürekli, bu kovalamalara dayanamayan Daphne,babasından onu bir ağaca çevirmesini diler ve o anda defne ağacına dönüşür. Apollon ağaca sarılır öper koklar. Daphne’nin karısı olamadığını fakat defne ağacının bundan sonra Apollon ismiyle anılacağını söyler. Apollon’un saçları defne yapraklarıyla süslüdür.









GÜNEŞ TANRISI HELOS'UN OĞLU PHATEON VE GÜNEŞ ARABASI




Yunan Mitolojisi’ nde  Güneş Tanrısı Helios’u, oğlu Phateon görmek istemiş. Phaeton babasının yaşadığı saraya tırmanmak için binlerce basamak çıkmış ve sonunda fildişi kaplı saraya ulaşmış. Saraya ulaştığında babası ona neden geldiğini sormuş. Phateon da ‘izin ver ölümlülere senin oğlun olduğumu ispatlayayım’ demiş. Bunun için de babasının at arabasını istemiş. Babası bu ölümsüz atları oğluna verip oğlunun ölümüne davetiye çıkarmak istememiş. Güneşin kavurucu sıcağına dayanamayacağını, dağların dik yokuşlarını çıkamayacağını, suların durulmaz taşkınlığını kontrol edemeyeceğini ve azgın atları zapt edemeyeceğini anlatmış. Vazgeçirmeye çalışsa da oğlunun tükenmez ısrarı üzerine güneşin atlı arabasını vermiş. Dizginlerinden sıkıca tutmasını ve tekerlek izlerini takip etmesini söylemiş.Atı alan Phaeton atlara hareket etmelerini emretmiş ve atlar o anda oğlanın acemi olduğunu anlmışlar. Öyle hızlı gitmişler ki seyredenleri korku almış. Phaeton da çok korkmuş ve bir anda dizginleri bırakmış. Hızla dağları aşan atlar, güneşten getirdikleri kavurucu sıcakla Helikon, Parnassos ve Olympos tepelerini tutuşturmuşlar. Vadiler yanmış, akarsular buhar olmuş. Bunun üzerine Zeus eline  aldığı yıldırımı Phaeton’ a fırlatınca Phaeton Oracıkta ölmüş ve Erinados ırmağının sularına kapılmış. Kız kardeşleri onun ölümüne öyle çok üzülüp ağlamış ki ırmağın kenarında duran kavak ağaçlarına dönüşmüşler.
 
EKO VE NERGİS 




Narsis (Narkissos), ırmak tanrısı Kephissos ile suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kâhin, Narsis’in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece mutlu yaşayacağını bildirir.Narsis büyür ve yakışıklı bir avcı olur. Çok güzel bir peri kızı olan Ekho avcı Narkissos' u görür ve Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda içinde ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür. Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler, bir gün avda Narkissos susar ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir, su içmek için eğildiğinde, suya yansıyan yüzünün güzelliğini görür ve daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında büyülenir, kendine âşık olur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü. Yerinden kalkamaz ne su içer ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar, kendisini seyretmekten bir türlü alamayan Narsis dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek sarı göbekli, beyaz yapraklı, çevresine güzel kokular yayan nergis çiçeğidir. Bu mitolojik öykü; eko, narsizm, narsist ve nergis gibi kelimelere kökenlik eder.



AĞLAYAN KAYA




Manisa’da, yazın kuruyan bir ırmağın yakınında bulunan, "ağlayan kaya" tanrıça Niobe’dir. Bugünkü İzmir ile Manisa arasındaki Spil ve Yamanlar dağları çevresinde hüküm sürmüş yarı tanrı Tantalus ve eşi Dione’nin kızı olan Niobe, çocukluğunu Tanrıça Hera ile birlikte bu bölgede geçirmiş. Niobe evlilik çağına geldiğinde, Thebai Kralı Amphion ile evlenir. Bu evlilikten yedisi kız yedisi erkek olmak üzere 14 çocuğu olur. Niobe’nin çocukluk arkadaşı Hera ise Zeus ile evlenerek Apollon ve Artemis adında iki çocuğa sahip olur. Bir süre sonra Niobe, Hera’nın sadece iki çocuğu olduğu için onu küçümser. Kendisini Hera’dan üstün görmeye başlayan Niobe, Thebai halkına, kendisine tapmalarını emreder. Bu sırada bir rüzgar Niobe’nin sözlerini Menderes Irmağı’nın kıyısında dinlenen Hera’nın kulağına fısıldar. Bu duruma öfkelenen Hera, olup biteni çocuklarına anlatır ve onlardan Niobe’yi cezalandırmalarını ister. Bunun üzerine Apollon ile Artemis, Niobe’nin tüm çocuklarını okla öldürür. Çocuklarının ölümüne Niobe, günlerce ağlar. Zeus, onun bu haline acır ve acısını dindirmek için Niobe’yi ağladığı yerde taş haline getirir.






MANYAS IRMAĞI &  KRAL MİDAS'IN EŞŞEK KULAKLARI




Dionysus, Midas'a istediği bir dileğini gerçekleştirme vaadinde bulunur. Midas, "Dokunduğum her şeyin altına dönmesini istiyorum" der, Dionysus da ona bu gücü verir. Midas, gücünü denemek için ilk gördüğü meşe ağacının ince bir dalına dokunur, dal anında altına döner. Ardından bir taşa dokunur, taş hemen altın olur. Midas, hizmetçilerinden bir ziyafet hazırlamalarını ister, yiyeceklere dokunduğu nda altına dönmesi ile yanlış bir dilekte bulunduğunu anlar ve Dionysus'tan ondan bu özelliği geri almasını ister.  Dionysus, Midas'ın haline acıyıp ona Paktalos Irmağı'nda yıkanmasını söyler ve Midas söyleneni yapar bu güçten arınır.
Bir cezaya bağlı olarak Marsyas’ın nehir oluşunun anlatımı gerçekçi bir dille aktarılır.Manyas bir yarışma sonucunun cezasıdır. Apollo  ve Marsyas' ın müzik yarışmasına katılır ve yarışma sonrasında kazanan kaybedene dilediği cezayı verecektir. Apollo, üç telli gümüş liri çalar, Marsyas ise flütü çalar. Kral Midas, Marsyas' ı su perileri ise Apollo' yu seçer. Bu durumda berabere kaldıkları için Apollo çok kızar ve lirini ters çevirip aynı melodiyi çalar. Marsyas ise flütü tersten çalamayacağı için yarışmayı kaybeder. Apollo, Kral Midas ve Marsyas'ı cezalandırmaya karar verir. Kral Midas' ı kulakları iyi duymadığını söyleyerek onu lanetler ve kulakları eşek kulağına dönüşür. Marsyas' ı ise ağaca astırıp derisini yüzdürür. Marsyas'ın ölümüne üzülen kayaların ağlayarak Suçıkan kayalıklarını oluşturur, flüt ustasına üzülen sanat perileri müzler öylesine ağlamışlardır ki gözyaşları dağların arasından akıp Marsyas ırmağını oluşturmuştur. Midas, kulaklarını büyük şapkalar takarak saklamaya başlar. Hizmetçisi kralın bu sırrını bilir ancak kimseye söylemez. Bir gün, sırrı daha fazla saklayamaz ve derin bir kuyuya "Kral Midas'ın eşek kulaklarına benzeyen kulakları var" diye seslenir ve kuyunun ağzını kapatır. Kuyunun ağzı açıldığında ses yankılanır rüzgar bu haberi ese ese her yere duyurur. Böylece, tüm ülke Midas'ın kulaklarının hikayesini öğrenir. 




MÜR AĞACI







Efsaneye göre Suriye Kralı Cinyras (Theias)’ın kızı Myrrha’nın evlenme zamanı gelmiştir, kız babasına aşıktır.
Gece yarısında bu istekle yaşayamayacağını düşünen Myrrha intihar etmek istemiştir, sütannesi  ölmek üzere olan Myrrha’yı kurtarır.Myrrha anlatır isteğini sütannesine.Sütannesi de şaşkındır fakat yüreği dayanamaz.Tarlalarda yılın ilk ürünleri çıkmaya başladığı vakit Tanrıça Demeter adına törenler düzenlenir.Bu törenlere sadece kadınlar katılır.Dokuz gece boyunca sevişmek yasaktır bunu  fırsat bilen sütanne Cinyras’ın yanına gider ve kendisine bir kız bulduğunu söyler.Kral bu teklifi kabul eder. Sütanne Myrrha’yı yanına çağırıp planını anlatır ve ona asla ışığa çıkmamasını öğütler.Myrrha ,aşık olduğu babasının çadırına girer ve onunla birlikte olur. Cinyras bir süre sonra onun kızı olduğunu anlar. Myrrha kaçıp kurtulur ve koşmaya başlar.Bir süre sonra bu isteğinin getirdiği utançla ne insanlar ne de ölüler içinde yaşayabileceğini düşünür tanrılardan onu bir ağaca dönüştürmelerini ister ve Mür ağacına dönüştürülür. Mür ağacından akan reçineler Myrrha’nın gözyaşlarıdır.
Myrrha,Smyrna adı ile de bilinir.





GELİNCİK





Efsaneye göre Myrrha mür ağacına dönüşürken içinde yasak aşkının tohumlarını taşıyordu.Lucina , Myrrha’nın durmunu fark eder ve ona dokunarak çocuğunu doğurmasına yardımcı olur. Orman perileri çocuğu alırlar ve güzelliğinden dolayı onunda bir peri olduğunu düşünürler. Adonis  büyüdükçe güzelleşmektedir. Adonis büyüdükten sonra Afrodit’in istemeden attığı bir okla yaralanır.Onu ilk gördüğü andan itibaren aşık olan Afrodit,Adonis’i göklere taşır orada onu iyileştirir ve ona öğütler verir.Ormanda nerelerde gezinmesi gerektiğini,hangi hayvanlardan uzak durması gerektiğini anlatır.Adonis’e bu öğütleri Hippomenes isimli bir başka karakterin hikayesini anlatarak verir.Afrodit sevgilisini öper ve geldiği yere doğru giderken,köpekler bir yabandomuzunu korkutup çıkartırlar mağarasından.Ormandan kaçarken kargısıyla vurur Adonis yabandomuzunu.Fakat yabandomuzu daha çeviktir ve Adonis’e saldırıp onu tek bir hamlede öldürür.Henüz evine ulaşmamış olan Afrodit bu acıyı hisseder ve hemen geri döner.Adonis’in cansız bedenini görünce kahrolur. Adonis’den toprağa damlayan kanların yerinde kızıl çiçekler biter. Gelincik , Adonis gibi kısa yaşar. 



SÜMBÜL


Spartalı bir genç olan Hyacinthus hem Apollo hem de batı rüzgarı tanrısı tarafından seviliyordu. Bir gün, Apollo ile Hyacinthus’un disk oynadığını gören Zephyros onları kıskanır. Apollo’nun attığu diskin yönünü rüzgarıyla değiştirerek Hyacinthus’a doğru gönderir. Diskin çarpmasıyla ölen Hyacinthus’tan toprağa damlayan kan orada sümbüle dönüşür.


SERVİ AĞACI


İstediği okları, mızrakları istediği yöne çevirebilen Tanrı Apollon güzelliğinden ötürü Kyparissos'a aşık olmuştu. Kyparissos’un en sevdiği dostu kutsanmış bir geyikti. Bir gün geyik gölgede uyurken Kyparissos’un istemeden fırlattığı bir mızrak bu en yakın dostuna saplandı. Kyparissos en yakın arkadaşının öldüğünü görünce acı çekmekten dayanamayıp ağladı ve  tanrılara yakardı ‘Hep acı çeksin onu vuran’ diye seslendi. Ağladıkça kanı tükendi ve gövdesi sertleşti, ağaçlara doğru yükseldi boyu. En yakın dostunun yanı başında bir servi ağacına dönüştü.
Servi ağacının en tepesi hafif kıvrıktır, başında durduğu kişiye bakar ,boynunu büker. Bu yüzden mezarlıklarda hep servi ağaçları vardır. Baş ucunda bulunduğu mezarın sahibi için ağlar ve devamlı ona bakarak acı çeker.